Yaklaşık yirmi yıl önce hayatımıza giren Avatar: The Last Airbender, Nickelodeon'ın en sevilen animasyon dizilerinden biri olmakla birlikte tüm zamanların en başarılı yapımlarından biri olarak da anılıyor.
Michael Dante DiMartino ve Bryan Konietzko ortaklığında yaratılan seri, büyük kitlelere ulaşmasının yanında, zamanla aynı evrende geçecek olan Legend of Korra gibi yan projelere de ev sahipliği yaptı. Ancak hiçbiri Avatar Aang'in hikâyesine odaklanan The Last Airbender kadar başarılı olamadı.
2010 yılında M. Night Shyamalan'ın beyazperdeye uyarlamaya çalıştığı hikâye, büyük bir hayal kırıklığı ile sonuçlandı ve bir evren yaratma planıyla yola çıkılan proje, ilk filmin başarısızlığının ardından iptal edildi.
2021 yılına geldiğimizde Avatar: The Last Airbender'ı uyarlamak için Netflix'in kolları sıvadığını öğrendik. Bu sefer farklı bir durum söz konusuydu çünkü animasyonun orijinal yaratıcıları Michael Dante DiMartino ve Bryan Konietzko'nun uyarlama versiyonda da projenin ortak yapımcıları olarak yer alacağı duyuruldu.
Animasyon versiyonunda bu kadar harika bir iş çıkartan ikilinin canlı uyarlamada da benzer ölçekte bir başarı yakalayacağı düşünülüyordu. Ancak ne yazık ki bu konudaki sevincimiz çok kısa sürdü. Çünkü "birtakım farklılıklar" olarak tanımladıkları durumlar dolayısıyla projeden ayrıldıklarını öğrendik.
DiMartino ve Konietzko'nun çekilmesinin ardından Nikita ve Sleepy Hollow dizilerinin yürütücüsü Albert Kim projenin başına getirildi ve uzun zamandır ertelenen dizi, geçtiğimiz günlerde nihayet izleyicisiyle buluştu.
M. Night Shyamalan'ın bir parodiyi andıran versiyonundan açık ara çok daha iyi bir uyarlama diyebiliriz yeni dizi için. Zaten o filmle herhangi bir nesneyi bile karşılaştırsanız, nesnenin iddiayı kazanma ihtimali çok daha yüksek.
Yeni uyarlamanın, nokta atışı olmasa da rahatsız etmeyen oyuncu seçimleri, adapte etmesi oldukça zor bir dünya olmasına rağmen başarılı görsel efektleri, orijinal haline fazlasıyla benzeyen mekân ve kostüm tasarımları mevcut.
Tüm bu çabaya ve sarf edildiği her yönüyle belli olan emeğe rağmen bir yapımın en önemli unsuru olan senaryoyu başarılı bir şekilde uyarlanmadığı için, ben maalesef ki bu versiyonun da çok başarılı olduğunu düşünmüyorum.
Bir uyarlama olduğu için, ilk diziyle aralarında farklar bulunması ve birebir uyarlanmaması tabii ki normal kabul edilebilir. Ancak bunlar ana olay örgüsü üzerindeki "canon" olayları bariz biçimde etkileyen hamleler olursa, hikâye beklediğimizden ve en önemlisi orijinal halinden çok daha başka bir yola evrilir.
Aang'in o ikonik buz dağından çıkış sahnesini eminim hatırlarsınız. Ve bilirsiniz ki bunun sebebi, Katara ve Sokka'nın tartışmaları sonucunda, Katara'nın çok sinirlenmesi ve istemsizce büktüğü suyun buz kütlelerinde kırıklar oluşturması ve Aang'in içerisinde olduğu büyük dağın ortaya çıkmasına aracı olmasıdır.
Sokka
Kavgalarının asıl sebebine gelecek olursak, abisi Sokka'nın erkek olduğu için kendini üstün gören oldukça bencil birisi olması, çoraplarını bile kız kardeşine yıkatıyor olması ancak buna rağmen her fırsatta Katara'yı yeren cümleler sarf ediyor olmasıdır.
Dizide ise böyle bir tartışma yaşanmaması bir yana, Aang'in buz dağıyla tamamen sakin ve rastgele bir biçimde karşılaşıyorlar. Küçük gibi görünen ama son derece önemli olan bu sahne, karakterlerimizin gelişimlerini kaydedebilmemiz adına verilebileceğim en iyi örnek.
Aynı şey Suki'yle tanışma mevzusu için de geçerli. Kyoshi Adası'na vardığımızda Kyoshi Savaşçıları ile ilk tanıştığı sahnede Sokka'nın onları küçümseyip bol bol dalga geçtiğini, yüzünden kibir aktığını rahatlıkla görebilirsiniz.
Dalga geçtiği kadın savaşçılardan beklenmedik darbeler yiyen karakterimiz, ilerleyen dakikalarda düşüncelerinin yanlış olduğunu fark edip, önlerinde diz çöküp, "Bunları bana öğretebilirseniz, onur duyarım." cümlelerini kuruyor. Hemen ardından kendisini Kyoshi kıyafetleri ve makyajı içerisinde görüyoruz.
Yeni diziye baktığımızda ise Suki ile aralarındaki tatlı ufak hoşlanma dışında herhangi bir benzerliğe rastlayamıyoruz.
Eğer Sokka'nın bu bölümlerde ne kadar sinir bozucu, düşüncesiz ve patavatsız davrandığını yansıtmazsanız, son sezonlara yaklaştığımızda onun artık ne kadar saygılı, düşünceli ve iyi kalpli birine dönüştüğünü gözlemleyemeyiz ve doğal olarak dizideki en iyi karakter gelişimlerinden birini de çöpe atmış oluruz.
Katara
Katara ise olması gerektiğinden çok daha sessiz. Babası çalışmak için uzaklara giden ve annesini de çocuk yaşta kaybeden karakterimiz, sırtında çok küçük yaşlardan beri büyük yükler taşıyor. Abisinin kirli çamaşırlarını yıkamak dahil olmak üzere kabilelerinde birçok şeye yardımcı oluyor. Normalde her konuda fikrini belirten, grubun "anneliği" görevini üstlenen, hatta bir noktada bu yüzden grupla kavga eden isim, gelin görün ki burada konuşmalara bile tek tük dahil oluyor.
Aang
Aang ise tıpkı orijinalindeki gibi fevri çıkışlara sahip. Görevini üstlenmek yerine uzun bir süreliğine ondan kaçmayı tercih ediyor. Ancak tüm karakterlerde olduğu gibi onun da eğlenceli yanları resmen görmezden gelinmiş. Tüm elementlerde ustalaşması gerektiği için harita üzerinde durmaları gereken noktaları işaretlerken, bir yandan Koi balıklarıyla yüzmeye gitmek, çeşitli deneyimler ve maceralar yaşamak için geziler düzenleyen bir isim normalde.
Bana kalırsa buradaki en büyük problem, en büyüğü henüz 13 yaşında olan bu çocukların "çocuk" olduğunun unutulmuş olması.
Birçok olay ve bölüm atlanmış.
En üzücü hikâyelerden birine sahip olan eski Avatar Kuruk'un hikâyesine değinilmesini çok beğendim. Eşi Ummi'nin suratını çalıp, Kuruk'un burada sıkışıp kalmasına ve dolaylı yoldan da olsa onun ölümüne neden olan hırsız Koh'un sahneleri ve genel olarak ruhlar dünyasının tasviri gerçekten çok başarılıydı.
Ancak, daha karşımıza çıkmasına çok uzun bir süre olan Wan Shi Tong'un burada ne aradığını ciddi anlamda çözemedim.
"Toprak" kitabının "The Library" bölümünde karşımıza çıkan bu baykuş, çölün ortasına, kumlar arasına gizlenmiş olan büyük kütüphaneyi korumakla meşgul olan oldukça ürkütücü bir karakterdi.
Dizinin en imza bölümlerinden birini atlamış olmaları bi yana, yine aynı bölümde kütüphanenin içerisindeki düzenek dolayısıyla Ateş Kralı Ozai'ye saldırmaları gereken zamanı ve güneş tutulması tarihini tam olarak belirledikleri kısımları görmezden gelebilmiş olmalarına çok şaşkınım.
Ama en azından Wan Shi Tong ürkütücülüğünden bir şey kaybetmemiş diyebiliriz.
En başta söylediğim gibi, bölümlerin birebir yansıtılmış olmasını beklemiyorum. Dizinin, bölümleri düzenli işleme gibi bir kaygısı bulunmadığı için de böyle bir sıkıntı çektiklerini düşünmüyorum. Ancak en azından ilk sezonda "Su" kitabının ortalama olarak işlediği konu üzerinden gidilebilir, "Toprak" kitabının konuları da ikinci sezona bırakılabilir ve böylelikle en azından orijinaline sadık karakterler ve temeli daha sağlam işlenen olaylar görebilirdik.
İhtiyar delikanlı Bumi'nin orijinal kişiliğiyle alakasının olmamasından, Iroh Amca'nın ileriki sezonların en önemli ekiplerinden olan Pai Sho arkadaşlarının tanıtılmaya bile tenezzül edilmemesinden, Zuko ve Zhao arasındaki Agni Kai dövüşünün yapılmamasından, Omashu tünellerinde yanlış kişilerle işlenen "İki Aşığın Hikayesi" fiyaskosundan ve ilk sezonda ne işi olduğunu çözemediğim pofuduk yanaklı Azula'dan da isterseniz hiç bahsetmeyeyim.
Tüm bunların yanında, bir arada çok tatlı görünen ana karakterlerimiz, gerçekten nokta atışı olan Suki ve Ozai karakterlerinin oyuncu seçimleri, ciddi anlamda başarılı olan kostüm, makyaj ve efektleri için, bu diziden tam anlamıyla nefret ettiğimi söyleyemeyeceğim.
Nickelodeon'ın Avatar: The Last Airbender'ının neredeyse ilk çıktığı zamanlardan beri hayranı olan ve bu diziyi defalarca kez bitirmiş biri olarak, DiMartino ve Konietzko'nun projeden neden ayrıldığını çok iyi anlayabiliyorum. İkinci ve üçüncü sezon onayını alan Netflix uyarlaması için de önümüzdeki sezonlarda karakter dinamiklerini bozmadan, emek ve potansiyellerini boşa harcamadan, orijinaline daha yakın bir senaryo ile karşımıza çıkabilmelerini diliyorum.
Yorumlar