Yaşam stilleri, alışkanlıkları, statüleri ve maddi durumları gibi sayısız farklılıklar nedeniyle yan yana gelmeyi tercih bile etmeyecek olan Yukarı Doğu Yakası sosyetikleri ile Brooklyn taşralılarını; 7/24 gözetleyip, en gizli ve önemli sırlarını ifşalayan "Gossip Girl" bir araya getiriyor.

Yayın hayatına 2007 yılında CW kanalında başlayan Gossip Girl, karmaşık ilişkileri, güçlü karakterleri, sonlara doğru büyüsünü biraz yitirmiş olsa da zekice tasarlanmış senaryosu ile bugün bile hatırlanacak olaylara sahiplik yapmış, kesinlikle "ikonik" bir dizi.

Sosyetenin en ünlü "it girl"lerinden biri olarak anılan şımarık güzel "Serena van der Woodsen"ın, New York'a geri dönüşü ile açılış yapan dizi, aynı zamanda problematik karakterimizin bir yıl öncesinde gitmiş olduğu yatılı okuldan dönüşünü tüm New York'a haber veren gizemli Gossip Girl'ün ortaya çıkışı ile de başlıyor.

"Serena van der Woodsen" (Blake Lively)

Seyirciyi, Yukarı Doğu Yakası'nın en zengin gençleri ile tanıştırmaya çalışan hikâye önce, karakterlerimizin ulaşılması oldukça güç ve paparazzi flaşlarıyla dolu olan hayatlarına ışık tutuyor.

Serena'nın; stil sahibi, tuttuğunu koparan, dominant ama bir o kadar da hanım efendiliğine önem veren arkadaşı "Blair", dizinin büyük bir kısmını omuzlarında taşıyan oldukça önemli bir karakter. Ana karakterimiz Serena olmasına ve hikâyenin tamamen onun etrafında dönmesine rağmen, bir süre sonra öyle şeyler oluyor ki, Blair, özellikle Serena'nın mızmızlığından bıktığımız dönemlerde diziyi çekip çeviren, hatta ondan daha çok ana karakter olan biri haline geliyor. 

"Blair Waldorf" (Leighton Meester)

Her zaman üzerinde olmasına alışkın olduğu spot ışıklarının Blair'e dönmesi, Serena'yı çileden çıkartmakla kalmıyor, bu durumdan gerçek hayatta da rahatsız olan Blake Lively'nin Leighton Meester ile arası bozuluyor. İkili yıllar boyunca en yakın arkadaşları canlandırıyorlar, ancak gerçekte birbirlerine tahammül edemeyen iki insan haline geliyorlar.

Dizideki dostluklarının her şeye rağmen sürüyor olması ise bana göre daha büyük bir sürpriz. Altı sezon boyunca başlarına gelmeyenin kalmaması bir yana, özel hayatlarında olanları, örneğin birbirlerinin hayatlarındaki insanları çok kısa süre içerisinde aralarında değiş-tokuş etmeleri gibi şeyler ve bunları inanması son derece zor olan bir hızda gerçekleştirip birbirlerini affetmeleri, dizinin gerçekçiliğine ket vuran durumlardan bir tanesi.

Gerçekten, "arkadaşlık" tanımını tam anlamıyla yeniden anlamlandırmaya yeltenen bir ilişkileri var. Tüm bunlara rağmen herhangi bir zorlukla karşı karşıya kalınca birbirlerinin yanlarında durabiliyor olmaları ise takdir edilesi.

Serena ve arkadaşlarının lüks içindeki hayatlarına odaklanırken, kameralarımız bir anda Brooklyn'e, babalarıyla birlikte yaşamaya gelen, gariban Humphrey kardeşlere dönüyor. Kitaplara olan tutkusuyla tanınan "Daniel", Gossip Girl'ün ona "yalnız çocuk" ismini takmasıyla adeta bu isimle özdeşleşiyor. (Elbette bir süreliğine.)

"Dan" (Penn Bagdley), "Jenny" (Taylor Momsen)
Kitap sevdası Penn Badgley'nin peşini bırakmamış. Aktör, yıllar sonra You dizisinde de kitaplarla içli dışlı olan "Joe Goldberg" karakterine hayat veriyor.

Ayrıca bu dizinin, Cecily von Ziegesar'ın 2002 yılında yayımlamaya başladığı "Dedikoducu Kız" kitap serisinin uyarlaması olduğunu da eklemek isterim.

"Nate Archibald", şimdilerde The Boys dizisinde "Deep" karakterine hayat veren Chase Crawford tarafından canlandırılıyor. En başlarda Blair ile sevgili olan karakterimizin, ortalığın karışmasında katkısının büyük olduğu ve dizideki en önemli isimlerden biri olduğu söylenebilir.

"Chuck Bass" ise Nate'in en yakın dostu. İlk bölümlerde iticiliğin bir tık ilerisinde ve ne temsil etmesi gerektiğinin bir türlü farkına varamayan, ilginç bir karakter. Ancak Chuck'ın karakter gelişimi, Blair ile yolları tam anlamıyla kesiştikten sonra tamamlanmaya başlıyor. Tasvip etmediğim birçok özelliği olsa da sizi, ilerleyen bölümlerde, kendi ayaklarının üzerinde durabilen, çok daha güçlü bir genç adamın bekliyor oluşu çok güzel.

"Chuck" (Ed Westwick), "Blair" (Leighton Meester)

Bana göre dizinin vermek istediği önemli mesajlardan biri de ekonomik açıdan fazlasıyla doyuma ulaşmış bu gençlerin, aslında göründüğü kadar özenilesi bir hayatlarının olmadığı, hatta birkaçının huzuru, parayla takas edebilmek için ellerinden gelen her şeyi yapabileceği.

Karakterlerin her birinin, özellikle Serena'nın dibe vuruşları ve -çoğu zaman empati yapılamayan durumlarda bile olsa- çaresizliği izleyiciye çok başarılı bir şekilde yansıtılıyor.

Ama kabul etmek gerekir ki aralarında bunu hiçbir koşulda gerçekleştirmeyecek olan bir isim de var: Blair Waldorf

Birbirini tekrarlayan olaylar, diziyi olumsuz etkiliyor.

İlk üç sezonu her şeyiyle neredeyse mükemmel olan dizi, birbirine benzer olayların sürekli tekrar etmesi, "Serena" ve "Jenny" gibi şımarık karakterlerin tavırları, ana konudan sayısız kez sapılmasına ve gidişatın olumsuz etkilenmesine neden oluyor.

Çoğu zaman "Hangi karakteri kiminle eşleştirsem?" düşüncesinden ilerleyen senaristler, artık bir noktada tıkanmış olacaklar ki, birbiriyle en alakasız isimleri bir araya getirmeye başlıyorlar. Hele bir de bir "Ivy" mevzusu var ki, inanın hatırlamak bile istemiyorum.

"Serena" (Blake Lively), "Ivy" (Kaylee DeFer)

Yine de dört ve beşinci sezonlar çoğunlukla Blair ve Chuck'ın inişli-çıkışlı toksik ilişkisi üzerinden devam ettirilmeye çalışılıyor. Ama bir süre sonra, en uyumlu çiftlerden biri olmalarına rağmen, diziyi onlar bile taşıyamıyor maalesef.

Peki kim bu Gossip Girl?

121 bölüm boyunca gizemini korumayı başaran "Gossip Girl", en başlarda dizinin sürükleyiciliğinin kaynağı ve tam merkezinde bulunan isimken, bir yerden sonra "Serena", "Blair", "Dan" gibi, dizinin karakterlerinden biri haline gelip sıradanlaşmaya başlıyor.

Aradaki sıkıcı sezonları aşabilirseniz, son sezonun son bölümleri eski havasını çok güzel yakalıyor. Ve tekrar "Kim bu Gossip Girl?" mevzusuna odaklanmaya başlıyoruz. Bu spoiler bulunmayan bir yazı olduğu için, elbette kim olduğunu burada açıklamayacağım ama Gossip Girl'ün en başından beri gözümüzün önünde olan bir isim olduğuna emin olabilirsiniz.

Dizinin ismindeki "Dedikoducu Kız" ibaresi yüzünden, yıllardır süregelmiş olan bir "kız dizisi" mevzusu var. Bunun çok yanlış bir yorumlama şekli olduğunu, olayın dedikodulardan ibaret olmadığını, alengirli işler karşısında, hatta cinayetler karşısında şaşkına dönülebileceğini, sadece sürükleyiciliğe odaklanarak bu diziden herkesin keyif alabileceğini söylemek isterim.

Ayrıca, "Gossip Girl"ün bir kadın olduğunu da nereden çıkardınız? 🙂

"Carter Baizen" (Sebastian Stan)

Sebastian Stan, Lady Gaga, Hilary Duff, Tyra Banks, Elizabeth Hurley, Mädchen Amick, Katie Cassidy, Kevin Zegers ve daha birçok ünlü ismin konuk olduğu Gossip Girl, 2000 ve 2010'lu yılların özlemini çokça giderebildiğimiz, her bölümde partiden partiye koşan karakterlerimizin şatafatlı hayatlarındaki kayda değer dertleri, olabilecek en güzel haliyle izleyiciye sunmaya çalışan, çoğu zaman sinir bozucu olsa da bittiğinde büyük bir boşluğa düşüren, oldukça keyifli bir yolculuk.


Yaren’in Köşesi
muggle’lar mı? onlar hiçbir şey görmezler ama çatal batırırsan hissederler. merhaba, ben Yaren. çocukluğumdan beri tutkunu olduğum fantastik dünyalara, filmlere, kitaplara, dizilere ve çizgi romanlara dair videolar yapıyorum. ben bu videoları yaparken çok eğleniyorum, eğer siz de bana eşlik etmek…
Paylaş