“Nefesini Tut”: 'The Last of Us 2. Sezon 5. Bölüm' İncelemesi
Havanın içimize işlediği ve hatıraların sessizce kalbimize çöktüğü bir 'The Last of Us' bölümüydü, "Feel Her Love".
Havanın içimize işlediği ve hatıraların sessizce kalbimize çöktüğü bir 'The Last of Us' bölümüydü, "Feel Her Love".
Bilim kurgu, felsefe ve kara mizahın çarpıştığı bir zeminde, ‘Mickey 17’ şunu soruyor: "Ölmenin bu kadar sıradanlaştığı bir evrende gerçekten yaşamak neye benzerdi?"
Seattle’da, hem dış düşmanlarla iç içe hem de iç hesaplaşmalarla sıcak temas halinde olduğumuz bir yolculuğa adım atıyoruz.
Süper kahraman çağının sona erdiği bir dünyada geriye kalanların hikâyesi, bazen en umut verici şey olabilir.
Birçok yerde defalarca izlemiş kadar tanıdık olduğumuz bu hikâye, anlatımındaki karanlık ton ve duygusal ağırlıkla sanki ilk kez izliyormuşuz gibi hissettiriyor.
'The Last of Us'ın üçüncü bölümü, geride bırakmanın ve yeniden yola koyulmanın acı dolu sancısıyla yüzleştiğimiz bir geçiş kapısıydı.
Yalnızca bir vampir hikâyesi değil; Ryan Coogler'ın 'Sinners'ı, aynı zamanda tarihin gölgelerinde kalmış bir dönemi sinematografik bir büyüyle yeniden var ediyor.
Kanla yazılmış geçmişinin hayaletleri, 'Maxine'i bu sefer Hollywood'da yakalıyor.
Mike White, 'The White Lotus'un üçüncü sezonunda bizleri bu sefer Tayland’a götürüyor.
İkinci bölüm, 'The Last of Us' evreninde artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının acımasız bir ilanıydı.
Görselliğiyle büyüleyen 'Holland', derinlikten yoksun karakterleri ve klişe hikâyesiyle vadettiği gerilimi sadece yüzeyde bırakıyor.
'Born Again'in sezon finali, 'Daredevil' ruhunun küllerinden yeniden doğduğu o anı sonunda bizlere yaşatabildi.