Weekend (2011), 45 Years (2015) ve Lean on Pete (2010) gibi yapımlarıyla tanınan yönetmen Andrew Haigh; Andrew Scott, Paul Mescal, Jamie Bell ve Claire Foy'u bir araya getiren All of Us Strangers filminde, Japon yazar Taichi Hamada'nın 1987 çıkışlı Strangers eserini kendine göre yorumlamış.
Londra'da yalnız başına yaşayan Adam'ın hikâyesini anlatan film, 40'lı yaşlarında olmasına rağmen karmakarışık hayatında henüz ne yapması gerektiğine bir türlü karar verememiş bir adamın, yankıları çok uzun yıllardır devam eden çocukluk travmalarına odaklanıyor aslında.
Hayattan hiçbir beklentisi kalmamış olan bu adamın yalnızlığı, daha ilk dakikalardan izleyiciye hissettiriliyor. Rengarenk çevresi ile adeta tezat olan ve ucu başı belli olmayan gri bir gökdelende yaşayan Adam, uzun bir süre boyunca kendini bu apartmanda yaşayan tek insan zannediyor. En azından bir gece yarısı, sarhoş komşusu Harry kapısını çalana kadar.
Adam'ın Harry ile romantik, sakin ve kendi halinde ilerleyen ilişkisi bu sıralarda başlıyor. Bu izlerken sinirden küplere bineceğiniz, mutlaka taraflardan birini suçlayacağınız ya da mutlu sonla biten sıradan bir hikâye değil, çünkü aslında bu bir aşk hikâyesi bile değil.
Adam bir yazar ve hayatını televizyon dizilerine senaryolar yazarak kazanmaya çalışıyor. Yeni projesi ise ailesi hakkında. Aile konusu açıldığında cümleler boğazına düğümlenen karakterimiz, tıpkı benim bu incelemeyi yazarken zorlandığım gibi iki kelimeyi bir türlü bir araya getiremiyor ve senaryosu için yardımcı olabileceğini düşünerek, çocukken ailesiyle birlikte yaşadığı evi ziyarete gidiyor.
Başından sonuna kadar hafif temposundan hiç ödün vermeyen filmde ilk dönüm noktası işte burada yaşanıyor. Önce bir büfenin önünde babasıyla karşılaşıyor, sonra onunla birlikte evlerine vardıktan sonra ise annesiyle. Sanki o vahşet hiç yaşanmamış gibi ikisi de kanlı canlı karşısında duruyor Adam'ın. Bu fantastik bir film değil, başka bir gerçeklikte de değiliz. İnanması elbette çok güç ama Adam da neler olup bittiğini sorgulamadan anın büyüsüne kapılıp sadece onlarla vakit geçirmeye odaklanıyor. Çünkü henüz çok küçükken vahşi bir kazada hayatını kaybeden anne babasıyla paylaşması gereken çok şey var karakterimizin.
Mesela, ergenlik çağına erişip cinsel yönelimini kafasında şekillendirmeye başladığı dönemlerde başından geçenleri bilmiyor ailesi. En başta da söylediğim gibi, Harry ile bir ilişkiye başlayan karakterimiz, queer bir birey. Ancak kendisini queer olarak tanımlayamayacak hatta bu kelimeyle dalga geçecek kadar yaşlı görüyor ve gençlik yıllarında yaftalandığı çeşitli kelimelere olan kırgınlığından da bahsediyor çok kez.
Ebeveynleri 1980'li yıllarda yaşamını yitirmiş. Dolayısıyla o dönemin sosyal yaşamı ile bugününki arasında dağlar kadar fark olduğunu bilmiyorlar. Konu açılmışken, farklı cinsel yönelimlere sahip olan insanların maruz kaldığı hakaret ve baskılara da çok güzel değiniyor film. Birkaç hevesli görüşme sonrasında annesi Adam'ın hayatında bir kadın olup olmadığını, ileride çoluk çocuk sahibi olup olmayacağını merak ediyor ve bu konuda onu sıkıştırmaya başlıyor.
Adam, yönelimini ailesiyle paylaşmaya karar verse de üzerinde çok ağır bir endişe taşıyor. Annesinin köşeye sıkıştırdığı sorularını utana sıkıla cevaplıyor ama sonunda ağzından o kelimeyi çıkartmayı da başarıyor.
Babası, aslında her zaman içine kapanık ve fazlasıyla naif bir çocuk olduğu için içten içe bunu bildiğini söylese de annesi bir türlü kabullenemiyor. İleride çocuğunun yalnız kalacağı, aile kuramayacağı düşüncesi onu da büyük bir endişeye sürüklüyor.
Filmin her saniyesinde insani duygular yüklü. Empati yapabilmeniz için Adam ile aynı durumda olmanıza gerek yok, çünkü All of Us Strangers'ın asıl değinmek istediği nokta her birimizin hayatının bir döneminde mutlaka mücadele etmek zorunda kaldığı yalnızlık.
Adam'ın donuk hayatına biraz da olsa renk katan Harry de aslında bir o kadar yaralı. Birbiri içerisine geçmiş olan silik suratlar ve ruhların birer kombinasyonu gibiler. Filmde devam etmekte olan bir yaşam kavramı var, ama karakterlerin hiçbiri gerçekten yaşamıyor bana kalırsa. Her biri görevlerini tamamlayıp göçüp gitmeyi ve gökyüzünde kaybolmayı bekliyor.
Ailesine veda etme fikrini bir türlü kabullenemeyen Adam, onlar hayatına girdiğinden bu yana çocuklarının kendi hayatına devam edemediğini fark eden anne babası tarafından buna zorlanıyor. Tabii bundan öncesinde onlarla birlikte yaşayamadığı ve kafasının içinde defalarca canlandırdığı, uyurken aralarına girip kıvrılıp yatmak ya da birlikte yılbaşı ağacı süslemek gibi, o önemli anların neredeyse her birini yaşıyor Adam. Ama yine de aile bu, isterse aklına gelen her şeyi yapmış ol, nasıl veda edebilirsin ki?
Bu sahnede Andrew Scott'ın içinize işleyen performansı devreye giriyor. O kadar içten oynamış ki, Adam'ın bir anda o 12 yaşındaki çocuğa dönüştüğünü görebiliyor, gerçekten veda etmek istemediğine inanıyor ve gidip ona sarılmak istiyorsunuz. Geçtiğimiz günlerde, bir süredir bir hastalıkla boğuşan annesini kaybeden Scott için de böyle bir sahnede yer almak eminim kelimelere dökemeyecek kadar zor olmuştur.
İçinizde herkesten gizli saklı yaşadığınız duygulara sızıp her birinin hala orada olduğunu hatırlatıyor All of Us Strangers. Ancak onlara nokta atışı yapabilmek için de birtakım şeylerin yaşanmış olmasını şart koşuyor bence. Bu yüzden okuduğum yorumlara da dayanarak söyleyebilirim ki, herkese hitap edebilen bir film değil bu.
Salya sümük ağlamayabilirsiniz belki ama bittikten sonra sizi uzun düşüncelere sürükleyeceğine emin olabilirsiniz.
Yorumlar