Spin-off diziler her zaman risklidir. Hele ki The Office gibi kültleşmiş bir yapımın ardından gelen bir proje olursa, beklenti otomatikman katlanır. Geçtiğimiz günlerde izleyiciyle buluşan The Paper tam da bu noktada koca bir sürpriz olarak karşımıza duruyor. Çünkü çoğu yan dizi, "biz de varız" diyerek sahneye çıkıyor ama birkaç bölüm sonra düşüşe geçiyor. How I Met Your Father örneğinde olduğu gibi, o eski ruh bir türlü yakalanamıyor. Ya da izleyicinin beklentisi farklı yönde olduğu için anlatı bir türlü dikkat çekmeyi başarmıyor. Ama The Paper, aynı formülü kullansa bile kendi tonunu ve ritmini kurmayı başarmış; bambaşka bir komedi dizisi olma yolunda sağlam adımlarla ilerliyor.
Aynı kameralar, yeni yüzler

Belgesel ekibi yine iş başında. Kamera yine karakterlerin arkasından dolaşıyor, anlık tepkilerini yakalıyor ve kimi zaman göz göze geldiğimizde o eski tanıdık "cringe" hissini yeniden canlandırıyor. Oscar’ın varlığıyla The Office evrenine bağlanıyoruz ama onun dışında yepyeni yüzler bizimle. Yeni kadronun enerjisi, "başka bir The Office" değil de gerçekten kendi hikâyesi olan ayrı bir dizi izliyormuşsunuz hissi veriyor.
Yerel gazetenin hikâyesi

Dizinin mekânı ise ayrı bir güzel. Toledo kökenli, Truth Teller isimli küçük bir yerel gazetenin ofisindeyiz. Aynı katta bir tuvalet kâğıdı markasıyla yan yana çalışıyorlar. Aynı katta çalışan birçok iş kurumu mevcut, dolayısıyla mümkün gibi görünüyor. Ama bu, çoğunlukla kaosa zemin hazırlayan ve dizinin mizah anlayışıyla birleşince inanılmaz keyifli bir dinamik ortaya çıkaran bir detay oluyor. Aralarındaki bu ironi bile dizinin ne kadar zekice kurgulandığının bir kanıtı.

Gazeteye baş editör olarak gelen Ned Sampson, hikâyemizin ana karakteri. Domhnall Gleeson’ı böyle bir rolde görmek beni biraz şaşırttı çünkü daha önce komedi tarafında çok bir performansını izlememiştim kendisinin. Ama o kadar gerçek ve şaşırtıcı bir iş çıkartmış ki, hem ciddiyetle gerçekleştirdiği olayları ve hem de istemsizce düştüğü komik durumları izlemek çok keyifli. Bir spin-off’un bu kadar ezik ve aynı zamanda güçlü bir baş karakter yaratması, bence çok büyük bir artı.
Esmeralda Grand...

Tabii ki The Office hayranlarının aklındaki en büyük soru, "Michael Scott’ın yerini kim dolduracak?" Biliyorsunuz ki Michael Scott, sitcom tarihinde eşi ve benzerine çok sık rastlamadığımız gariplikte bir karakter. Ve The Office'in başarısının büyük çoğunluğu da bu karaktere hayat veren Steve Carrell'in performansına dayanıyor.

The Paper’da da bu yapıda bir karakterle karşılaşmak izleyicinin en büyük beklentilerinden biriydi ve anlaşıldığı üzere bu boşluğu Esmeralda Grand tamamlamaya niyetli. İlk bölümlerde Esmeralda'ya karşı sadece yoğun bir cringe hissettiğimi belirtmem gerek. Fakat sonra biraz düşününce ve benzer duyguları Michael’a da hissettiğimi hatırlayınca biraz mutlu olmadım diyemem. Belki de bu tür karakterler, ilk başta itici ya da fazla garip geliyor ama zamanla alışıyoruz. Şu an tam olarak bu sürecin ortasındayım diyelim. 😅

Karakterin tuhaf özgüveni, garip kararları ve bitmek bilmeyen konuşmaları bir süre sonra diziye ritim kazandırıyor. Özellikle Ned ile olan sahnelerinde hem iş hem kişisel dinamiklerin çatışmasını izlemek çok keyifli. Esmeralda, Michael kadar efsane olur mu, bilemiyorum. Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim, son zamanlardaki en "beklenmedik" performanslardan birine imza atıyor Sabrina Impacciatore.
The Paper, tıpkı The Office gibi yalnızca kahkahalara oynayan bir iş değil. Arada dramatik anlar da bizi karşılıyor. Gazetenin kapanma tehlikesi, çalışanların kişisel sorunları, Ned’in kendi liderlik becerilerini sorgulaması… Bunların hepsi diziyi daha sahici bir noktaya taşıyor. Gülmekle hüzünlenmek arasındaki o ince çizgiyi izlemesi ise çok keyifli.
Yan karakterler

Dizi içerisindeki diğer isimler de oldukça merak uyandırıcı. Ofisteki yazı işleri görevlileri, muhabirler, hatta tuvalet kâğıdı markası çalışanları bile bir noktadan sonra kendilerini ön plana çıkartmak için fırsat buluyor. Yalnız şöyle bir durum var; şikâyet etmek değil belki ama günümüzde yayınlanan neredeyse her dizide karşılaştığımız bu “çeşitlilik” mevzusu, burada da samimiyeti biraz minimuma indiriyor.
Ofis ruhunu kaybetmeden

Evet, The Paper kendi yolunu çizmiş ama The Office’in ruhunu da unutmamış bir dizi. Fazlasıyla tuhaf anlar, bakışmalar, karakterlerin kendi aralarındaki minik savaşları… Tüm bunlar bize The Office’in neden sevildiğini hatırlatıyor. Ama The Paper, bunu bir taklit gibi değil de, doğal bir devamlılıkla gerçekleştirmeyi tercih ederek bitirdikten sonra ağızda nefis bir tat bırakıyor.
Beklentilerin ötesinde

Sonuç olarak The Paper, benden geçer not aldı. Spin-off’ların çoğu, büyük abilerinin gölgesinde ezilir ama bu dizi, kendi ayakları üzerinde durmayı başarmış. İlk başta biraz temkinli yaklaşmıştım fakat açık konuşmak gerekirse ikinci sezonunu büyük bir hevesle bekliyorum. Çünkü iyisiyle kötüsüyle bir arada olan bu ekibin doğal yaşantıları hem The Office ruhu taşıyor hem de yepyeni bir hikâye anlatıyor. Bu kombinasyonu yakalamak, sandığımızdan çok daha zor.

Yorumlar