Her Stephen King uyarlaması; gibi The Monkey de ilk fragmanının yayınlanmasından bu yana beklentilerini çığ gibi büyüterek gelen bir film. Küçük ama çarpıcı bir öyküden yola çıkan bu yapım, izleyicisini yıllar önce tavan arasında unutulmuş eski bir oyuncak maymunla tanıştırıyor. Dışarıdan bakıldığında nostaljik sayılabilecek, kimilerine sevimli bile gelebilecek bu maymun –bana göre dehşet verici–, filmimizin esas canavarı. Ancak burada karşımızdaki canavar, öyle dişleriyle saldıran, heybetiyle korkutan bir varlık değil. Daha çok görünmeyen bir şeyin habercisi gibi düşünelim; tehditkâr biçimde çalan küçük çanıyla ve insana arkasında ölümler bırakan uğursuzluğuyla yaklaşan türden.

🐒
Yazı, The Monkey filmine dair spoiler içermeyecek.

Filmin giriş kısmı son derece etkileyici. Karakterlerin geçmişle olan bağı, ailenin iç çatışmaları, unutulmaya çalışılan travmalar ve bu travmaların fiziksel bir nesneye yüklenmesi… Her şey güzel başlıyor. İkiz kardeşlerin henüz çocukken yüzleşmeye başladığı dertler çok ağır; fakat zamanla daha da ağırlarının geleceğinin sinyalleri en baştan veriliyor.

Theo James’in genç bir babayı canlandırırken verdiği endişe hissi, Tatiana Maslany’nin anne görevi ve çocuklarına empoze etmeye çalıştığı “ölüm” duygusunun vurgulanışı, filmi karakter odaklı bir korku hikâyesine dönüştürüyor. Bu ilk bölümde anlatılanlar, Stephen King’in hikâyelerinden alışkın olduğumuz tonlamaya oldukça benzer; belirsizlik ve tehdit, zarif bir şekilde kurgunun içerisinde dolaşmaya başlıyor.

Kişisel bir kâbus

The Monkey’nin en ilginç tarafı işlediği lanetin rastgele olmaması. Birçok korku filminde olduğu gibi, burada da karakterler bir şeyin bedelini ödemeye başlıyor ama fark şu ki, bu ödemeler kişisel. Akla ister istemez Final Destination serisi geliyor tabii; oradaki ölümler de kaçınılmaz olan bir lanetin, rastlantısal bir düzenin içinde gerçekleşiyor. Oysa burada maymun, adeta kin tutuyor. Hedeflerini seçiyor, onları takip ediyor ve hiçbir şekilde kaçışa izin vermiyor. İzleyici bu yüzden koltuğuna daha sıkı tutunuyor. Çünkü bu sefer ölüm evrensel değil, kişisel.

Burada; bir şekilde ondan kurtulmaya çalışılması fakat maymunumuzun her seferinde çocukların ensesinde bitişi, bana Bruce Almighty'de Bruce'un bilmediği bir numara tarafından sürekli arandığı, kurtulmaya çalıştığı, fakat yine dönüp dolaşıp dibinde çıkan çağrı cihazını anımsattı.

Yönetmen Osgood Perkins, bu eleştiriye açık olmayacak kadar nazlı olan laneti dramatik yapı içine başarıyla yerleştirmiş. Korku sadece cana kast edilen bir tehdit olarak değil; geçmişin sızısı olan çocukluğun travmaları, hatta çözülmemiş aile meseleleriyle veriliyor. Maymunun varlığı, bu anlamda sadece bir nesne değil, aynı zamanda önemli de bir hatırlatıcı. Her zil çaldığında geçmişin kanlı izleri yeniden beliriyor. Bu konsept, özellikle ilk yarıda son derece başarılı bir şekilde işlenmiş. İzleyici hem korkuyor hem de duygusal olarak kendisine kitliyor.

Sallantı başlıyor

Ne yazık ki film bu güçlü başlangıcın ardından tökezlemeye başlıyor. İkinci yarıyla birlikte gerilimde ciddi bir düşüş var. Hikâyenin merak unsuru dağılıyor, tempo yavaşlıyor ve izleyici olarak "ne olacak?" sorusunun yerini "neden hâlâ hiçbir şey olmadı?" şikâyeti alıyor. Özellikle ikinci perdede anlatım gereğinden fazla uzatılmış. Hikâyeyi genişletmek isterken, temel gerilimi sulandırmış, artık anlam veremediğimiz bir izleti kalıyor geriye. Bu da bana kalırsa hikâyenin asıl gücünü törpüleyen şey.

Korku sineması izleyicisi belirsizliği sever, ama cevapsızlıktan hoşlanmaz. Aslında bunu sadece korku severlerle sınırlandırmamak lazım; kim hoşlanır ki?.. The Monkey de bu ikisinin arasına bir yere sıkışmış. Ne merak duygusunu canlı tutabiliyor ne de tatmin edici açıklamalar yapabiliyor. Üstelik karakterlerin davranışları da bu bölümde inandırıcılığını yitiriyor. İlk başta empati kurduğumuz karakterler giderek karikatürleşiyor ve korku duygusunun yerini bir noktadan sonra sıkıntı alıyor.

Oyunculuklar dahi kurtarmıyor

Her ne kadar hikâye düşüşe geçse de, oyunculuklar filmi belli bir seviyede tutmayı başarıyor. Theo James, iki kişiye bölünerek zaten filmin duygusal yükünü yeterince sırtlanıyor. Travmanın ve çaresizliğin yavaş yavaş yüzüne yerleştirdiği o ifadeler, hikâyenin taşıyamadığı dramatik tonun altını dolduruyor. Diğer performanslar da her anlamda yeterli düzeyde. Ama karakterlerin yazımı zamanla zayıfladıkça, bu güçlü performanslar da ne yazık ki tam anlamıyla parlayamıyor.

Görsel açıdan da film oldukça başarılı. Renk paleti, ışık kullanımı, tavan arasının kasveti ve maymunun tasarımı, görsel olarak güçlü ve ürkütücü bir atmosfer yaratıyor. Özellikle eski oyuncakların korkutucu potansiyeli sinema tarihinde birçok kez kullanıldı ve The Monkey’de bu detay hak ettiği ürkütücülükle sunulmuş. Maymunun çaldığı zilden gelen titreşim bile izleyiciyi irkiltmeye yetiyor.

Kaçırılmış bir fırsat

En başta şunu kabul etmek gerek, The Monkey kötü bir film değil. Ancak, iyi bir film olabilecekken ortalama bir deneyime dönüşmesi zaten onu hayal kırıklığı yaratan bir noktaya taşıyor. Stephen King’in kısa öyküsü, film boyunca hep arkada bir gölge gibi dolaşıyor. İzleyici olarak sürekli daha fazlasını bekliyorsunuz çünkü hikâye bunu vaat ediyor. En sarsıcı olması gereken yerlerde çekingen, en açıklayıcı olması gereken anlarda ise suskun kalarak film bunu yerine getiremiyor.

Yönetmenin anlatım tercihi, kimi yerlerde hikâyeyi edebi bir katmana taşımaya çalışıyor olabilir ama sinema görsel bir dil. Ve görsel olarak anlatılamayan, seyirciye geçmeyen hikâyeler, bir noktadan sonra sadece uzayan sahnelere dönüşüyor. Bu filmde de ne yazık ki bu hissi yaşatan birçok sahne var. Her şey hazırken; lanetli nesne, güçlü oyuncular, başarılı atmosfer... Neden bu kadar dağınık bir yapı tercih edilmiş, çözebilmiş değilim.

Yorgun bir final

The Monkey, güçlü bir başlangıç yapıyor ama maalesef aynı güçle bitiremiyor. İlk yarıdaki hareketlilik, merak duygusu ve duygusal derinlik, ikinci yarıda yerini ağır ve akıbetinin artık pek de umurumuzda olmadığı bir anlatıma bırakıyor. Filmin temposu düştükçe korku da azalıyor. Ve izleyici bir hikâyenin yalnızca sonuna değil, aynı zamanda bir vaadin göz göre göre gerçekleşemeyişine de şahit oluyor.

Yine de filmden tamamen kopmamak için nedenler var. Oyunculuklar güçlü, atmosfer başarılı, lanetin işlenişi başlı başına kişisel ve yeterince korkunç. Ancak tüm bu artılar, filmi başarılı yapmaya yetmiyor. The Monkey, tavan arasındaki eski bir lanetin nasıl bu kadar yüzeysel işlenebildiğinin göstergesi adeta. Ve bu durum, bir izleyici olarak sizde kalıcı bir iz bırakıyor; "keşke daha iyi olsaydı".

Paylaş