Bu sezonu izlerken hep içimde bir eksiklik varmış gibi hissediyordum. Evet, Daredevil geri döndü belki ama bir şeyler yerine tam oturmuyordu; sanki o eski, içimize işleyen karanlık ağırlık, yerini daha yumuşak ve biraz daha kontrollü bir anlatıya bırakmış gibiydi. Ama 9. bölümle beraber o boşluk yerini tatmin edici bir doygunluğa bıraktı diyebiliyorum. Dizinin ritmi, tonu ve duygusal yükü nihayet olması gereken yere ulaştı. Uzun süredir beklediğim "İşte bu!" dedirten bölüm tam olarak buydu.

👨‍🦯
Yazı, Daredevil: Born Again'in 9. bölümünden, yani sezon finalinden spoiler içeriyor olacak.

Frank Castle’ı tekrar görmek şahane. Punisher sahneye adım attığı an, dizinin tonunun bir anda nasıl değiştiğini eminim siz de hissetmişsinizdir. Sanki yıllardır bekleyen bir fırtına sonunda patladı ve gökyüzünden aşağıya, şehre, adaletin en acımasız hâli indi. Frank’in varlığı sadece aksiyon açısından doyuruculuk getirmedi, Matt’in içinde bir süredir bastırdığı öfkeyi de yeniden uyandırdı sanki. Karen’ın çıkagelmesiyle de ekip tamamlandı demek isterdim ama yaramız hala çok taze, biliyorsunuz.

Ve Foggy. Ah Foggy… İsmi geçtiği an ben de eski bir dostumu yitirmiş gibi üzülüyorum. Bu hikâyenin en başından beri takipçilerinden biri olarak, kimin onun ölümünü istediğini öğrenmek, yıllardır izlediğimiz o dostluğun nasıl paramparça olduğuna şahit olmak, gerçekten zordu. Bu bölüm ayrıca Matt’in artık bir daha aynı adam olamayacağını da açık açık ilan ettiği bir bölümdü ve bu açıdan da önemliydi diye düşünüyorum. Sadece kayıplar değil, o kayıpların yükünü taşıma şekli de onu değiştirdi. Ve bu değişim, Daredevil’in karanlık yönünü en net gördüğümüz sahneleri de beraberinde getirdi.

Benjamin’in bu kirli oyunun içine nasıl sürüklendiğini öğrenmek, sezonun en iyi anlatılmış kısımlarındandı. Genç bir idealistin sistemin dişlileri arasında nasıl öğütüldüğünü görmek, dizinin hem politik hem de insani noktalarından biriydi. Bu sezon her ne kadar inişli çıkışlı ilerlese de Bullseye gibi güçlü karakterlerle gerçek bir düşüş hikâyesi izliyor olmak, diziyi ayakta tutan önemli unsurlardan bir tanesiydi diye düşünüyorum. Ayrıca, yoksa hikâyenin Vanessa ayağı da açıkta kalacaktı. 

Dizinin atmosferi sonunda eski ruhuna kavuştu. O dar koridorlar, sessizliğin içinde büyüyen gerginlik, bir anda patlayan bombalar, evler… Tüm bunlar Daredevil’in neden bu kadar sevildiğini bir kez daha hatırlattı bana. Bu sadece bir kahraman dizisi değil; bu, bir adamın kendi içinde verdiği savaşın hikâyesi. Bu bölümle birlikte bu savaş yeniden başladı ve artık geri dönüşü olmayacak.

Kingpin cephesine gelirsek… Wilson Fisk’in gücün zirvesinde dururken aslında içten içe nasıl korktuğunu görmek beni nasıl mutlu etti anlatamam. Dışarıdan hala o kontrollü, hesapçı adam gibi görünse de bu bölümde yaşadığı güç sarhoşluğu onu daha da dengesiz bir hale getirdi. Önümüzdeki sezon için büyük beklentilerim var çünkü artık Kingpin’in oyun kurucu değil, savaşı başlatan adam olduğunu net bir şekilde görme zamanı.

Bu arada sezon genelinde, Muse ve Hector gibi diğer yan karakterlerin anlamsız biçimlerde hikâyeden koparıldığının son derece farkındayım. Diziyle alakalı şikâyet edebileceğim yegâne şey de muhtemelen bu olur. Gerçekleştirilmesi gereken olaylardan bir anda koparak uzaklaşmak zorunda kalışımız, bir izleyici olarak mantık çerçevesi içerisinde değerlendirebileceğim bir durum değil. Yara daha kabuk bile bağlamadan, kısa bir sürede iyileştiğinin gösterilmesi kadar anlamsız geliyor fakat bunun nedeninin de sezonun iki parçaya bölünmüş olması olabilir gibi geliyor bana. 

Verilen ilk kararda 18 bölümden oluşması planlanan sezonun, sonradan ikiye ayrıldığını hesaba katarsak, yeni sezonda, burada işlediğimiz ve anlamsız şekilde kopartılan yan hikâyeler bir şekilde devam edebilir diye umuyorum. Yoksa Daredevil: Born Again, hikâye arkı konusunda sınıfta kalabilir. 

Zaten bölüm onların değil, eski dostların ve esas düşmanların bölümüydü. Bu bilinçli bir tercihti ve bölüm özelinde konuşacak olursak her şey oldukça yerindeydi. Kingpin’in kanunsuzlara karşı açtığı savaşın ve ilan ettiği sıkıyönetimin ne boyutlara ulaşacağını bir sonraki sezonda fazlasıyla göreceğiz. Şimdi kartlar dağıtıldı, iki tarafta da herkes pozisyonunu almış bekler vaziyette duruyor.

Ve ben, bölümü izlerken sadece bir dizinin finalini değil, yeni bir devrin başlangıcını izliyormuş gibi hissettim. Born Again, sonunda adını hak eden bir final sundu bize. Dizi ilk defa bu kadar net bir şekilde "yeniden doğuş" hissi verdi. Sanki her şey şimdi başlıyormuş gibi.

Daredevil geri döndü. Hem de tüm kalp kırıklığı, öfkesi ve yalnızlığıyla. Ve ben, böyle bir Daredevil’ı izlemeye her zaman hazırım. Ama yanında Punisher'la birlikte mümkünse.

Kısıtlayıcı Kurallardan Uzakta: The Punisher (2017-2019)
Marvel’ın sokak kademesindeki kahramanları arasında kendine özel bir yer edinen ‘The Punisher’, ‘Frank Castle’ın yürek burkan hikayesini Jon Bernthal’ın eşsiz performansı ile taçlandırıyor.

Yaren’in Köşesi
muggle’lar mı? onlar hiçbir şey görmezler ama çatal batırırsan hissederler. merhaba, ben Yaren. çocukluğumdan beri tutkunu olduğum fantastik dünyalara, filmlere, kitaplara, dizilere ve çizgi romanlara dair videolar yapıyorum. ben bu videoları yaparken çok eğleniyorum, eğer siz de bana eşlik etmek isterseniz, kanalımı takip edebilirsiniz :)
Paylaş