Daredevil: Born Again, söylenenlere göre Netflix’in Daredevil dizisinin yedi yıl sonrasındaki bir zaman diliminde geçiyor ve New York’un giderek daha da kaotik bir hale geldiği bir dönemi resmediyor. 

💀
Yazı, Daredevil: Born Again'den spoiler içeriyor olacak. Dikkatli ol. 🦯

Bölüm, Matt’in uzun süredir kendini Daredevil kimliğinden uzaklaştırmasının temel nedenini, yani Foggy Nelson’ın ölümünü ve bunun Matt üzerinde bıraktığı derin suçluluk duygusunu merkeze alıyor. Foggy’nin kaybı, Matt’i yalnızca en yakın dostundan mahrum bırakmakla kalmadı, aynı zamanda onun hayatındaki en büyük denge unsurunu da elinden aldı. Bu kayıp, en azından bir süreliğine Matt’in kendisini affedememesine ve Daredevil kimliğini bir kenara bırakmasına neden oldu. Ancak New York özellikle de Hell’s Kitchen, suçun yükselişte olduğu bir dönemde koruyucusuz kaldığında, Matt’in içindeki savaşçı ruh yeniden alevlenmeye başlıyor.

Wilson Fisk’in belediye başkanı seçilmesiyle şehirde suç oranlarının dramatik bir şekilde artması, bir kısım halkı memnun edip diğer kısmı korku içinde bırakırken, Matt için ister istemez bir kırılma noktası oluşturuyor. Buraya varacağımızı hepimiz tahmin etmiştik zaten, değil mi?

Bir zamanlar avukat kimliğiyle suçla savaşan Matt Murdock, şimdi hem hukuki hem de fiziksel yolların yetersiz kaldığını görüyor. Şehir kan kaybederken, Matt’in içindeki çelişkiler derinleşiyor. Daredevil kimliğini tekrar üstlenmek onun için sadece bir kahraman olma meselesi değil; bu, kendini bulma ve geçmişindeki hatalarla yüzleşme yolu da aynı zamanda. Ve kendisine en çok ihtiyaç duyulan bu dönemde eski dostlarından birini ziyaret ediyor.

Buraya varana kadar karakterimizin adalete legal yollardan müdahale etme girişimlerine, yani avukatlığa devam etmeye çalıştığını gördük. Tahmin ettiğimiz gibi White Tiger/Hector Ayala’nın ani ölümü Matt’i duygusal olarak büyük bir çıkmaza sürüklüyor ve içten içe kendi terazisinde adaletin hangi kesime daha adil davrandığının ölçümünü yapmaya başlıyor. Bir noktadan sonra bir ufak omuza, belki eski bir dosta ihtiyaç duyuyor ki burada seneler sonra karşımıza çıkan sevgili Punisher’ımızla denk düşüyoruz.

Matt ve Frank’in karşılaşması, yıllardır süregelen ideolojik farklılıklarının bir kez daha gün yüzüne çıkmasına neden oluyor. Frank’in acımasız adalet anlayışı ve Matt’in adaleti hukuki yollarla sağlama arzusu, her zaman iki zıt kutup olarak karşımıza çıkmıştı. Ama ne yalan söyleyeyim; güneş tutulması gibi kırk yılda bir gerçekleşen bu olay, biz hayranların yüzünü güldürmeyi bir şekilde yine başarıyor.

Matt’in Frank’i ziyaret edişi, onun Daredevil kimliğine gerçekten de ihtiyaç duyduğunu kabul etmeye başlamasının bir göstergesi. Aslında bu ziyaret, karakterimizin kendisini Daredevil olarak yeniden tanımlamak için bir nevi onay arayışında oluşunu gösteriyor. Frank, her zamanki gibi Matt’in yöntemlerini fazla yumuşak bulsa da, ona duyduğu saygı ve güven dolayısıyla bu sefer daha destekleyici bir tavır sergiliyor. Bu sahne, Matt’in Daredevil olmaya en az şehir kadar kendisinin de ihtiyacı olduğunu güçlü bir şekilde hissettiriyor ve bize onu ne kadar özlediğimizi hatırlatıyor. 

Ancak karakterimizin dönüş süreci sandığı kadar kolay olmayacak. White Tiger’ın ölümü, onun üzerinde derin bir yara açtı. Bu mevzuda sadece White Tiger ile Matt arasında kısa sürede kurulan ilişki değil, Foggy’nin kaybı devreye giriyor. Frank ile konuşmasından anladığımız kadarıyla Matt hala en yakın dostunun acısını hissediyor ve aradan uzun bir süre geçmiş olmasına rağmen büyük bir yas tutuyor. Matt, Hector’un ölümünü Foggy’yle ilintilediği için de bu kaybın onu bu kadar derinden etkilendiğini düşünüyorum. Üst üste gelen bu kayıplar, zaten kırılgan olan yapısını daha da sarsarken, savaşma motivasyonunu da iyice körüklüyor. 

Ayrıca çizgi roman okurlarının tahmin edebileceği gibi, White Tiger ismi muhtemelen burada sona ermeyecek. Bölüm içerisinde gördüğümüz Hector Ayala’nın yeğeni ya da bir başka akrabası, çizgi romanlardan bildiğimiz diğer White Tiger olarak karşımıza çıkabilir. Bu unvan, çizgi romanlarda birkaç karakter tarafından canlandırılan bir karakter, dolayısıyla yapımcıların da paşa gönülleri nasıl isterse o şekilde işleme kolaylıkları var diyelim. Eğer gerçekleşirse, Matt için yeni bir sorumluluk doğacak fakat aynı zamanda onun koruyucu doğasını bir kez daha ortaya çıkaracak diyebiliriz.

Bölümün sonunda ise bizi büyük bir sürpriz bekliyor. Marvel evreninin en rahatsız edici ve korkutucu düşmanlarından biri olan Muse. Muse, çizgi romanlarda tam anlamıyla bir psikopat olarak tanımlanır. Fakat sanatçı kimliği olan bir psikopat. 

Cinayetleri sanata dönüştüren ve kurbanlarının kanını kullanarak resimler yapan bu karakter, Matt için hem fiziksel hem de psikolojik açıdan ciddi bir tehdit oluşturacak. Muse, Daredevil’in radarına giren en tehlikeli suçlulardan biri çünkü kurbanları sıradan insanlar değil, genellikle Matt’in korumaya çalıştığı masumlar oluyor. Ayrıca, Muse’un Daredevil’in körlüğüyle adeta alay eden bir tarza sahip olması, onların arasındaki mücadeleyi çok daha kişisel hale getirecek diye tahmin ediyorum ben. 

Dördüncü bölüm, kısmen yavaş ilerlese de Matt’in iç dünyasını, kendini bulma çabasını ve Daredevil kimliğine yeniden bürünme sürecini mükemmel bir şekilde işliyor. Foggy’nin kaybı Matt’in tüm dünyasını altüst ederken, New York’un giderek suç bataklığına sürüklenmesi, onun Daredevil kimliğini kaçınılmaz bir şekilde yeniden kucaklamasına sebep oluyor. Frank Castle ile olan sahneleri, onun içindeki çatışmayı daha da belirgin hale getirirken, White Tiger’ın ölümü, hikâyeye dramatik bir ağırlık katıyor. Bölüm finalinde Muse’un ortaya çıkışı ise, önümüzdeki bölümlerin çok daha karanlık ve tehlikeli olacağının sinyallerini veriyor.

Daredevil, yalnızca şehri korumak için değil, kendi ruhunu kurtarmak için de bir kez daha maskesini takmak zorunda kalacak...


Paylaş