Peacemaker'ın ikinci sezonu, kahkaha ile trajedinin, absürtlük ile hakikatin arasında gidip gelen o ince çizgide ustalıkla dans ediyor. Fakat yedinci bölümle birlikte bu dans artık bir törene dönüşüyor; bir vedanın, bir hesaplaşmanın ve bir uyanışın törenine. Chris, kendi elleriyle yıkıp kaçtığı geçmişine mecburen dönerken, paralel bir evrende bile aynı acının peşini bırakmadığını fark ediyor. Bu kez düşmanı dışarıda değil, içinde. Her ne kadar bu bölüm bol aksiyon ve sürükleyici olaylarla dolu olsa da asıl ağırlık, bir adamın kurtulmaya çalıştığı kaderiyle yeniden yüzleşmesinde yatıyor. 

💡
Yazı, Peacemaker dizisine dair spoiler içerecek.

Gamalı haç...

Bu bölüm, dizinin şimdiye kadarki en ağır ve duygusal bölümlerinden biri olarak karşımızda. Geçen bölümde açığa çıkan Nazi zaferli paralel evrenin ağırlığı bu kez tüm kadroya çarpıcı biçimde yansıyor. Argus merkezindeki duvardan sarkan devasa Hitler portresi, yalnızca bir arka plan detayı değil, Adebayo’nun ve tüm siyahi insanların varoluşunu tehdit eden bir gerçeklik. Aslında bu evren zaten ideolojik anlamda en başından beri sabun kokuyor. Fakat Emilia’nın aptala anlatır derecede açık olan sert çıkışı olmasa belki bu detayın farkına çok sonra varacaktık. Ama yine de her türlü bu evrende siyah tenli bir ajanın "fazlalık" olarak görüldüğü bir şekilde gözümüze sokulacaktı. Geçen yazımızda cesareti konusunda Gunn'ı bu yüzden de tebrik etmiştik, hatırlarsınız.

“Barışın Bedeli Ağır Olur”: ‘Peacemaker 2. Sezon 6. Bölüm’ İncelemesi
Gerçekliklerin birbirine karıştığı, kahramanlığın aileyle sınandığı ve alternatif tarih ihtimallerinin damarımıza kadar işlediği bir ‘Peacemaker’ bölümü.

Chris’in burada yaşadığı ikilem aslında ilk sezondan beri birikerek gelen bir hikâyenin kırılma noktası var. Kendi isteğiyle terk ettiği evrene, mecburiyetle dönmek zorunda kalışı, karakterin kendi kaderiyle boğuştuğunu simgeliyor. Kaçtığı "mutluluğun" yerini yeni bir hayatla doldurabileceğini sanması, onu bu noktada tamamen savunmasız bırakıyor. Aslında onunla en çok bağ kurabildiğimiz nokta da bu oluyor, çünkü Chris gerçekten acı çekiyor.

Aile hayali, yabancı gerçeklik

Bu evrende hayatta olan Auggie ve Keith’in varlığı Chris için hem teselli hem de lanet. Çünkü bu evrenin Chris'ini ilk bölümlerde öldürenin bizim Peacemaker olduğunu öğrenmeleri, kaçınılmaz bir çatışmayı beraberinde getiriyor. Kardeşinin gözlerinin içine bakarak bir kez daha aynı hatanın ağırlığını taşıması, dizinin belki de en acı sahnesiydi. Chris, her ne kadar buradaki Emilia’yı da sevmeye çalışsa da, hatta belki de bir umutla "aynısı olabilir" diye kendini kandırsa da, evrenin diğer şartları ve katı farklılıkları onun mutluluk çabasını paramparça ediyor. Sondaki haykırışı da tüm bu sahte huzurun yıkılışının ya da gerçeklerin yüzüne bir kez daha çarpışının bir yansıması niteliğinde.

Direniş ve çatışmanın ortasında

Bölümün en sarsıcı anlarından biri finale yaklaşırken Adrian ile yaşanıyor. Kendi versiyonuyla son derece iyi anlaşan Vigilante’nin bu iş birliğiyle Peacemaker’ı kurtarmaya çalışması, izleyiciye "nihayet bir umut" dedirtiyor fakat feci bir ölüm sahnesine daha tanıklık ediyoruz. Ve bu ölüm, yalnızca bir karakter kaybı değil, Chris’in ruhuna saplanan yeni bir hançer gibi. Eğer bu hamleyi yapan kişi bizim Adrian ise (diğer evrendeki hali de olabilir gibi), önümüzdeki bölümlerin en büyük kırılma noktalarından biri şimdiden atılmış olabilir diye düşünüyorum.

Bu sahnenin yarattığı gerginlik, karakterler arası ilişkileri temelden sarsacak gibi duruyor. Her ne kadar herkes onun canını kurtarmak için çabalasa da "Kim kime ihanet etti?" sorusu, Peacemaker’ın kendi kaderiyle hesaplaşmasını artık yalnızca kişisel değil, toplu bir dram haline getiriyor. Gunn’ın bölüm boyunca kurduğu atmosfer, sadece aksiyona değil, bu psikolojik kaosa da hizmet ediyor.

Kaçış kapısına elveda

Evrenler arası geçiş kapısının kapanışıyla birlikte bölüm, ilk sahnelerden beri ördüğü "geri dönme" temasını tamamlıyor. Chris’in, cihazı kendi isteğiyle Argus’a vermesi ve ardından kendisini de teslim edişi, karakterin büyüdüğü ama aynı zamanda paramparça olduğu bir an denilebilir. Kendi kaderinin dizginlerini eline aldığını sanırken aslında bir teslimiyete yürümüş olması, Peacemaker'ımızı yeni bir trajedi katmanıyla buluşturuyor.

Sezon finaline yalnızca bir bölüm kala dizinin tonunun giderek Shakespearevari bir ağırlık kazandığını söylemek de mümkün. "Olanla ölene çare yok" hissi, yalnızca bu bölümün değil, aslında tüm sezonun özeti gibi.

Son düzlüğe girerken

Bu bölüm, Chris’in önceki bölümde yediği haltların sonuçlarını ödediği, ama yalnızca onun değil, tüm karakterlerin kendi bedelleriyle yüzleştiği bir ara yüz niteliğinde. Yedinci bölüm, sezon finaline giden yolda hem kayıp hem de umut dolu bir eşik yarattı. DC’nin önceki dönem işleriyle yeni dönem işleri arasındaki geçişin en parlak örneklerinden biri olması, diziyi diğer süper kahraman hikâyelerinden ayırıyor. Yine söylemek istiyorum, bu karakter özelinde bu kadar güçlü bir yapımla karşılaşacağımızı tahmin etmemiştim doğrusu.

James Gunn, Peacemaker ile DC’nin en cesur işlerinden birine imza atıyor. Oyuncu kadrosunun görece "tanıdık olmayan" yüzleri, John Cena’nın beklenmedik derinlikteki performansıyla birleşince ortaya böylesi yoğun bir dizi çıkıyor. WWE çıkışlı bir oyuncunun bu kadar incelikli bir dram performansı sergileyebilmesi gerçekten takdire şayan.

Beklentinin eşiğinde

Artık gözler tamamen ikinci sezon finalinde. Bölüm, hem karakterlerin hem izleyicinin umutlarını törpüleyen bir ağırlıkla biterken, bir yandan da üçüncü sezon için dev soru işaretleri bırakıyor: Chris bu döngüyü kırabilecek mi? Babası ve abisinin ölümünün yarattığı yeni sarsıntı nasıl telafi edilecek? Argus’un eline geçen cihaz hangi amaçlara hizmet edecek?

Peacemaker, yedinci bölümüyle yalnızca bir ara durak değil, güçlü bir kırılma noktası sundu bize. DC evreninin hem en kaotik hem de en duygusal anlatısı olmaya aday olan bu seri, finale yaklaşırken izleyicisini hem merak hem de hüzünle ekran başına mıhlamayı başarıyor. Geriye sabırsızlıkla beklemek kalıyor.

Paylaş