Bir buçuk yıl aranın ardından Emily in Paris’in dördüncü sezonunun ilk kısmı nihayet bizimle. Her sezon sonunda ne kadar şikâyet edersek edelim diğer sezon yayınlanmaya başladığı an izleyiciler olarak anında olay yerine damlıyoruz. Emily’ye her ne kadar sinirlensek de bir yanımızın onu çok sevdiğini itiraf etme vakti gelmedi mi dostlar? 

⚠️
Yazı, dördüncü sezonun ilk kısmından spoiler içeriyor olacak, lütfen dikkat et.

Darren Star neredeyse ben oradayım. Sex and the City (1998-2004) sevgimi bu oluşumdaki ilk yazılarımdan birinde belirtmiştim, zaten her fırsatta da hatırlatıyorum.

Herkes İkinci Bir Şansı Hak Eder: ‘And Just Like That...’ 2. Sezon İncelemesi
90’lı ve 2000’li yılların efsane dizisi ‘Sex and the City’, sürprizlerle dolu hikâyesine 25 yıl aradan sonra ‘And Just Like That...’ ile kaldığı yerden devam ediyor.

Dört bağımsız kadının Manhattan sokaklarını dertleriyle, sevinçleriyle en önemlisi de bir arada arşınladıkları hayatlarını, böylesine hatırlanabilir ve ikonik hale getiren bir insanın bir sonraki projesi ne olursa olsun izlersiniz. Darren Star imzalı Emily in Paris’e de bu umutlarla başladık biliyorsunuz. Fakat beklediğimizi bulabildik mi?.. Bu konu beklentinizin hacmine göre değişiklik gösterir. 

Mesela ben başarısız bir dizi olduğunu biliyorum ama hala daha severek izliyorum. Bu tempoda dokuz sezon daha yayınlansın, muhtemelen dokuzunu da severek izlerim. Çünkü biliyorum, Emily bize bundan daha fazlasını vermeyecek.

Elbette bu arz-talep eğrisi doğrultusunda ilerlemesi gereken bir ilişki, elbette platformların biz izleyiciler için en iyisini yapmak için çabalamaları gerekiyor ama bu cıvıl cıvıl rengarenk dizi müzikleriyle, tatlı mekanlarıyla, kostümleriyle, atmosferiyle ve mükemmel oyuncu kadrosuyla elinden gelenin en iyisini yapmaya zaten çalışıyor. Varsın genç bir kadının Paris’teki şımarık hayatında başarılı olma çabası da böyle anlatılsın. Her dizi Mr. Robot kadar kafa yakmak zorunda değil, değil mi canım?

Bu kadar pozitiflik yeter, eğer hazırsanız sadece Emily’ye değil, yazının geri kalanında diğer karakterlere de söyleyecek iki çift lafım olacak. 

"Emily", "Gabriel"

Şimdi öncelikle geçtiğimiz sezon büyük bir şokun eşiğinde kalmıştık. Camille’nin hamile olduğunu öğrendiğimiz nikah arifesinde, kendisi de Gabriel ile Emily arasında yaşananları öğrenmiş ve töreni terk etmişti. Emily ve Gabriel arasında hiçbir engel kalmadı derken bir anda çocuk mevzusu düştü önümüze ve sezonun bu kısmında da bu can sıkıcı konunun yoğunlukla hakimiyet sürdürdüğünü gördük.

"Camille", "Gabriel"

Camille ve Gabriel arasında kopartılamaz bir bağ olduğu yadsınamaz bir gerçek ve bu ikilinin ilişkisine sonradan dahil olan kişinin Emily olduğunu anımsarsak olaylara daha objektif bir açıdan bakabileceğimizi düşünüyorum. Yeni taşındığı bu şehirdeki ilk arkadaşının, henüz bağını kopartmadığı sevgilisine âşık olmak nereden bakarsak bakalım fazlasıyla yanlış. Fakat Emily, Gabriel’e hisler beslemeye başladığı sıralarda Camille ile ilişkisi olduğunu bilmiyordu, o yüzden ona da çok yüklenemiyorum.

İlk birkaç sezonda bu aşk üçgeni mevzusu bir şekilde kendisini merakla izletmeyi başarıyordu. Fakat üç ve sonrasındaki sezonlarda artık ne olursa olsun tekrara bindiğini ve heyecanını yitirdiğini düşünüyorum. Emily tarafından hikâyeye dahil olan Alfie ve Camille tarafından dahil edilen Sofia ile hareketlendirildiği doğru fakat onlara rağmen bu mevzunun son kullanma tarihinin geçtiğini de artık kabul etmek gerek. 

Camille

Nikahtan sonra ortalıktan kaybolan fakat sonrasında sadece kafasını dinlemek için inzivaya çekildiğini öğrendiğimiz Camille, arkadaşlarını ve ailesini fazlasıyla endişelendiriyor. Onu bulabilmek adına hem bebeğini taşıdığı için hem de dediğim gibi aralarında kopartılamaz bir bağ olduğu için fazlasıyla efor sarf eden Gabriel; Emily’den Camille’nin yeni kız arkadaşı Sophia ile kaçmış olabileceğini öğreniyor.

Durumdan Sophia’nın da haberinin olmaması, Atina’ya giden karakterin geri dönmesine neden oluyor ve her biri ortak bir amaç için tekrar Paris’te toplanıyor. Camille’nin minik depresyonunun sonuçlanmasının ardından karakterlerimiz ilginç bir şekilde hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam ediyorlar.

Arkadaşının sevgilinle birbirlerine karşı hisler beslediğini öğreniyorsun, iyi kötü bir şekilde hala Emily ile aranı iyi tutabiliyorsun, sevdiğin adamın çocuğunu taşıyorsun ama bir yandan da gönlün Atinalı Sofia’da. Sen de karar ver be kızım!

"Sophie", "Camille"

Dizinin insanlarla ters düştüğü nokta da çoğunlukla bu olsa gerek. Emily’nin peri masalı cıvıl cıvıl hayatı, rutin bir tempoda yaşayan, uykusuz, tatsız, hatta çoğu zaman işine lanet okuyarak giden insanlara bile bir noktaya kadar kabul edilebilir gelebiliyor. Ama ilişki dinamikleri için aynısını söylemek mümkün değil. Bu kadar şey yaşayıp hâlâ aynı apartman içerisinde yaşamak, bu insanların her biriyle görüşebiliyor olmak, sağlam mide gerektirmeli...

Alfie

"Emily", "Alfie"

En başından beri Emily ve Gabriel ikilisinin ilk kez bu kadar rahat olduğunu görüyoruz. Her ikisinin de yalnız kaldığı dönemler oldu fakat ya birlikte olabilmeleri için yeterince çabalamadılar ya da bu süreçte başka insanların kalplerini kırmayı tercih ettiler. Bunlardan bir tanesi de Alfie’ydi. 

Koca seride en çok hak verdiğim isim olmakla birlikte, yetişkin bir insan gibi düşünüp kararlar alabiliyor ya da istediği şeyin peşinden gidebiliyor Alfie

Dizideki en aklı başında karakter olmasını ne yazık ki her seferinde bir şekilde burnundan getiriyorlar. Gabriel ile Emily’nin aralarındaki ismi konmamış duygular, Camille gibi Alfie’yi de bir süreliğine uzaklaştırmıştı. Ama önceki sezondan süregelen reklam konusu dolayısıyla Emily’nin isteğini geri çeviremiyor, ayrı olsalar bile Emily’nin zarar görmesini istemiyor. 

Bu hassasiyet ne yazık ki Gabriel’de bulunmuyor. Emily’nin ısrarla Gabriel’e çekiliyor olmasının sebebi de muhtemelen ikisinin de fazlasıyla belirsiz olan duyguları. Netliğe tahammül edemiyorlar ama birbirleri olmadan da edemiyorlar. 

Emily-Gabriel

Nihayet diğerlerini saf dışı bırakıp kendilerine odaklandıkları bir süreç izliyoruz fakat burada bile bu ilişkiye başkaları müdahil oluyor. Bu ikili hakkındaki en çok şikâyet edeceğim şey, ilişkilerinin her zaman yıkılmaya müsait olması. Dizi başladığından bu yana birbirleri için deli oluyorlar ama aynı zamanda "olmasa da olur" havasındalar. Aşkları asla destansı hissettiremiyor.

Gabriel’in kendi evini Camille ve onun kız arkadaşı Sophie’ye vermesi, bir süreliğine anlaşılabilir bir durum fakat ev arayışında olan Camille’nin Gabriel’in karşı komşusu olması, her şeyin üzerine limon sıkıyor. 

Henüz kısa bir süredir tanıyoruz belki ama Sophie bile Camille için ülke değiştirip gelmişken, onun hiçbir zaman Gabriel’den kopamayacağının farkında varıyor ve çekip gidiyor. Bu durumda Sophie’ye kaç kişi hak vermemiş olabilir ki? 

Final

Camille’nin hamileliğinin bir yanlış alarm olduğunu ve bu gerçeği Gabriel’den gizleyeceğini öğrenmemizle veda ediyoruz sezonun ilk kısmına. Bu da demek oluyor ki karakterimiz Gabriel’i Emily’den kopartabilmek için gidebileceği yere kadar bu yalanı sürdürecek ve bu yolda mübah olan ne varsa yapacak. 

Aşk üçgenine geçtiğimiz sezonlarda Alfie ve Sophie gibi yeni köşeler eklenmiş olsa da, dördüncü sezonla birlikte nihayetinde hikâyenin en başına geri dönüş yapıyoruz ve elimizde yine kemik kadro kalıyor; Gabriel, Camille ve Emily.

Önümüzdeki kısımda neler olup bitecek bilemiyorum ama en büyük temennim Emily ve Gabriel’in birbirlerini sevdiklerine artık bizi ikna etmeleri. Aşklarına bu sefer gerçekten sahip çıkmalarını gönülden diliyorum çünkü artık benim onları savunabileceğim başka bir gerekçem kalmadı...  

Karakterleri bir yana, en başta da dediğim gibi ben bu diziyi atmosferi dolayısıyla çok seviyorum. Carrie'nin New York'taki rüya gibi hayatının havasının en azından bir kısmını Paris'teki cıvıl cıvıl hayatında yansıtabiliyor Emily. En azından bu emeği takdir ediyor ve sonraki kısmı merakla bekliyorum. Dördüncü sezonun ikinci kısmında görüşmek üzere.

Au-revoir!


Paylaş