Yayınlandığı ilk sezonuyla geçtiğimiz yılın sonbahar aylarına damga vuran Netflix dizisi Nobody Wants This, ilk sezonunda yakaladığı o taze, dürüst ve yer yer utandıracak kadar gerçekçi hava sayesinde yalnızca izlenme rekorları kırmakla kalmadı, modern romantik komedinin sıkışmış formüllerine de yeni bir soluk getirdi. Hayatın karmaşasını, iki yetişkin insanın birbirinden bağımsız dünyalarının çarpışmasını o kadar organik yansıtıyordu ki, izlerken bir reality şovun değil de yanı başımızdaki komşuların karmaşık hikâyesine şahit oluyorduk sanki. İlk sezon, izleyiciyi bu çiftin zorluklarla dolu yolculuğuna inanmaya ve yatırım yapmaya teşvik eden güçlü bir temel atmıştı. Ta ki bu sezon gelene kadar...

👰
Yazı, Nobody Wants This'in 2. sezonuna dair spoiler içerecek.

Geçtiğimiz günlerde izleyici karşısına çıkan ikinci sezon, aynı ivmeyi sürdürmekte çok zorlanıyordu; hatta fazlasıyla tehlikeli bir şekilde, bizi en başta diziye bağlayan tüm çekirdek unsurları baltalamaya, bindiği dalı kesmeye başladı. O samimiyet, duygusallık ve filtresiz anlatım, yerini karakterlerin bizzat kendi elleriyle yarattığı yapay bir karmaşaya bıraktı. Sezonun genelinde hissedilen o yorgunluk hissi de cabası; izleyicinin çiftlerimiz için duyduğu heyecan da ne yazık ki törpülendi, törpülendi ve sonucunda elimizden uçup gitti...

Dinamiklerin ısrarcı çöküşü

İlk sezonda Noah ve Joanne'in ilişkisinin önündeki temel engel, Noah'ın geleneksel Yahudi ailesi ve kültürel çatışmalarıydı. Problem, çiftin dışındaydı, toplumsal beklentilerde ve sistemdeydi. Bu durum çiftimize karşı doğal bir sempati duymamızı sağlıyor, onları "biz ve onlara karşı dünya" dinamiği içinde birleştiriyordu. Fakat bu kez düşman bizzat evlerinin içinde yuvalanmış durumda.

Yeni sezonda elimizde kalanlar ne yazık ki bir kaşık suda fırtına koparan karakterler ve tanıdık bir düğün hazırlığı senaryosunun yükü. Joanne'in kendisi, adeta hikâyenin ilerlemesine izin vermemek için tasarlanmış bir problem yumağına dönüşüyor ve ilk sezonun sunduğu "gerçeklikten kesit" hissini yerle bir eden, akıl almaz tepkiler vermeye başlıyor. Bu sezonki sinir bozucu tavırları, maalesef karakterin ilk sezonda kazandığı tüm krediyi hızla tüketecek cinsten.

Morgan’ın yükselişi ve Joanne'e tahammül...

Joanne'in kendini gereğinden fazla merkeze koyan, bencilce ve çocuksu davranışları, izleyiciyi ana çiftimizden giderek uzaklaştırıyor. Bu durumun en çarpıcı örneğini, gelinlik baktıkları bölümde yaşadıkları o saçma sapan krize şahit olduğumuzda görüyoruz. Joanne’in orada yarattığı gereksiz gerilim o kadar büyüktü ki, tüm o karmaşanın ortasında bile Morgan'a hak vermekten başka çare kalmıyor bizim için. Her adımı bir tartışma, her isteği bir dayatma halini alıyor ve bu durum karakterimizi ne yazık ki tek boyutlu bir anti-karaktere dönüştürüyor.

İşin ironik yanı da tam burada. İlk sezonda bencil, itici ve tahammül edilmesi zor bulduğumuz Morgan, bu sezonun duygusal yükünü sırtlanmış durumda. Joanne'in anlamsız kaprisleri ve büründüğü genel sabote edici halleri karşısında Morgan'ın daha önce sertlik olarak görülen tepkileri bile bir mantık çerçevesine oturuyor ve ona karşı şaşırtıcı bir sempati beslemeye başlıyoruz. Morgan'ın artık daha dürüst, daha açık ve ne istediğini bilen duruşu, dizinin duygusal gidişatını sağlamlaştırıyor ve izleyicinin yorgunluğunu bir nebze olsun hafifletiyor.

Kendi yolunu kaybetmek

Ana konunun bu kadar itici bir hale gelmesiyle birlikte dizideki diğer yetişkin karakterlerin "kendini bulma" yolculukları da zoraki bir finalle sonuçlanıyor. Yan hikâyelerde gördüğümüz tüm ilişkiler, karakterlerin bireysel gelişim adı altında yaptıkları hamleler sonucu maalesef birer birer dağılıyor. Bu, dizinin temel romantizm damarından ne kadar uzaklaştığının da bir göstergesi. Bu kopuşlar, bize bir yetişkin olarak kendimizi bulma sürecinin partnerimizi kaybetmek anlamına gelip gelmediği sorusunu düşündürüyor.

Ama her şeye rağmen bir çıkış yolu bulabilmek adına, en azından bazılarının, ilişkilerine devam edebilmeleri adına emek verilmesi gerektiğinin farkında olması çok değerli. Bu konuda sanırım dizideki favori karakterim Sasha olacak.

Tüm bu karmaşanın ortasında parlayan, şahsen benim favori dinamiğim olan kimya da Morgan ve Sasha'ya ait. Romantik bir bağdan çok hiç ummadığımız bir yerden beklenmedik bir dostluk ivmesi yakalayan bu ikili, sezonun en tatlı, en keyifli ve en doğal anlarını yaşatıyor izleyiciye.

Bir deja vu tuzağı daha...

Hikâyenin son perdesine yaklaştığımızda, finalin neredeyse bir ilk sezon tekrarı olması ise hayal kırıklığının tavan yaptığı nokta oluyor. Çiftimiz o büyük nişan yemeğinin eşiğinde, yine birbirlerine uyum sağlayamadıklarını düşündükleri için ayrılma kararı alıyor. Peki neden? Bu motivasyon, geçen sezonun sonunda vardığımız nokta ile birebir aynı değil miydi zaten?

Bu durum izleyiciye büyük bir tekrar duygusu dışında hiçbir şey yaşatmıyor ve senaryo açısından kabul edilemez bir tembellik söz konusu. Karakterlerin iki sezondur yaşadığı onca şeye rağmen aynı tuzağa, aynı döngüye düşmeleri, onların hikâyedeki gelişimini tamamen sıfırlıyor. Hislerini anlamak için ayrılığa ihtiyaç duymak, ancak bu denli sık tekrarlandığında anlamsız bir klişeye dönüşür ve izleyicinin iki sezondur harcadığı duygusal yatırıma bir tür saygısızlık olarak algılanır. Peki sonrasında ne oluyor? Bir araya geliyorlar. Yine...

Asıl can sıkan da bu: Her seferinde, ilişkilerini düzeltebilecekleri tek yolun kaos ve ayrılık olması. Sanki hikâye çiftin normal bir hayat sürmesine izin vermekten acizmiş gibi. Bu durum sadece karakterlerin büyümediğini değil, aynı zamanda senaryonun da cesaret gösteremediğini kanıtlıyor. Halbuki 40'lı yaşlarındaki iki yetişkinden söz ediyoruz. İzleyiciye bunun, diğer romantik komedilerden farklı olacağını düşündürdüğünüz sıralarda sonraki adımları da hesaba katsaymışsınız keşke.

Parlak konuklar

Tüm bu eleştirilere rağmen, sezonun hafızada kalacak tek pozitif detayları, yıldız isimlerin konuk oyuncu olarak yer almasıydı. Adam Brody'nin gerçek hayattaki eşi Leighton Meester'ın şahane anları ve Seth Rogen'ın her yerde olduğu gibi yine kendine has olan mizahi katkısı, izleyiciye "bakın buradayız ve eğleniyoruz" mesajı verdi. Dizinin kendi karmaşasından kısa bir anlık kaçış sunan, eğlenceli, pırıltılı anlardı ve kesinlikle ana konunun ağırlaşan yükünü hafifletti diye düşünüyorum.

Nasıl çıkarız buradan?

Ancak ne yazık ki, bu parlak konuklar bile sezonun genel tekrar ve iticilik havasını dağıtmaya yetmiyor. Bu kısım boyunca hissettiğimiz ana duygular sadece bir döngünün içinde sıkışıp kalmışlık ve karakterler adına hissedilen yorgunluk. İlk sezonun o gerçekçi, "içimizden biri" hissiyatı kaybolmuş ve yerini sadece sinir bozucu insanların yarattığı bir karmaşaya bırakmış.

Sonuç olarak Nobody Wants This'in ikinci sezonu, ilk sezonun büyük başarısının ardından gelen, hayal kırıklığı yaratan bir devam filmi gibi. Orijinalliğini yitirmiş, karakterlerini iticilik duvarına çarptırmış ve finalde kendini tekrar etmekten çekinmemiş bir yapım yapım var karşımızda. Sezonun sonunda akılda kalan tek şey, Morgan'ın beklenmedik yükselişi ve o meşhur döngüden bir an önce çıkma isteğimiz oldu. Dizinin doğru bildiği bir şey var ki, o da şu: Bu sezonun yükünü gerçekten de "hiç kimse istemez."

Paylaş