Stephen King'in evreninde Derry, hiçbir zaman sadece "dümdüz" bir kasaba olamadı; bastırılmış öfkenin, görmezden gelinen adaletsizliklerin ve çocukluğun karanlık yüzünün sürekli şekil değiştirdiği bir yerdi. It: Welcome to Derry de bu birikmiş kötülüğün nasıl nesilden nesile aktığını bizlere anlatma iddiasıyla yola çıkan bir iş ve altıncı bölümüyle bu temayı en net şekilde görünür kılan duraklardan biri olmayı başardı. Doğaüstü dehşet, Derry topraklarında fokurdamaya devam ederken hikaye artık giderek daha fazla insan doğasının karanlığına odaklanıyor. Böylece hem Pennywise'ın etkisi genişliyor hem de Derry'nin gerçek yüzü, karakterlerin yaşadıkları üzerinden yavaş yavaş ortaya çıkıyor.

🤡
Yazı, It: Welcome to Derry'ye dair spoiler içerecek.

Geçtiğimiz haftanın sarsıcı kanalizasyon sahnesi, altıncı bölümün tonunu belirliyor: Karakterler artık yalnızca Pennywise'ın yarattığı korkuyla değil, yaşadıkları travmanın ağırlığıyla da boğuşuyor. Dizi, bu bölümde temponun frenine basıp sonrasına bakıyor, yani filmlerin çoğunlukla atladığı kısma, kötülüğün sessizce içeriye sızdığı anlara... Bu tercihle birlikte hem Kaybedenler Kulübü'nün zihinsel duruşu hem de aralarındaki bağlar daha net şekilde görünür oluyor.

“Parmaklıklar Daralırken”: ‘It: Welcome to Derry 5. Bölüm’ İncelemesi
Derry’nin altındaki sır perdesi aralandıkça, ‘Pennywise’ın dehşeti için kurulan karanlık “hapishane” tüm gerçekliğiyle ortaya çıkıyor.

Leroy'un kontrolünü kaybedişi, Dick Hallorann'ın dayanma çizgisinin incelmesi ve Lilly ile Ronnie arasındaki derin çatlak, bölümün omurgasını oluşturan konular. Bu noktada ana hikayenin, karakterlerini yalnız bırakmaması da seyircinin onlarla bağ kurmasını kolaylaştırıyor. Her biri kendi korkusunun içinde sıkışmış durumda ve Pennywise bu anların her birinde ortaya çıkmasa bile Derry'nin havası üzerlerine çökmüş gibi.

Gelişen ilişkiler, çatlayan güven

Lilly'nin kendi başına araştırmaya yönelmesi, diğer karakterlerde istemeden de olsa bir kıpırdanma meydana getiriyor. Artık herkesin içten içe bildiği şey şu: Birbirlerinden sakladıkları her bilgi, Pennywise'ın ekmeğine yağ sürüyor. Bu nedenle aralarındaki güven, bir bölüm önceki kadar sağlam değil.

Bu süreçte arka planda filizlenen duygusal ilişkiler de dikkat çekici. Rich'in Marge'a olan ilgisi fazlasıyla sevimli bir utangaçlıkla işlenmiş, ancak Marge'ın "şimdilik sadece arkadaş" duruşu, gençlik heyecanının ciddi anlamda gerçekçi olan yanını yansıtıyor. Will ve Ronnie tarafındaki işler de ebeveyn baskısı yüzünden sürekli yarım kalıyor. Dizi burada da hem korku anlatısı olduğunu hem de bir büyüme hikayesi anlattığını gerçek bir ton ile izleyicisiyle paylaşmaya çalışıyor.

Jefferson'ın katkısı

Bu bölümün yazar kadrosuna katılan Oscar ödüllü Cord Jefferson'ın etkisi bariz bir şekilde ortada. Succession, Station Eleven ve Watchmen gibi yapımlardaki deneyimi özellikle diyaloglarda kendini belli ediyor. Cümleler kısa, net ama yine de dolu dolu. Jefferson'ın 60'ların Amerika'sındaki ırk politikalarına hakimiyeti de bölüm içerisinde fazlasıyla hissedilen bir başka detay. Bu da bölümü sadece korku yönünden değil, toplumsal arka plan açısından da kuvvetlendiriyor doğrusu.

Welcome to Derry'nin temellerinden biri olan kasabanın ırkçı geçmişi, bu bölümde daha ön planda olan bir tehdit. Pennywise'ın yarattığı doğaüstü korku ile insanların işlediği kötülüklerin aynı toprakta filizlendiğini hatırlatan bu yaklaşım, dizinin tonunu diğer uyarlamalardan daha sert ve gerçekçi bir şekilde ayırıyor.

Pennywise'ın kökenine doğru

Elbette bölümün en çok konuşulacak olan kısmı Pennywise, dolaylı yoldan Bill Skarsgard. Pennywise'ın kökenine dair verilen yeni bilgiler ve sahneler, Welcome to Derry'nin gerçekten tehlikeli topraklarda dolaştığını izleyiciye kantılar nitelikte. Çünkü senelerdir bir ikon haline gelmiş olan bu kadar ön plandaki bir kötünün geçmişi ne kadar kurcalanır, ne kadar ortaya dökülürse, o karakter o kadar sıradanlaşır. Fakat dizi bu ince çizgi üzerinde adeta bir karnaval çalışanı gibi dans ediyor ve merakımıza merak katmayı başarıyor.

Skarsgard'ın artık açıkça role dönüşü de bölümü bambaşka seviyeye çıkaran bir başka detay. İnsan halini gördüğümüz anda dahi endişe verici düşüncelerle kaplanmak zorunda kalıyoruz. Bu bölümde bir evladı olduğunu öğrendiğimiz karakterin yüzündeki en ufak mimik bile bir tehdit gibi duruyor ve aktörün, karakteri hiç sulandırmadan, hatta önceki versiyonlarından çok daha başarılı bir şekilde geri getirdiği her noktasından hissediliyor.

Derry'nin toprağından mı, suyundan mı...

Bölümün finali de şimdiye kadarki en sarsıcı anlardan birini sundu. Pennywise bu sahnede yok belki ama onu aratmayacak kadar ürkütücü insan topluluğu Black Spot'ın önünde beliriveriyor.

Bu an, serinin ilk filminde de değinilen Derry tarihindeki en kanlı olaylardan birine yüründüğünü gösteriyor. Bir sonraki bölüm için hem heyecan hem de endişe verici olan bu sahne, insanların belki de saldırgan bir palyaçodan daha zararlı ve korkunç olabileceği gerçeğiyle bizi yüzleştirmeye hazırlanıyor gibi...

Nihayetinde

İzleyiciye nefes aldıran ve aynı zamanda da kalbini sıkıştıran altıncı bölüm, korku ritmini yavaşlatıp karakterlerin iç dünyasını derinleştiren sağlam bir anlatı sundu. Hem Kaybedenler Kulübü'nü hem de Derry'nin sistematik kötülüğünü daha da görünür hale getirdi. Pennywise'ın gölgesi hala üzerimizde, fakat bu kez insanların yaptıkları onunkiden çok daha karanlık gibi görünüyor.

Paylaş