The Last of Us’ın bu bölümü, Joel ve Ellie’nin ilk sezondaki o güçlü ve derin ilişkisini özleyen seyirci için hem duygusal bir tekrar hem de ağır bir vedanın taşıyıcısıydı. Bölüm boyunca Pedro Pascal’ın performansına eşlik eden sakin ama sarsıcı ton, adeta geçmişin yankılarıyla örülmüş sessiz bir ağıt gibiydi.
Sezonun başından bu yana Joel ve Ellie arasında esen buz gibi havanın nedeni izleyiciye sürekli hissettiriliyordu ve gerçek sebebin ne olduğu bir perdenin arkasında saklıydı. Altıncı bölümle birlikte bu perdeyi araladık sayılır.
Travmalar
Ellie’nin doğum günlerini temel alarak geçmişte karakterlerimizin yaşadığı ancak bizim şimdiye kadar görmediğimiz olaylara odaklanan bölüm; Eugene ile yaşananlar ve öncesinde Ateş Böcekleri’yle ilgili deneyimlerin Ellie’nin zihninde yarattığı güvensizlik ve Joel’un içine kapanmasıyla birleşmesi sonucu ortaya çıkan duygusal boşluğu gözler önüne serdi. Bu geri dönüş sahneleri sayesinde, Ellie’nin neden artık Joel’a eskisi gibi bakmadığını ve neden aralarındaki kelimelerin tükendiğini çok daha sağlıklı ve derinlemesine bir biçimde anlamış olduk.

Bölümün açılışındaki geri dönüş sahnesi, Joel’un kırılganlığını ilk kez çocukluk penceresinden görmemizi sağladı. Tommy ile paylaştıkları o kısa ama anlam yüklü an, babalarının sertliği karşısında iki kardeşin nasıl farklı şekillerde savunma mekanizmaları geliştirdiğini açıkça ortaya koyuyor. Tony Dalton’ın canlandırdığı katı, mesafeli baba figürü; Joel’un içine kapanıklığını, sevginin dilini iletişim yerine sessizlikle kurmasını çok iyi açıklıyor doğrusu. Ayrıca bu sahne, Joel’un neden Ellie’ye karşı mesafeli ama bir o kadar da koruyucu davrandığını anlamamız için güçlü bir ipucuydu bence. Aslında Joel, kendi babası gibi olmamaya çalışan fakat yine de onun gölgesinde büyümüş bir adamdı.

"Pişman değilim..."
Bölümün en vurucu gücü ise final anında karşımıza çıkıyor. Joel’un geçmişte yaptığı seçimle yüzleştiği sahnede, Pedro Pascal neredeyse hiçbir şey söylemeden her şeyi anlatıyor. Gözlerinde pişmanlık, ses tonunda kırgınlık ve o çok tanıdık, korumacı sessizlik var. Bu an, karakterin tüm duygusal yükünü izleyiciye geçiren bir oyunculuk dersi niteliğinde. Ve evet, sanıyorum ki bu aynı zamanda karakterimize gerçek bir veda.

Dizi, Joel’in ölümünü herhangi bir dramatik klişeyle değil, hayatın kendisi gibi sıradan ama sarsıcı bir anla vermişti. Bence bu yüzden de ikinci bölümden bu yana o büyük kaybı hala kabullenebilmiş değiliz. Bu tercih, hem anlatının doğallığını koruyor hem de karakteri gereksizce yüceltmeden yavaşça hayatlarımızdan uğurluyor. Pedro Pascal’ın son sahnesi, "kahramanca bir ölüm" klişesinden çok, yaşanmışlığın ve pişmanlıkların sessizce vedası gibi kalbimize oturan bir acıyla hissettiriliyor.
"Karımı görmem gerek!"

Ellie’nin de Joel’un ardından yaşadığı içsel çöküş, kelimelerle değil, mimiklerle anlatılıyor. Bu dizinin en güçlü yanlarından biri de duyguları abartmadan, sahici bir kırılganlıkla aktarmak. Ellie’nin Joel’a karşı duyduğu öfke ile bir türlü yansıtamadığı sevgisi arasında gidip gelen salınım, özellikle Eugene’e dair öğrendiklerimizle daha da anlam kazanıyor. Eugene sadece bir yan karakter değil, aynı zamanda Ellie’nin Joel’a olan güvenini sarsan kırılmanın adıymış meğerse.
Güçlü geri dönüşler

Bölümde kullanılan zaman sıçramaları ve geri dönüş sahneleri oldukça başarılıydı. Hiçbir sahne gereksiz hissettirmedi. Geçmişin bir yapboz parçası gibi şimdiyle birleşmesi, bölümün hem duygusal derinliğini artırmış hem de sezona yayılan kopukluk hissini net bir şekilde açıklamış. Ve kesinlikle dizinin anlatı açısından en bütünlüklü bölümlerinden biri olduğunu düşünüyorum.
Yine de bölümle ilgili tek eleştirim, bazı duygusal sahnelerin seyirciyi biraz fazla yönlendirmeye çalışıyor olmasıydı. Joel’un vedası zaten yeterince ağırken, üzerine yüklenen müzikal tercihler zaman zaman biraz fazlalık hissi yarattı doğrusu.
Hoşça kal Joel

Fakat nihayetinde altıncı bölüm, sezonun anlatı açısından en doyurucu, duygusal olarak en yıpratıcı ama aynı zamanda en güçlü halkalarından biri oldu. Joel ve Ellie’nin paramparça olan ilişkileri nihayet anlamlandırılabildi. Kafamızdaki birçok soru cevap buldu, belki hepsi değil ama en azından hikâyenin rotası netleşti. Pedro Pascal’a, bu rolü sadece oynamadığı, yaşadığı ve yaşattığı için bir kez daha teşekkür ediyoruz.
Artık Ellie tek başına. Ama bu yalnızlık, artık sadece kayıpla değil, öğrenmeyle de şekilleniyor. Önümüzdeki bölümler, Joel’suz bir dünyada Ellie’nin nasıl ayakta kalacağını gösterip, artık havadan dahi bulaşabilen virüsün ve metrekare başına bir tane akıllı takırdayanın düştüğü bu kirli dünyada nasıl hayatta kalınacağını anlatarak bizlere de rehberlik etmeye çalışacak. Ama bildiğimiz bir şey de var ki, Joel’un bıraktığı tarifsiz bu boşluk, kimse tarafından doldurulamayacak kadar değerli.

Yorumlar