Sezonun en hareketli bölümlerinden biriydi, ama aynı zamanda en az "duygusal bağ" kurabildiğimiz bölümlerden biri olduğunu da söylemek yanlış olmaz. Evren için sağlam bir giriş niteliğinde duran, fakat finaliyle havada kalmış hissettiren bölümün kısa süresi de bunu destekliyor zaten. Sanki sadece hızlıca aksiyon verip ardından bizi bir sonraki bölüme hazırlamak için çekilmiş.

🚪
Yazı, Peacemaker dizisine dair spoiler içerecek.

Bölüm, 35 yıl öncesinden gelen bir flashback’le açılıyor. Auggie Smith'in, oğulları Chris ve Keith ile ormanda avlanırken karşılaştıkları garip yaratık; Auggie’in vicdani sınırlarını silikleştiren türden. Ya da vicdan denen şey onda var mı, bilemiyorum...

Keith’in itirazına rağmen silahı sıkıp, niyeti iyi mi kötü mü henüz anlamadığımız bu canlıyı öldürüyor. Yanında bulunan o gizemli gümüş el çantası ve ardından ortaya çıkan kapı, Smith ailesinin Quantum Unfolding Chamber (QUC) teknolojisine nasıl sahip olduğuna dair sezon boyunca süregelen sorulara bir nebze cevap veriyor. Bu sahne hem ailesel travmayı hem de evrenin fantastik öğesini bir araya getirerek, Peacemaker’ın kim olduğunu anlamamızda kritik bir köşe taşı olacak bence.

Fakat bu açılışı, ilerideki anlatı için yalnızca dekoratif olarak değil, yükü ağır ama kısa süren bir hazırlık gibi düşünelim. Flashback, hem Chris’in babasıyla ilişkisini hem de Auggie’nin karakterindeki acımasızlığı gösteriyor. Ama bu geçmişin izleri, bölümün diğer anlarına yayılması gereken bir gerilim yaratmasına rağmen, sahnenin gücü yeterince kullanılmıyor. İzleyici, geçmişin bugünkü Chris üzerindeki etkisini seziyor evet, ama bu duygusal etkiyi taşıyacak sahneler sanki biraz aceleye gelmiş, ya da potansiyeli iyi kullanılamamış gibi.

Aç kapıyı Chris

Bölüm boyunca Argus’un Chris’in kapısına dayanması ve Eagly’nin hedef alınması tehlikesiyle boğuşuyoruz. Buradaki aksiyon sahneleri seyir zevki açısından oldukça doyurucu; yönetmen özellikle kaotik çatışma anlarını net bir şekilde aktarmış. Ancak yoğun aksiyonun ardından hikâyenin biraz dağınık hissettirdiğini söylemek gerek.

Bölüm, Chris’in evine yapılan baskınla ritim artırıyor. Ajanlar, Red St. Wild’ın da katılmasıyla birlikte Eagly’yi yakalama ve evin gizemini çözme derdinde; Economos’un öfke patlaması da burada devreye giriyor. Chris bu baskından kıl payı kaçarak Adebayo’nun yardımıyla gizli bir kulübeye sığınıyor. Burada da QUC kapısını, yani portalı evden taşıma planı üzerinde tartışılan bir sahnemiz var ve Adebayo’nun Chris’in yetkinliklerini sorguladığı sahneler, bölümün komedi ihtiyacını karşılar nitelikte.

Çok zeki bir arkadaş olmadığı için, Chris’in diyalogları bir noktadan sonra küçük bir çocukla sohbet ediyor hatta kendimizi aşıp onunla acımasızca dalga geçiyormuş hissiyatı uyandırıyor.

Sahne Harcourt’un

Argus’un haritada ilerlemesi, kırık dökük bir ekiple Eagly’i avlama çalışmaları ve Harcourt’un yeniden saha ajanı olma isteğiyle Rick Flag Sr.’ın ona yaptığı teklif, bölümün gerilim eksenini tamamlayan şeyler. Harcourt’un geçmişte yaşadıkları, Waller ile çözülmemiş problemleri, işten uzak bırakılması ve görevini tekrar kazanabilecek mi sorusu, dizide önemli bir ahlaki ve psikolojik düğüm oluşturuyor. Ama bu noktada, Harcourt’un iç çatışması beklenen derinliğe ulaşmıyor; sahneleri etkili olsa da ben dahil çoğu izleyici bu kısmın daha fazla dramatik ağırlık taşımasını bekliyordu.

Cicikuş Eagly ve diğer herkes

Red St. Wild karakteri, gerçekte James Gunn’ın yakın arkadaşlarından olduğunu tahmin ettiğim Michael Rooker tarafından canlandırılıyor. The Suicide Squad, Guardians of the Galaxy filmleri gibi, yönetmenin daha önceki bilindik yapımlarının her birinde gördüğümüz bir isim kendisi. Peacemaker’daki görevi de canımızın içi Eagly’yi avlamak. Chris’e dair eser miktardaki sempatinin büyük kısmını aslında bir evcil hayvan sahibi olması ve ona kendisinden çok daha iyi bakmaya çalışması oluşturuyor. Eagly de pek evcil bir havan değil ama, anladınız siz işte.

Economos’un, bu tuhaf Red karakterini Eagly’yi öldürmekten alıkoyması ve ardından St. Wild’ın "üçüncü gözü açıcı" ruhani deneyimi, bölümün yine absürt yanını besleyip kahkahalara boğan kısımlarındandı.

Ancak bana kalırsa bu tür yan karakterler arasındaki denge pek tutmuyor. Sasha Bordeaux ve Argus'un diğer üyeleri öne atılmak için hamle yapsa da sanki onlara hikâyede pek yer yok gibi hissediyoruz. Mesela Bordeaux hâlâ Peacemaker için ciddi bir rakip gibi duruyor ama içsel motivasyonları ve geçmişi tam olarak aydınlatılmış değil. Bu da karakterler arası etkileşimin ve çatışmanın yükünü hafifletiyor ve onları ciddiye almamızı zorlaştırıyor.

Sonuç ve beklentiler

Need I Say Door, iyi bir flashback sahnesine ama aynı zamanda da en boş hikâye anlatımına sahipti. Karakterlerle gelen bilgiler derinlik eklemeye niyetli ancak bu derinlik, bölümün yapısı ve süresi nedeniyle yeterince hissedilir kılınamıyor. Aksiyon, mizah ve gizem gibi unsurlar karışık ve çoğu zaman potansiyelini kullanmadan bırakılmış hissi veriyor.

Gelecek bölümler için beklentim şu yönde, Argus-Harcourt-Flag-Chris cephelerindeki gerilim daha da yükselecek, Chris'in Harcourt’un teklifine vereceği tepki hem karakterin özü hem dizinin etik çatışmalarını belirleyecek. Ayrıca Red St. Wild’ın ruhani yetenekleri veya mistik yönünü açıklayan daha fazla sahne olmalı diye düşünüyorum. Bu kısmın izleyiciye sadece tuhaflık değil, aynı zamanda ağırlık ve yeterince açıklama da sağlaması gerekir. Ayrıca ucubeliği kim sevmez ki?

“Diğer Evrenin Ucubesi”: ‘Peacemaker 2. Sezon 3. Bölüm’ İncelemesi
Nostalji, özlem ve alternatif ihtimalleri ustaca harmanlayan üçüncü bölüm, ‘Peacemaker’ evrenine dair yeni soru işaretlerini de beraberinde getiriyor.
Paylaş