Okuduğum yazının, baktığım fotoğrafın yapay zeka tarafından üretilip üretilmediğine emin olamadığım, her an bir yerlerden o soğuk filigranın çıkacağı tedirginliğini yaşadığım şu dönemde Pluribus izlemek insana garip bir dinginlik veriyor. Bilhassa önceki bölümün sonunda Carol içi dışına çıkmış biçimde ağlarken insanın ancak eksikleri ve kusurlarıyla var olabildiğini anımsatması ruhumuza iyi gelmişti. Yaşadığımız dünyada gerçek olanla olmayan iyice birbirine karışırken, gerçek olmayan bir dünyanın gerçeklerinde avuntu buluyoruz. Vaziyetimiz böylesine ironik, böylesine trajikomik bir hal almış durumda.

🙂
Yazı, Pluribus'a dair spoiler içerecek.
“İki Uçurum Arasında”: ‘Pluribus 7. Bölüm’ İncelemesi
Vince Gilligan imzalı bu sessiz ütopya, yeni bölümünde hem ‘Carol’ın hem de ’Manousos’un hayatta kalma mücadelesine acınası bir bakış atıyor.

Carol'ın izleyenlerin büyük bir kısmı tarafından itici bulunmasının sebebi, aslında olan bitene fazlasıyla normal tepkiler veren bir karakter olması. Onun özgürlüğüne düşkünlüğü çoğu zaman hafife alınıyor, oysa bu göz ardı ettiğimiz kadar basit bir mesele değil. Mesela her sabah mutlaka kahvaltı eden biri olun ve bu rutininiz sizi tanımlasın. Bir gün bir firma gelip "Sponsorunuz olalım, her sabah bizim kahvaltımızı yiyin" dese, muhtemelen reddedersiniz. Kahvaltı etmeyi seviyor olabilirsiniz ama bir sabah uyandığınızda artık bir şeyler atıştırmak istememe ihtimalini daha çok seversiniz. Tercih olmaktan çıkıp mecburiyete dönüşen her şey ruhu kemirmeye başlar, Carol'ın öfke nöbetlerinin ardında da işte biraz da bu yatıyor.

Huysuzluk ve kayıp ihtimaller

Carol zaten memnuniyetsiz bir karakter, daha önce defalarca konuştuk. Çok satan kitaplar yazıyor olmaktan bile mutsuz; çünkü yazdığı şeyler basit, o "basitliği" yazmanın kendisini bir boşluğa çektiğinin de farkında. Buz otelde yatağın buzdan oluşuna söylenecek kadar huysuz biri o. Bu sahneler boşuna değil, bize Carol’ın nasıl zor bir insan olduğunu anlamamız için gösteriliyor. Hayat normal akışındayken, cebinde ünü ve parası varken bile yüzü gülmeyen birinin, dünya alt üst olduğunda neşe saçmasını beklemek pek mantıklı olmaz. Ama yine de Carol aslında memnun olmadığı o eski hayatını geri istiyor, çünkü o hayat ihtimallerin hayatıydı. Bir gün mutlu olma, hatta bir gün kötü olma ihtimalinden korkmanın hayatı.

Fevri, başına buyruk ve bireyci biri Carol. Sevdiği her şey önemini yitirmiş, marketten atıştırmalık almak bile artık bir meseleye dönüşmüşken, üstüne bir de hayat arkadaşını kaybetmiş durumda. Yalnızlığın fiziksel, sosyolojik ve felsefi tüm tanımlarını aynı anda sırtında bir yük olarak buluyor. Etrafı insan dolu ama hiçbirinde duygu, sezgi veya irade yok. Verdiği selamı yedi milyar insan aynı anda alıyor, bu kolektif korkunçluğun yarattığı klostrofobi, bölüm boyunca seyirciye o kadar iyi geçiyor ki Carol’ın neden çıldırdığını sormak fazlasıyla garip kaçıyor.

İki farklı dünya

İşte tam bu noktada dizi, bağışıklık kazanmış iki farklı ruhun çarpışmasını hazırlıyor. Carol, davasına ve isyanına devam ediyor; ancak derinlerde bir yerde o devasa uzaylı medeniyetinden, sundukları o kusursuz (!) düzenden etkilenme potansiyeli taşıyor. Manousos ise tam tersi, bu yeni dünyadan gram etkilenmiyor. Kendine has vahşi ahlakıyla bedava sunulan her hizmeti "hesaba yazıyor". Hayatını kurtaran doktoru tereddüt etmeden bir neşterle esir alabilecek kadar dünyadan ve onun etik kurallarından kopuk bir adamdan bahsediyoruz.

Manousos’un bu tavizsiz duruşunu da şöyle bir düşünecek olursak Carol’ın içsel çatışmaları için hem bir tehdit hem de bir pusula niteliğinde. Manousos, Carol’da en ufak bir zafiyet, bu kolektif zihne dair bir taviz emaresi görürse onu yola getirmekten çekinmeyecektir. Biri medeniyetin küllerinden bir anlam çıkarmaya çalışırken, diğeri o küllerin üzerinde hiçbir değer yargısına boyun eğmeden yürümeyi seçiyor. Bu ikilinin etkileşimi, dizinin vaat ettiği o büyük karakter çatışmalarının fitilini ateşleyecek gibi.

Bireysel direniş

Carol’ın insani tepkileri ilginç bir şekilde ekran başındaki izleyiciler tarafından yadırganıyor. Bazı kararları sorgulanabilir elbette ama her istediğini yapan, lüks içinde yüzen Diabate gibi mi olmalıydı? Carol’ı anlayabilenlerle anlamayanların yol ayrımı burada. İstediğin her şeyi yapabilme özgürlüğü mü, yoksa "ne olduğunu bildiğin" o eski kısıtlı ama özgür hayatı arzulamak mı? Kazı kazan oynuyor, paranın değeri kalmamışken kazanınca seviniyor, havai fişeklerle, golf sopalarıyla oynamaya çalışıyor. Aslında yaptığı şey çok basit; normal bir hayatta yapılabilecek sıradan eylemlerle o kayıp normalliğin izini sürüyor.

Carol için yalnızlık başlarda bir tercihti; ancak herkes çekip gidince bu bir mecburiyete, bir mahkumiyete dönüştü. İnsan olmak böyle bir şey; her mecburiyetin yükü bir yere kadar taşınıyor, sonra omuzlar çöküyor. Manousos’un yolculuğunu da bu noktada Carol’dan ayrı tutamıyoruz. Saf iradenin ve azmin temsiline dönüşen Manousos, yedi milyar "onlardan" biri olmadığını kendine kanıtlamak için ıssız yollarda kuralcılığına, dürüstlüğüne sadık kalarak ilerliyor.

Hikaye emin ellerde

Başlarda yadırganan bir tarza sahipti Pluribus, fakat zamanla bu yavaş tempo bile insanı kendi içine çekmeyi başarıyor ve onunla uzlaşabileceğimiz tek yolun usulca izlemek olduğunu kabul ediyoruz. Dizinin sınırsız bir potansiyel barındırmasından daha güzeli, bu potansiyeli ortaya koyan ve heba etmeyecek bir yaratıcının ellerinde oluşu. Olayların nasıl çözüleceğinden ziyade, Carol’ın o huysuz ve dik başlı tavrıyla bu "duygusuz" bilinç zihni arasında nasıl bir denge kuracağını merak ediyoruz. Bu sabır gerektiren anlatı, sekizinci bölümüyle bize insan olmanın ne kadar yorucu ama bir o kadar da vazgeçilmez bir eylem olduğunu kanıtlıyor.

Sonuç olarak Charm Offensive, Carol Sturka’nın her sabah kahvaltı edip etmeme ihtimalini aradığı, Manousos’un ise dürüstlüğünü kaybetmemek için verdiği sessiz savaşın bölümüydü. İhtimallerin hayali dahi ortadan kalkarken, Carol’ın o öfkeli ama dopdolu insanlığı, birleşik zihnin boşluğuna karşı en büyük siperimiz olmaya devam edecek. Henüz beklendiği ölçüde vites yükseltemedi belki ama bu yayvan psikolojik derinlik anlatısı, her hafta kendisini bir şekilde izletmeyi başarıyor.

Paylaş