Fantastic Four: First Steps, yalnızca bir orijin hikâyesi olmanın ötesine geçerek, Marvel Sinematik Evreni’nin yeni aşamasında dört kişilik bu özel ekibin karşılaştıkları zorluklar ve çatışmalarla nasıl gerçek bir aileye dönüştüğünü anlatan güçlü bir başlangıç filmi olarak öne çıkıyor. Takım ruhunun aile sıcaklığıyla harmanlandığı bu yapım, izleyiciye hem duygusal hem de epik bir evrenin kapılarını aralıyor.

1960’ların başlarında geçen film, Fantastik Dörtlü’nün yaratıldığı dönemin dokusunu taşırken, çizgi roman köklerine sadık kalmayı başarmış. Estetik seçimler, karakter dinamikleri ve atmosfer yaratımı bana sanki eski bir bilimkurgu romanının sayfaları arasında dolaşıyormuşum gibi hissettirdi. Açıkçası bu, Marvel’ın uzun zamandır denemeye cesaret edemediği kadar tutarlı ve stil sahibi bir form.

Matt Shakman’ın imzasını taşıyan bu filmde, WandaVision’da izlediğimiz görsel zekânın, zevkli tercihlerin ve ton dengesinin burada da hissedildiğini söylemek gerek. Kostümlerden set tasarımına kadar filmdeki her detay, dönemi parodileştirmeden gerçekçi bir biçimde yansıtıyor.

Seçimler tam isabet!

Başta şüphelerim olsa da Pedro Pascal, Reed Richards rolüne şaşırtıcı derecede iyi oturmuş. Zaman zaman aktörün yüzünü fazla gördüğümüz hissine kapılıyorum; fakat bu, onun filme çok yakıştığı gerçeğini değiştirmiyor. Zekâsı, ketumluğu ve zaman zaman fazla mesafeli hali, Reed’in çizgi romanlardaki karakteristik özelliklerini yansıtan şeyler. Belki bir tık daha fazla stratejik parlaklık görebilirdik ama beklentilerimi, bunun koca bir hikâyenin ilk kısmı olması gerçeği dolayısıyla ertelemek istiyorum. Ayrıca Pascal'ın, kafasında soru işaretlerinin dolaştığı kara tahta başındaki birkaç sahnesi bile Reed için ne kadar doğru bir seçim olduğunu gösteriyor.

Vanessa Kirby ise filmde bizi en çok etkileyen performanslardan birine imza atıyor. Öncelikle beyaz perdede ilk kez anne olmuş bir Sue Storm görüyoruz; Franklin'in doğumu, genel olarak filmin bel kemiğini oluşturan şey ve belki de seyirci olarak bize en çok empati yaptırabilen gerçek. Doğum sahnesindeki etkileyici performansı, yetenekli oyuncunun Pieces of A Woman filmini izleyenler için pek sürpriz olmuyor; çünkü orada da benzer ama çok daha acılı bir performans sergilemiş, hatta bu performansı kendisine ilk Oscar adaylığını getirmişti.
Taze kan...

Johnny'i biliriz, hatta evin afacan çocuğu Johnny'i çok severiz. Stranger Things’deki unutulmaz çıkışından sonra, Marvel Sinematik Evreni'nin yeni fazına fazlasıyla iddialı bir karakterle dahil olan Joseph Quinn de buradaki performansıyla şaşırtan isimlerden biri bence. Belki alışkın olduğumuz haline göre bir tık daha olgun bir Johnny'e hayat veriyor ama hâlâ ateşli bir genç olarak karşımızda.
Chris Evans’ın Johnny’sinden daha "oturaklı" bir Johnny izlemiş olmak başta beni biraz yadırgattı ama karakterin gelişimi göz önünde bulundurulunca çok doğru bir seçim olduğu anlaşılıyor. Hele filmin sonunda Galactus karşısındaki cesur adımı, karakterin sadece "alaycı bir genç" olmadığını da ortaya koyuyor.

Ve elbette Ben Grimm, nam-ı diğer The Thing… Bir karakterin insan haliyle taşa dönüşmüş hali arasında bu kadar organik bir benzerlik görmek çok şaşırtıcı gerçekten. Ebon Moss-Bachrach’ın karaktere kattığı yorgun ama sevgi dolu ruh hali, Fantastik Dörtlü’nün aslında kalbini oluşturuyor. Ve Ben'in Herbie ile mutfakta geçirdiği sahnede de bariz bir şekilde bir diğer ailemize, yani The Bear'a kocaman bir selam gönderiliyor.

Kozmik bir kâbus: Galactus

Marvel’ın bu filmdeki en büyük kozu hiç kuşkusuz ki Galactus. Hem mental hem de fiziksel anlamda... Çizgi romanlarda çoğunlukla soyut, devasa ve hatta felsefi bir karakter olan Galactus’un bu kadar somut ve ürkütücü bir biçimde perdeye aktarılması, gerçekten de bu evrenin tarihinde bir ilk. Niyetim kimseyi beden ölçüleri yüzünden zorbalamak değil, fakat kendisi belki sadece Eternals’taki Arishem ile benzeşebilir diye düşünüyorum. Ama bizimkinde çok daha tehditkâr bir aura var. Ayrıca Galactus’un Franklin Richards’a olan ilgisi, kozmik dengenin bozulmak üzere olduğuna dair de güçlü bir ipucu.

Franklin Richards’ın doğumu, filmin tüm kaderini değiştiren an. Çizgi romanları bilmeyenler, ya da filmde yüz kere söylenmiş olanı duymamış olanlar için, Franklin’in sıradan bir çocuk olmadığını bir kez daha belirtelim. Kendisi Marvel evreninde realiteyi yeniden şekillendirme gücüne sahip, yani potansiyel olarak evrendeki en güçlü varlıklardan biri. Bu yüzden Galactus’un onu istemesi, sadece bir tehditle değil, evrenin geleceğiyle ilgili büyük bir çatışmayla yüzleştiğimizin işareti.
Doom’un gölgesi

Film biterken hepimizin beklediği şey oluyor. Sue’nun öleyazdığı anda Franklin’den gelecek adımı zaten hepimiz bekliyorduk. After credit sahnesinde de, Galactus’un ardından yeni bir tehdidin sinyali geliyor: Doctor Doom. Bu sahnenin Russo Kardeşler tarafından yönetildiğini öğrendiğimde heyecanım ikiye katlandı çünkü karaktere uygun karanlık bir atmosfer çok net bir biçimde yansıtılmış. Doom bu hikâyede yalnızca kötü bir figür değil, hem Franklin Richards’ın gücünü isteyen hem de evrenin başına gelebilecek en büyük tehditlerden biri. Ayrıca Galactus’un ardından gelen, daha insani ama bir o kadar yıkıcı bir güç…

Bu sahne, bizi Avengers: Doomsday filmine hazırlarken, aynı zamanda Fantastik Dörtlü’nün MCU’daki yerine dair güçlü bir sinyal de veriyor. Robert Downey Jr. tarafından canlandırılacak olan Victor von Doom’un heyecanı şimdiden bizi sarmalamaya başlamışken artık yalnızca bir süper zekâ değil, evrenin yeni liderlerinden biri olacak olan Reed’in eşi benzeri olmayan aklıyla yapabilecekleri de sabırsızlandırıyor doğrusu.
Marvel için yeni bir sayfa

Fantastic Four: First Steps, adının hakkını sonuna kadar veriyor. Bu bir ilk adım ama sağlam, estetik ve duygusal bir adım. Marvel Sinematik Evreni'nde yaşanan uzun süreli düşüş döneminin ardından gelen bu film, sadece nostaljik bir selam değil, aynı zamanda sağlam bir gelecek vaadi de sunuyor. Karakterler yerli yerinde, anlatı ritmi tutarlı, görsel dünya etkileyici ve en önemlisi, film kalbinize dokunuyor.
Ben bu filmi yalnızca sevmedim, sahiplendim dostlar. Tekrar tekrar izlemek isteyeceğim bir hikâye. Bir ön gösterim izleyicisi olarak salonun havasını, seyircinin tepkisini, finaldeki heyecanı yaşamak gerçekten çok büyük bir zevkti. Her süper kahraman filmi böyle samimiyetle gelmez. Thunderbolts* da çok başarılı bir işti ve bu yeni projeleriyle klasik kalıplarının dışına çıkmaya karar veren Marvel, uzun zaman sonra ilk kez bana yeniden umutlanabileceğimi hissettirdi. Yeni projelerinde de aynı hevesle görüşmek dileğiyle diyelim. ☄️

Yorumlar