2025 yılının sonlarına yanaştığımız şu vakitlerde Prime Video’da sessiz sedasız yerini alan Merv, aslında hepimizin ihtiyacı olan o naif ve huzur dolu sinema deneyimlerinden biri olmayı hedefliyordu. Başrollerinde Charlie Cox, Zooey Deschanel gibi yetenekli ve sevdiğimiz isimlerin yer alması, yanına ise filmin gerçek yıldızı olan Gus gibi dünyalar tatlısı bir köpeğin eklenmesi, kusursuz bir formül gibi görünüyor, değil mi?

Film, modern dünyanın kaosu içinde kaybolmuş ve sevgilisinden yeni ayrılmış bir adamın, hatta çiftin, sadık dostları sayesinde yeniden hayata tutunma çabasını ilham verici bir dille anlatmaya çalışıyor. Ancak ne yazık ki iyi niyetinden bir an bile şüphe etmediğimiz bu girişim, sinematik bir başarıya dönüşmek yerine, güzel parçaların kötü bir montajla birleştirildiği bir kolajdan öteye geçemiyor.

Yönetmen koltuğunda oturan Jessica Swale’nin ikinci deneyimi Merv ve yönetmenin duygusal yoğunluğu yüksek sahnelerdeki başarısı sık sık sinema gündeminde dile getiriliyor; fakat Merv özelinde bu duygusallık yer yer zorlama bir melankoliye ve tahmin edilebilir klişelere teslim oluyor. Teorik olarak bizi ağlatması ya da umutla doldurması gereken anlar, senaryodaki derinlik eksikliği nedeniyle izleyicide beklenen o güçlü yankıyı uyandıramıyor. Film bir türlü o "ruhu iyileştiren" film kategorisine tam anlamıyla giremiyor çünkü bir araya getirdiği tüm o sevimli unsurları yönetecek güçlü bir omurgadan yoksun.
Uyumsuz parçaların dansı

Ayrı ayrı baktığımızda filmde takdir edilecek pek çok nokta var. Mesela görüntü yönetimi, hikayenin geçtiği atmosferle ve huzurlu pastel tonlarla çok güzel bir harmoni yakalamış; müzikler ise böyle bir hikaye için oldukça etkileyici ve görevini yerine getiriyor. Charlie Cox, her zamanki gibi profesyonel, her zamanki gibi samimi. Karakterinin içinde bulunduğu insani anları yansıtmak için elinden geleni yapıyor. Zooey Deschanel ise her zamanki gibi sevimli ve çok güzel. Ancak sorun şu ki, bu unsurlar bir araya geldiğinde birbirini beslemek yerine birbirinin ayağına dolanıyor. Film, bir sahnesinde derin bir dram olmaya çalışırken, bir saniye sonra aşırı şekerli bir çocuk filmi tonuna bürünüyor; bu ton farklılığı ise izleyicinin hikayeyle bağ kurmasını zorlaştırıyor.

Senaryo, orada bulunan problemi beslemekte o kadar yetersiz ki karakterlerin doğal akışını ve hikayenin organik gelişimini unutuyor. Her şey çok güzel, her şey çok estetik ama bir o kadar da yapay. Diyaloglar gerçek hayattan kopuk, sanki bu türde en çok sevilen filmlerde kullanılan konuşmalar alınıp aralara serpiştirilmiş. Ayrıca Anna da Russ da fazla naifler, hikayenin sonunda bizi neyin beklediği en başından belli. Bu ve bunlar gibi daha birçok sebep, filmin iddia ettiği o samimiyetin altını oyuyor. Pratiğe döküldüğünde aksayan bu anlatım dili, izleyiciyi "keşke bu film sadece Merv'ün oyun oynadığı bir video olsaydı" dedirtecek bir noktaya sürüklüyor.
Filmin yıldızı; Merv

Gelelim filmin gerçek yıldızına; yani Merv’e. Köpek ya da başka bir evcil hayvanın başrol statüsüne yakın olduğu filmleri izleme konusunda oldum olası sıkıntı çekiyorum. Ya olur da filmin sonunda bizi o kaçınmak istediğimiz, görmezden gelmeye çalıştığımız gerçek bizi bulursa diye. Ciddi anlamda bu yüzden izlemeye asla cesaret edemediğim tonla "köpekli" film var. Merv’ü tercih etme sebebim de bu köpüşün ana karakter olması değil, iki akılsız yetişkine yol gösterecek olgunlukta olması. Yılbaşı temalı bir film olduğu için de “ölüm” gerçeğiyle bizi sarsmazlar herhalde diye düşündüm, bu konuda iç rahatlatıcı bir iş çıkmış ortaya en azından.

Bir önceki inceleme yazımızda Jennifer Lawrence ve Robert Pattinson'ın başrolünde yer aldığı Die My Love'ı konuştuk. Burada da o konuyla bağlantılı "bilseydim izlemezdim" dediğim çok rahatsız olduğum bir sahne vardı. Kafanızı biraz dağıtıp başka bir şeye odaklanmak isterseniz diye onu da şuraya bırakıyorum ama, karar sizin...

Her neyse, bu tatlı köpek gerçekten de ekranın her bir karesini aydınlatıyor. Bakışları, enerjisi ve sahnelerdeki doğal varlığı, filmin en izlenebilir taraflarını oluşturmuş. Ben de tıpkı Anna ve Russ gibi Efe isimli bir çocuk sahibiyim, senelerdir aşina olduğum bir konu, dolayısıyla Terrier'lerin tahmin edilemez enerjisinin ve zekasının şahane biçimde yansıtıldığını düşünüyorum filmde. Yine söylediğim gibi, Merv'de sıkıntı köpeklerde değil, insanlarda.
Çatışmadan yoksun

Filmin bana kalırsa en can alıcı problemi, iki ana karakterin ayrı düşmek için yeterince geçerli sebeplerinin olmaması. Senaryo, izleyiciye bu ayrılığı haklı çıkaracak yeterli doneleri veya güçlü argümanları sunmakta sınıfta kalıyor. Sinematik bir evrende karakterler arasındaki mesafenin bir anlam kazanması için ortada sahici bir çatışma olması gerek. Çatışma olmalı ki, film o çatışmadan beslenerek bir konu türetebilsin; sonuca gidene kadar da izleyici bu sorunun nasıl çözüleceği ya da çözülemeyeceği üzerine kafa yorsun, değil mi?
Merv'de ise bu çatışma o kadar havada kalıyor ki, her şey bir noktadan sonra sadece "öyle olması gerektiği için öyle olan" sahte bir dramaya dönüşüyor. Eğer bu iki karakterin ayrılığı sağlam bir temele oturtulsaydı, Cox ve Deschanel arasındaki ekran ışığı çok daha sarsıcı ve akılda kalıcı bir işe dönüşebilirdi. İzleyici olarak karakterlerin acısına ortak olamıyoruz, çünkü bu acının kaynağını yeterince ciddiye alamıyoruz. Bu boşluk, ne yazık ki filmin tüm duygusal yatırımını boşa çıkarıyor.
Sevimli ama derinliksiz

Sonuç olarak Merv, kalbi doğru yerde atan ama attığı ritmi bir türlü yakalayamayan bir film. Sevimliliğini bir zırh gibi kuşanıp derinlik eksikliğini gizlemeye çalışıyor. Ancak sinema yalnızca iyi niyetle ve estetikle ayakta duran bir sanat değil. Cox ve Deschanel’in doğal ışığına, Merv’ün karşı konulmaz cazibesine rağmen izleyicisine gerçek bir duygusal yüzleşme sunmaktan kaçıyor. Ekran kararırken geriye kalan şey, içimizi ısıtan bir anıdan çok harcanmış bir potansiyelin burukluğu. Merv; sevimli, zararsız ve ne yazık ki unutulmaya mahkum bir iş.


Yorumlar