Başrolünü Sam Claflin ve Bill Nighy'nin üstlendiği Prime Video'nun en son işlerinden mini dizi niteliğindeki Lazarus, daha ilk dakikalardan itibaren izleyicisini tuhaf bir sessizliğin içerisine çeken bir yapım. Babasının ani intiharı sonrası aile evine dönen Joel'un yaşadığı sarsıntı, dizinin bütün tonlamasını belirliyor desek yeri. Evin duvarları konuşmuyor belki ama Joel'un zihni konuşmaya fazlasıyla hevesli; özellikle de babasının geçmişinden kalan seslere benzeyen, bir türlü anlam veremediği tuhaf görüntüler belirince...

Dizinin atmosferi kalınlaştırılmış bir gerilim perdesi yerine daha hafif ama sürekli titreşen bir huzursuzlukla örülü. Bu tercih özellikle ilk iki bölümde hikâyemizi daha sürükleyici bir hale getiriyor; izleyici Joel'la beraber "gerçek ne?" sorusunun peşine düşüyor.
Geçmişin çatlakları

Joel'un, kız kardeşi Jenna ve en yakın dostu Seth ile kurduğu dinamik, dizinin insani yönünü besleyen en önemli şey. Çünkü karakterimizin gördüğü vizyonlarla bazen gerçekdışı olaylara ev sahipliği yapan bir hikaye var karşımızda. Özellikle Jenna'nın hem koruyucu hem de tetikte duran tavrı, Joel'un giderek çözülen gerçeklik algısını dengeye sokmak için tasarlanmış gibi. Ancak bu denge de karakterimizin halüsinasyonlarının ciddi raddelere ulaşmasıyla çok geçmeden bozulmaya başlıyor. Ayrıca yeri geliyor Joel da Jenna için aynısını yapıyor, bu detayı da atlamamak gerek.
Bu noktada da diziyi benzerlerinden ayıran; Coben'ın okuyucularından ya da ünlü yazarın Netflix'e uyarlanan projelerinin izleyicilerindenseniz, eserlerini karıştırmak çok normal olabilir, dolayısıyla burada Joel'un gördüğü figürlerin büyük kısmının babasının eski hastaları ve çoğunun artık artık hayatta olmaması detayı çok önemli. Yalnızca "korkutucu yüzler" olarak değil, Joel'un aklına sanki bir mesaj taşıyormuş gibi sızan bu görüntüler dizinin ana ittirici gücü aynı zamanda.
Çözülmeyen cinayetler

Hikayenin merkezindeki iki ana cinayet; biri 25 yıl önce öldürülen Sutton Lazarus ve ansızın biçimde tuhaf bir intihar notu bırakarak intihar eden babası Dr. Jonathan Lazarus. Joel, kız kardeşinin ölümünün, babasının ölümüyle ilginç bir şekilde bağı olduğuna inanmakla kalmıyor, zamanla babasının hastası olan ve hayatını kaybeden birçok kişinin birbiriyle ciddi anlamda bağı olduğunu düşünüyor. Üstelik bu düşüncesi gördüğü halüsinasyonlardan yarattığı basit bir paranoya değil, izleyiciye de "Acaba gerçekten bir şey mi var?" dedirten bir sezgiye dönüşüyor.
Seth'in ve diğer polislerin dava hakkında araştırma yapması ve neredeyse her olay yerinde Joel'un bulunması, hikayeye hem hareket hem de tıkanıklık getiriyor. Bazı boşluklar Joel'un içsel çöküşünü daha da görünür kılarken, bu sırada tekrara düşen sahneler seyircinin merakını ne yazık ki içinde bırakıyor.
Arşivin kapıları açılır...

Jonathan Lazarus'un arşivine indikçe hem kendi ailesine hem de babasının hayatına dair rahatsız edici detaylarla karşılaşıyor Joel. Dizi, bu sahneleri başlı başına gerilim bir kaynağına dönüştürmekte başarılı, sanki sayfalar arasında ilerlerken Joel'un yüzündeki çözülmeyi adım adım takip ediyoruz. Ama dediğim gibi tekrarlar... Ah şu tekrarlar olmasa.
Dizinin ritmi bir noktada bildiğini okuma döngüsüne giriyor.
Geçmişe bakıyoruz, yeni bir detay çıkıyor, Joel sarsılıyor.
Bu yapı birkaç kez üst üste kullanıldığında bazı sahnelerde ciddi anlamda hissedilir bir durgunluk oluşuyor. Sadece altı bölümlük bir dizi için bunu söylemek de biraz tatsız doğrusu.
Halüsinasyonlar

Joel'un görülerinin sadece birer korku unsuru olarak kullanılmaması dizinin en büyük artılarından biri. Onlarla kurduğu iletişim, aynı zamanda izleyiciye de karakterin zihnine açılan bir pencere sunuyor. Bu sahneler dizinin kimliğini belirliyor ve klasik "katil kim?" yapımlarından ayıran temel hat haline geliyor.
Bu yönüyle Lazarus, abartılı numaralardan kaçınarak psikolojik ağırlığını koruyan bir dizi. Karakterimizin duyduğu fısıltılar, belirli belirsiz şekillenen yüzler ve geçmişten taşan ve sınırlı süreyle gelen görüntüler, izleyicinin hayal gücüne bırakılan güvenli ve bol soru işaretli bir alan yaratıyor.
Kıymetli performanslar

Dizi, oyuncu kadrosu açısından son derece yerinde seçimlere sahip. Joel'un içsel çalkantısını taşıyan performans hikayenin tüm yükünü sırtlıyor. Jenna, Seth, Jonathan, Harry ve diğer karakterlerin varlığı (ya da yokluğu mu demeliyiz?) bu yükü dengelemede hem dramatik hem de fazlasıyla duygusal bir rol üstleniyor.
Gerçek ne söylüyor?

Lazarus, izleyicisini halüsinasyonların ardındaki gerçeği bulmaya çağırırken aynı zamanda karakterin kendi iç karanlığına tanıklık ettiren bir iş. Bu iki yönlü takip zaten diziyi akıcı kılıyor. Hatta bazı bölümlerde izlediğimiz şeyi nefes aldırmayan bir merak duygusuna dönüştürüyor. O vasat finaline rağmen...
Güçlü başlangıcın üzerine inşa edilen, atmosferine biraz çabayla girilebilen, duygusunu diri tutmayı bilen bu dizi, ne yazık ki final bölümünde edindiği "bilindik bir huy" nedeniyle beklenen etkiyi yaratamıyor. Joel'un zihninde uyananları izlemesi, aynı anda birkaç dava çözmeye çalışması gerçekten çok değerli. Fakat son sahnede izlediklerimizin bu pozitifliğe gölge düşürdüğünü düşünüyorum. Büyük şoklar yaratma çabası yerine elindekini korumaya çalışsaydı ne olurdu sanki?
Dolayısıyla Lazarus, isminin hakkını bir noktaya kadar taşıyan, ama o noktadan sonra kelime anlamının tam tersine, hayata tutunmayı bir türlü başaramayan bir dizi olarak hafızalarımızda yerini alıyor. Fazlası değil.

Yorumlar