Groundhog Day sendromu artık neredeyse başlı başına bir tür haline geldi. Hatta her yıl yeni bir örneği çıkar karşımıza. Ama itiraf edelim, çoğu sadece eski bir fikri tekrar tekrar ısıtıp önümüze koyar. 

Palm Springs’e de böyle bir şeyle karşılaşma düşüncesiyle, aslına bakarsanız sadece oyuncularını sevdiğim için, meraktan başlamıştım. Fakat bu film bu fikri ciddiye alıyor ve bunu kendini zorlamadan yapıyor. İşte en çok da bu yüzden işe yarıyor. Mizahı yerli yerinde, temposu hiç düşmüyor ve kendini tam anlamıyla özgürce açığa çıkarabildiği bir anlatım sunuyor. Zaman döngüsünün matematiğiyle değil, işin içinden çıkamayan karakterlerinin duygularıyla ilgileniyor. Ve tam da burada, filmin asıl büyüsü devreye giriyor.

🌴
Yazı, Palm Springs filminden spoiler içermeyecek.

Şahane bir kimya

Filmin konusunu kabaca şöyle toparlayalım: Nyles (Andy Samberg), Palm Springs’te bir düğünde sıkışıp kalmış bir adam. Aynı günü tekrar tekrar yaşarken, bir noktada Sarah (Cristin Milioti) da bu tuzağa düşüyor. İşin iyi tarafı, hikâyenin merkezinde "Neden buradayız?" sorusundan çok "Ne yapacağız şimdi?" sorusu var. Zaman döngüsü burada bir gizem değil; daha çok bir duygu durumu biçiminde. Oyunculuklara gelirsek… Andy Samberg’ü daha çok Brooklyn Nine-Nine gibi absürt komedilerden tanıyor olabiliriz ama burada öyle bir doz yakalamış ki, hem ciddiyetsiz hem de dozunda çatlak bir adamı oynamak birine anca bu kadar yakışabilir. Yine başka bir komedi, How I Met Your Mother’dan tanıdığımız Cristin Milioti ise şaşırtıcı derecede güçlü ve etkileyici bir karakterle çıkıyor karşımıza. Gerçi The Penguin performansını izledikten sonra bu kadının her şeyi yapabileceğine inancım tam artık. Palm Springs’te ise kimyaları, filmi taşıyan ana kolon görevinde.

“Gölgeler Arasında Bir Hükümdar”: The Penguin (2024)
Gotham’ın karanlık sokaklarında suç tahtına yürüyen ‘Oswald Cobblepot’ın öyküsü, akıl almaz performanslarla hayat buluyor.

Aynı günü "birlikte" yaşamak 

Filmin geçtiği fiziksel alan oldukça sınırlı: çöl, düğün alanı, motel odası ve biraz da doğa, o kadar… Ama senaryo o kadar sağlam ki bir an bile "Bu kadar dar bir alanda daha ne anlatabilirler ki?" diyemiyorsun. Tam tersine, o kısıtlılığın içinde karakterlerin duygusal özgürlüklerini, yapabilecekleri maksimum şeyleri izliyorsun. Film kendi absürtlüğünü öyle benimsemiş ki, bir noktadan sonra sen de olan biteni değil, olan bitene karakterlerin nasıl tepki verdiğini izlemeye başlıyorsun.

Zaman döngüsünün arkasında aslında paralel evrenler, ihtimaller ve seçimlerin ağırlığı var. Bu da filmi yalnızca bir komedi olmaktan çıkaran şey. Benzer yapıda sinemada Edge of Tomorrow, Mr. Nobody ya da Source Code gibi tonla filme rastlıyoruz, ama Palm Springs, kendisini bunlar kadar da ciddi bir film olarak tanımlamak istemiyor. Bu kavramları olabilecek en sade biçimde, paralel evreni ana unsur yapmadan, bol kahkaha eşliğinde ve asıl önemlisi, romantizmi karikatürleştirmeden anlatan nadir bir örnek. Zaten en zoru da bu değil mi? Hem düşündürmek hem eğlendirmek hem de finalde içini hafif bir buruklukla ısıtmak.

Şaşırtıcı derecede samimi

Filmin belki de en takdire şayan yanı, kendini asla büyük lafların arkasına saklamaması. "Hayat bir döngüdür" gibi ucuz sembollerle değil, iki insanın birbirini gerçekten tanıma çabasıyla anlatıyor hikâyesini. Zamanın içinden çıkılamayan bir hapishane değil de, doğru soruları sorana kadar seni orada tutan bir öğretmen olduğunu düşündürüyor. O yüzden her sahne, her tekrar, bir çeşit gelişim.

Bu kadar kısa bir filmin bu kadar çok şey hissettirmesi ise gerçekten şaşırtıcı. Süresi 90 dakika bile değil ama bittiğinde sanki sen de onlarla birlikte birkaç gün geçirmiş gibi hissediyorsun. Bazen kahkahalarla, bazen içten bir tebessümle. Bir de dikkat, filmi izlerken hafifçe kendini yoklayabilirsin. "Ben neyi tekrar ediyorum, nerede takıldım acaba?" gibi küçük sorular aklına yerleşebilir, kendini sorularla dolu bir havuzda bulabilirsin. Bu filmi bu kadar sevmemin sebebi de bu; eğlenirken kendini sorgulamana fazlasıyla fırsat tanıyor.

İçten ve abartısız

Yukarıda söylediğim gibi, örneklerini çeşitlendirmek fazlasıyla mümkün. Ama Palm Springs, kalbimize en yakın olanı. Çünkü o, "ne yaparsan yap tekrar ediyorsun" değil, "aynı şeyi biriyle paylaşınca anlamı değişiyor" diyor. Hem de bunu çok güzel, çok basit ve çok dürüst biçimde anltıyor.

Filmin yönetmeni Max Barbakow, Palm Springs’le birlikte ilk uzun metraj denemesini gerçekleştirmiş ve etkileyici bir çıkışa imza atmış. Zamanında festival çevrelerinde büyük övgü toplamış olan film, asıl gücünü izleyiciyi yormadan düşündürebilmesinden alıyor. Eğer romantik komedilerde klişelerden uzak, absürt ama içten bir anlatı arıyorsan ya da zaman döngüsü gibi bilimkurgu öğelerinin arkasına saklanmayan, karakter odaklı bir şey izlemek istiyorsan, Palm Springs tam olarak senin için yapılmış. Neyle ilgilenirsen ilgilen "sadece iyi bir şey izlemek istiyorum" diyenler için resmen ortak bir buluşma noktası.

Paylaş