2024’ün ilk yarısı bitti ve yılın bu zamanına gelene kadar karşılaşmış olduğumuz film sektöründeki dengesiz dalgalanma, beyaz perdenin gelecekteki durumu konusunda tahminde bulunma girişimlerimizi kısmen etkisiz bıraktı.
Amerika Birleşik Devletleri’nde yurt içi gişe hasılatında, pandemi sonrasındaki durgunluğun hakim olduğu 2022 seviyelerine gerileyen Hollywood’da sürpriz dalgalanmalara, hatta daha çok çöküşlere neden olan Furiosa gibi filmler, birbirlerini besleyerek seyirciyi körükleyen Barbenheimer başarısının benzerine rastlanmaması, ayrıca izleyicilerin Challengers ve Civil War gibi orijinal ve orta bütçeli filmlere daha çok ilgi göstermesi durumu, istatistiklerin tahmin edilebilirliğini kıran en büyük etmenler olarak kaydedildi.
Fakat her şeye rağmen 2024 yılı, seyircinin tekrar tekrar izlemekten bıkmadığı aksiyon, animasyon, bağımsız ve belgesel türlerindeki çeşitli mücevherlere de ev sahipliği yaptı diyebiliriz.
İşte onlardan bazıları...
Bad Faith: Christian Nationalism’s Unholy War on Democracy
Herhangi bir korku filminden ya da herhangi bir çağdaş politik belgeselden çok daha korkunç... Korkunç çünkü bahsedilen şeylerin tamamı gerçekleşiyor. Bu yüzden bu filmi izlemeniz gerek. Stephen Ujlaki ve Chris Jones’un bu çığır açan belgeseli, Hristiyan milliyetçi güçlerinin, Amerika’yı bir teokrasiye dönüştürme amaçlı gerçekleştirilen Haçlı Seferleri’nde çoğu insanın tahmin ettiğinden çok daha güçlü bir hale gelmesiyle ilgili.
Hristiyan milliyetçiliği ile Donald Trump’ın yükselişi arasındaki bağlantıları hem açıkça hem de gizlice ortaya koyan yapım, ikinci bir Trump başkanlığı ihtimaline tam anlamıyla yeni bir anlam kazandırıyor.
The Bikeriders
The Bikeriders’ta; Jeff Nichols’ın Amerikan motorcu kültürünün “The Wild One” havalılığından, Roger Corman’ın “The Wild Angels”ının uyuşturucuyla kafayı bulmuş ve sersemlemiş anarşisine geçtiği 60’lı yılların ortalarındaki o canlı havanın üzerinde asılı durduğu trajik bir öyküden bahsediyoruz. Topluma karşı mücadelesinde asla pes etmeyen, tabiri caizse vahşi bir aygır olan Austin Butler’ın Benny karakterinin açıkça bir ölüm arzusu var. Onu evcilleştirmeye çabalayan Jodie Comer’ın Kathy karakterini izlemek ise ne yazık ki yürek parçalayıcı.
Şaşırtıcı derece iyi performansların sergilendiği bu motorcu destanında üçüncü koltuğu çetenin lideri olarak Tom Hardy’nin almasıyla işler daha karmaşık bir yola giriyor ve tahmin edilen son kaçınılmaz görünüyor. Ancak Jeff Nichols izleyiciyi şaşırtmayı başararak bu filme olabilecek en iyi finali yakıştırıyor.
Challengers
Call Me by Your Name (2017) yönetmeni Luca Guadagnino’nun merakla beklenen tenis draması Challengers, başrollerinde son zamanların yükselen yıldızları Zendaya, Mike Faist ve Josh O’Connar’a yer veriyor. Üç tenis canavarı gencin yollarının kesişmesiyle ortaya çıkan bu iniş çıkışlı hikâyede, havalı ve çekingen Art ile açgözlü arkadaşı Patrick arasına giren, sert ve zarif Tashi’nin hırs ve rekabetle bezeli mücadeleleri konu ediliyor.
Üç karakterin de hayatlarının merkezindeki sorunlar ve amaçlara dikkat çeken film, çok yakın arkadaş olan iki genç adamın yollarının hangi sebeplerle ayrılıp sonrasında birbirlerine nasıl düşman olduklarına, Tashi’nin Patrick’le olan toksik ilişkisinin bitip sonrasında Art ile evlenerek nasıl bu kadar iyi bir kariyere sahipken, yeteneksiz kocasının koçu olmaya karar verişine odaklanıyor. Kortun her bir köşesindeki gerilimi başarıyla kullanan Challengers, temelinde bir aşk üçgenini konu ediniyor olmasına rağmen, spor müsabakası resmiyetini de hiçbir zaman elinden bırakmıyor.
Daddio
Bundan on yıl önce, Tom Hardy’nin başrolünde yer aldığı Locke filmi, inanılmaz bir başarıya imza atmış, arabasında telefonla konuşan bir adamın etrafında dönen, gergin, dikkat çekici ve üç boyutlu bir ilişki draması ortaya çıkarmıştı. Yazar ve yönetmen Christy Hall, zorlu ve tahmin edilmesi zor ve aynı zamanda uzun metrajlı ilk filmi olan Daddio’da daha iyisini meydana getiriyor ve JFK Havalimanı'ndan Manhattan’a uzanan bir taksi yolculuğunda bir araya gelen iki yabancıyı anlatıyor.
Başrollerinde Dakota Johnson ve Sean Penn’i bir araya getiren film, arka koltukta temkinli bir şekilde oturmakta olan gizemli kadın ile onu psikanaliz yoluyla gözetlemeye ve algılamaya çalışan geveze bir taksi şoförünü konu ediniyor.
Dune: Part II
Orijinal Star Wars’ta Luke Skywalker’ın memleketinde çöl ufkuna baktığı ve iki güneşin bir arada battığını gördüğü bir an vardır. Bu basit ama güzel bir detaydır; dünyasının aslında hem bizimki gibi hem de bizimkinden çok farklı olduğuna dair çok şey anlatır.
Denis Villeneuve’ün Dune’u da bizi neredeyse aynı şekilde heyecanlandıran bir bilimkurgu serisi. Üç saate yakın süren bu devam filmi, geçtiğimiz yıl sektörü durduran grevlerden sonra geri dönüş yapan Hollywood’un bu yıl içerisindeki en büyük projelerinden biri oldu. Timothée Chalamet, Zendaya, Florence Pugh, Rebecca Ferguson, Austin Butler ve Javier Bardem gibi isimleri bir araya getiren Dune: Part II, babasından kalan mirasa sahip çıkmaya çalışan Paul Atreides'in destansı hikâyesini başarıyla izleyiciyle buluştururken; Villeneuve'ün harika vizyonu aracılığıyla Frank Herbert'ın akıl almaz eserlerine saygı duruşu yapmayı da ihmal etmiyor.
Femme
Cesurca işlenen eşcinsel tutkusunun daha uç noktalara dokunduğu, bir drag sanatçısının hikâyesine odaklanan Femme, çalıştığı kulübün dışında vahşice saldırıya uğrayan Jules ile ona bunları yapan muhafazakâr genç arasında yaşanan çalkantılı ilişkiyi konu alıyor.
George MacKay, Nathan Stewart-Jarret, John McCrea ve Antonia Clarke’ın yer aldığı psikolojik açıdan zorlayıcı ve bir o kadar da rahatsız edici olan bu filmin yönetmen koltuğunda, ilk uzun metrajlı filmleri olmasına rağmen bu yıl isimlerinden fazlasıyla bahsettirmeyi başaran Sam H. Freeman ve Ng Choon Ping yer alıyor.
Inside Out 2
Dokuz yıl önce ilk filmiyle hayatımıza giren Inside Out, devam filminin gişede yakaladığı başarı ile vizyona girdiği günden bu yana listelerin altını üstüne getirdi.
Çocukluk masumiyetinin yavaş yavaş yitip gitmeye başladığı dönemde artık 13 yaşına giren ve hokey kampındaki havalı çocuklara uyum sağlamaya çalışırken hayatında alması gereken yeni sorumluluklar olduğunun farkına varan Riley’nin duygularıyla yaşadığı karmaşayı anlatıyor Inside Out 2.
Ergenlikle birlikte Anksiyete, Gıpta ve Bıkkınlık gibi yeni duyguların eklendiği filmin kadrosu Amy Poehler, Phyllis Smith, Maya Hawke ve Ayo Edebiri gibi isimlerden oluşuyor.
Kinds of Kindness
Son dönemlerde Emma Stone ile birlikte çalıştığı projelerle öne çıkan, geçtiğimiz yılın Oscar adayı yönetmen Yorgos Lanthimos; Willem Dafoe, Jesse Plemons, Margaret Qualley, Joe Alwyn, Hunter Schafer ve yine Emma Stone ile birlikte çalıştığı Kinds of Kindness ile bu yıl da isminden söz ettirmeyi başarıyor.
Bir rüyadan fırlamış gibi görünen ve gerçekçiliği fazlasıyla sorgulanabilir olan Kinds of Kindness; ailesini terk edip sapık bir tarikat liderinin peşine takılan perişan kadın ile, karısının içerisindeki farklı kişiliğin ortaya çıkışıyla afallayan polisin hayatına odaklanıyor.
Ana akım sinemada kendi tarzıyla var olmaya çalışan ve maceraperestlik adına efor sarf eden film, Lanthimos’un diğer filmlerinden farklı olarak, iki saat 45 dakikalık bir film olmasına rağmen akıcılığıyla izleyiciyi ekrana yapıştırmayı başarıyor.
The People’s Joker
Bu skandal çizgi roman psiko-dramasının yönetmenliğini ve ortak yazarlığını üstlenen Vera Drew, aynı zamanda filmde kendisini Joker the Harlequin olarak tanıtan, zihinsel olarak bitik olsa da her şeye rağmen hevesli olan bir stand-up komedyenini canlandırıyor.
Efsane DC karakteri Joker’in bir parodisi olan, Joker’in çılgın kişiliğini kullanarak dünyaya kim olduğu anlatmaya çalışan bu uyumsuz ama samimi kahraman, izleyiciye değişik ama eğlenceli dakikalar sunuyor.
Ayrıca, Heath Ledger’ın çılgın ve ahlaksız ucubesi ile Joaquin Phoenix’in sefalet içerisindeki palyaçosunun yanında Drew bu filmde kendine has bir performans sergiliyor.
Sweet Dreams
Avrupa sömürgeciliğinin trajik çöküşünün gösterişli bir kedi-fare oyunuyla bir araya getirildiği bu film, günümüz Endonezya’sında geçiyor. Hollandalı sömürgecilerin iktidarda olduğu bu ortamda bir fabrika sahibinin ani ölümünden sonra işler birbirine karışıyor, hiyerarşik denge bozuluyor ve çevresindeki herkesin konumu tehlikeye giriyor.
Yönetmen Ena Sendijarevic imzalı olan Sweet Dreams, farklı tarzı ile dikkatleri üzerine topluyor. Bir dönem filmi olarak değerlendirilse de taşlama kategorisinde yer alması daha doğru olacak gibi.
Kaynak: Variety
Yorumlar