Tanıdığımız evren
İtiraf etmek gerekirse, 28 Gün Sonra ve 28 Hafta Sonra gibi türün iki ikonik örneğinden sonra seriye bir devam filmi daha ekleneceğini duyduğumda, heyecanla birlikte endişeli bir beklentiye girdim. Çünkü zaman, serileri genelde yıpratır. Bu güne kadar çok örneğiyle karşılaştık. Ama bu film, özellikle senarist Alex Garland’ın kalemiyle ve orijinal hikâyenin ruhunu koruyan tonuyla, eski günlerin gölgesinde değil, kendi ayakları üstünde durmaya çalışan bir yapım olmuş.
İşin güzel tarafı şu ki 28 Yıl Sonra, korkutmayı gerçekten başarıyor. İlk yarısı boyunca sürekli bir tetikte olma hali var. O karanlık, klostrofobik atmosfer ve oyuncunun gözünden izliyormuşuz gibi hissettiren kamera açıları, koca bir yalnızlık hissiyle de birleşince sinema salonunda kimin nefesini tuttuğu kimin dişini sıktığı belli olmuyor. Özellikle artık çok daha hızlı ve daha da tehlikeli olan zombilerin bu filmde çok daha hissettirilir olması, gerginliğin dozunu ciddi anlamda artırmış. Ve kabul etmek gerek, türün hastası olarak biz bu gerginliği gerçekten özlemişiz.

Karanlık içinden "doğan" ışık
Başrolü, Aaron Taylor-Johnson'ın canlandırdığı Jamie karakteri olarak biliyorduk fakat film, hikâyesini onun oğlu Spike üzerinden anlatıyor. Daha ilk dakikalardan itibaren bu felaketi bir çocuğun gözünden izlemek, izleyiciye daha kırılgan, daha insani bir bağ kurma imkânı sunmuş. 12 yaşındaki bir çocuğun bu kaotik evrende ayakta kalma çabası, filme taze bir enerji getirmiş.

Çocuk demişken... İlerleyen dakikalarda karşımıza çıkan ve muhtemelen aklımızdan bir daha da çıkmayacak olan zombi bir annenin doğum sahnesi… Daha önce zombi filmlerinde doğum görmüştük, Dawn of the Dead bunun örneklerinden bir tanesi belki ama burada, annenin plasentası üzerinden anlatılan mucize hem medikal hem metaforik olarak fazlasıyla çarpıcıydı. Korku sinemasında nadiren bu kadar duygusal anlarla karşılaşırız ve iki kadının bu tarif edilmez acı sırasında birbiriyle kurduğu bağ, açık ara filmin en etkileyici sahnelerinden biriydi.

Eksikler, beklentiler ve bitmeyen yol...
Ancak tüm bu güçlü anlara rağmen film, bazı yerlerde dengesini yitiriyor. Jamie’nin oğlunu ve eşini yalnız bırakıp onları aramaya çıkmaması, karakterinin duygusal motivasyonunu eksik bırakıyor. Sanki bazı sahneler bilinçli şekilde kesilmiş ya da bir sonraki filme saklanmış gibi. Ralph Fiennes’ın canlandırdığı "çatlak doktor" karakteri ise hem gizemli hem etkileyici ama keşke daha fazla işlenebilseydi. Olayın bir de onun cephesinden anlatılması, filmi çok daha katmanlı kılabilirdi.

Zaten yıllar sonra kavuştuğumuz filmde hikâye yine uzuyor. Zaten söylenenlere göre bu yapım, bir üçlemenin ilk halkası olarak planlanmış. Finalde açık bırakılan kapılar, Kemik Tapınağı adını taşıyacak olan bir sonraki filme geçiş için zemin hazırlıyor. Bu yüzden bu filmi tek başına bir bütün olarak görmek mümkün değil. Özellikle Cillian Murphy’nin Jim karakterini bu filmde görmeyi bekleyenler (ki ben de onlardan biriydim), biraz hayal kırıklığına uğradı. Filmin sonunda onu görsek, final çok daha güçlü ve duygusal bir etkiyle kapanabilirdi diye düşünüyorum. Ama her şeye rağmen merak içerisinde bıraktığı bir kapanış yapmayı da başardı.

Film ne eksikliğiyle ne de fazlasıyla tamamen boşlukta kalıyor. Spike’ın yolculuğu, yalnızca hayatta kalma mücadelesi değil, aynı zamanda virüsün artık bambaşka bir boyuta geçtiğini gösteren bir evrim hikâyesi de. Alfa zombi fikri ürkütücü, çünkü yıllardır süren bir mutasyonun kaçınılmaz sonucunu gösteriyor. İnsan bu virüsün daha neler yapabileceğini düşününce ürpermeden edemiyor.
Onca yıl beklemeye değdi mi?

Bence değdi. 28 Yıl Sonra, beklentileri tam anlamıyla karşılayan bir film değil belki ama "olmamış" demeyi de yakıştıramıyorum doğrusu. Özellikle ilk yarısı sinematografi, atmosfer ve gerilim açısından çok güçlü. Film boyunca yalnızlık hissi öyle güzel işlenmiş ki bazı sahnelerde insanın içi gerçek anlamda ürperiyor. Fakat bazı karakter motivasyonları eksik kalmış ve olayların kimi yanları anlatılmadan geçilmiş. Hikâye parçalanmış gibi hissettiriyor ama bunun da büyük ihtimalle üçlemeye yayılacak bir anlatının ilk parçası olmasından kaynaklandığını söyleyebiliriz.

Geriye dönüp baktığımda, bu filmi vaktinde ve spoiler'a maruz kalmadan izlemiş olmaktan çok memnunum. Çünkü her şeyden önce vadettiği birçok duyguyu yaşatıyor ve o eski hisleri tekrar canlandırmayı başarıyor. Tam da bu yüzden, eksiklerine rağmen izlenmesi gereken bir devam filmi. Özellikle türe ilginiz varsa ve önceki iki filmi sevdiyseniz, 28 Yıl Sonra sizi hem nostaljik hem de yenilikçi bir yolculuğa çıkaracak. Yarım kalanları tamamlamak için de gözümüz Kemik Tapınağı’nda olacak. Bir de Cillian Murphy’de tabii...

Yorumlar