The Amateur, bazen klasik bir ajan filminden daha fazlası, bazen de bariz eksiklikler barındıran bir film. Hikâye, CIA’de görevli bir şifre çözücünün eşini terör saldırısında kaybetmesiyle başlıyor ve bu kişisel trajedi, karakteri nispeten alışılmışın dışında bir intikam yolculuğuna sürüklüyor.

Yolculuğumuz dar bir coğrafyada sınırlı kalmıyor. Film, izleyicisini Londra’dan Berlin’e, oradan İstanbul’un arka sokaklarına götürüp dünyayı karış karış gezdirirken; özellikle İstanbul’daki sahnelerde kullanılan görsel dil, klişe "egzotik doğu" imajına ve sepya tonlarına saplanmadan şehirde geçen yoğun takibi ve çatışmayı gerçekçi bir şekilde sunuyor.

Bu çok mekânlı anlatım yapısı filme belli bir dinamizm hatta karakter kazandırmış; özellikle aksiyon dozunun tırmandığı anlarda atmosfer oldukça sürükleyici. Fakat bu gezgin tempo zaman zaman senaryonun merkezindeki duygusal derinliği gölgede bırakan şey konumunda. Film, karakterinin içsel çatışmasını anlatmaya çalışırken, bir yandan da aksiyon ve casusluk beklentilerini karşılamaya çalışıyor. Bu iki hedef arasında gidip gelirken ritmini yitirdiği anlar da var.
Sınırlı bir performans

Oscar ödüllü Rami Malek’in bu filmdeki performansı tartışmasız şekilde kontrollü ve içe dönük. Ancak bu kez bu "kontrol", karakterin derinliğini yansıtmak yerine zaman zaman fazlasıyla donuk ve tekdüze bir hâl alıyor. Eşini kaybetmiş, sistemden vazgeçmiş ve adaletin peşine düşmüş bir adamın içindeki fırtınayı hissetmek istiyoruz ama çoğu sahnede Malek’in gözlerinden geçen tek şey dingin bir öfke yerine bir tür uyuşmuşluk. Bu da karakterin travmasına dair yapılan iyi yazılmış sahnelerde bile duygusal bağ kurmayı zorlaştırıyor doğrusu.

Filmin en ilginç sürprizlerinden biri ise Jon Bernthal’ın kısa ve etkileyici cameo'su. Ancak işte tam da burada izleyici olarak şöyle bir hisse kapılıyoruz: "Keşke bu karakter daha uzun süre filmde yer alsaydı." Bernthal’ın sahnesi, bir çeşit tehdit, ironi ve yoğunlukla bezeli farklı bir enerji taşıyor. Onunki gibi çelişkili bir karaktere kesinlikle daha fazla alan tanınabilirmiş. Bu durum, filmdeki bazı rollerin ve anlatı potansiyelinin yeterince kullanılmadığının büyük kanıtı bana kalırsa.
Renkler soğuk, gerilim sessiz

Görsel atmosfer bakımından The Amateur oldukça güçlü. Gri, mavi ve soğuk tonlar, karakterin iç dünyasıyla mükemmel uyum sağlıyor. Özellikle şehir sahneleri, hem kalabalık içinde yalnız kalmayı hem de tehdit duygusunu başarıyla yansıtıyor. İstanbul’daki sekanslarda Kapalıçarşı’nın dar sokaklarından deniz kenarına uzanan kovalamaca sahnelerinin altından, klişeye düşülmeden etkileyici biçimde kalkılmış. James Hawes’ın yönetmenliği teknik anlamda dengeli; sahneler sade ve etkili bir dille kurgulanmış.
Müzikler neredeyse görünmez ama ilginç bir şekilde işlevsel. Hikâyeyi bastırmayan, gerilimi gerektiği kadar destekleyen bir altyapı var. Bu tercih, filmin kişisel yönünü ön planda tutma niyetiyle uyumlu. Fakat ritim zaman zaman aksıyor. Özellikle ikinci perdede, karakterin eyleme geçmesini beklerken film fazlaca içe dönüyor ve bir tür yerinde sayma hissi yaratıyor. Bu o kadar dikkat dağıtıcı değil fakat yine de sabırsız izleyiciyi yer yer yorabilir diye düşünüyorum.
Derin mi, dağınık mı?

Filmin en güçlü iddiası, klasik bir casusluk hikâyesini psikolojik bir dramla iç içe geçirmek. Bu açıdan risk alıyor ve tür sınırlarını zorluyor. Ancak bu dengeyi her zaman sağlayamıyor. Rami Malek’in karakteri çok net bir motivasyona sahip olsa da, izleyici olarak neden şimdi harekete geçtiğini, neden bu kadar kontrolsüz bir planla ilerlediğini sorgulamak zorunda kalıyoruz. Ve bazı anlardaki bu kopukluklar, anlatıya da zarar veriyor.

Yan karakterlerin büyük kısmı da bu derinlik eksikliğinden muzdarip. Laurence Fishburne ve Rachel Brosnahan gibi sağlam oyuncular, potansiyeli yüksek rollerle karşımıza çıkıyor ama senaryo onları yalnızca işlevsel figürler olarak kullanmakla yetiniyor. Bernthal'ı da öyle. Sanki hepsi Malek’in karakterini çevreleyen notalar gibi; varlar ama hikâyeyi zenginleştirmekten çok etrafı dolduruyorlar. Bu da hikâyeye duygusal katman kazandırmak yerine biraz yapay bir dünya yaratıyor.
Selefleri gibi olabilirdi

Doğru ellerde ya da doğru şekilde biçimlendirilseydi The Amateur, bir Jason Bourne ya da John Wick gibi, kişisel bir kaybın, kişisel bir mevzunun ardından dünyayı yerinden oynatan karakter odaklı bir seriye dönüşebilirdi. Malzeme fazlasıyla elverişli: bir sivilin devlet mekanizmasına kafa tutması, aşkın ardından gelen adalet arzusu ve sistemin içinden bir yabancının doğuşu… Ancak film bu potansiyeli sadece yüzeyde tutuyor. Ne aksiyona tam teslim oluyor, ne de karakter derinliğini sonuna kadar kazıyor. Bu yüzden de güçlü bir başlangıç gibi duran hikâye, maalesef tek filmlik bir denemeden öteye geçemiyor. Oysa doğru yazılmış birkaç çatışma ve biraz daha cesur bir yönetmenlik dokunuşuyla, The Amateur ismi yıllarca hatırlanacak bir seriye bile evrilebilirdi.
Potansiyeli yüksek, ama geride kalan bir deneme

Film, klasik ajan filmlerinden sıkılmış, daha çok karakterin iç çatışmalarına odaklanan sinemaseverler için ilgi çekici. Dünya haritası üzerinde gezinen anlatımı, görsel anlamda oldukça başarılı atmosferi ve zaman zaman patlayan gerilim anlarıyla belli bir kaliteyi kesinlikle yakalıyor. Ancak Rami Malek’in biraz fazla içine kapanık yorumu, hikâyenin sunduğu duygusal potansiyelin tamamını ortaya çıkaramıyor.
Yönetmen James Hawes daha cesur tercihler yapabilseydi, özellikle Bernthal'ınki gibi karakterleri daha aktif kullanabilseydi, kesinlikle çok daha vurucu bir yere taşınabilirdi. Yine de aksiyon ve dramın sınırında gezinen bu film, monoton bir aksiyon isteyen izleyiciler için yeterli bir deneyim olabilir. Beklentiyi doğru ayarlarsanız, The Amateur’den pişman ayrılmazsınız. Ama "daha fazlası mümkün müydü?" sorusu da uzun süre aklınızda kalabilir tabii.
Yorumlar