Carol Sturka’nın her an paramparça olacak gibi psikolojisini izlemek, Vince Gilligan’ın anlatı dünyasında yeni bir öfke formu keşfetmek gibi. Breaking Bad’den bu yana hiçbir karakter beni bu kadar sinirlendirmemişti sanırım, ama işte bu nedenle de onunla empati kurmaktan kendimi alamıyorum.

Carol'ın kendi garipliğiyle birlikte, tiksinti duyduğu bu çukurda debelenişi, dünyanın sonunu arka plana iterek karakterimizin iç yangınını öne çıkarıyor. Gilligan'ın en sevdiği oyun alanı ise hala aynı. Büyük bir felaket içerisinde küçük insan zaaflarını zekice inceleme altına alıyor, ama bunu yaparken de insanın içini sıkmayı nasıl yapıyorsa bir şekilde başarıyor. Sonuca varana kadar içinize oturan can sıkıntısından keyif alıyorsanız ne şahane. Bölüm, Carol'ın kendi zihniyle kurduğu o dengesiz ittifakı yüzeye çıkarıyor. En azından bitmeden önce elimize bir şeyler tutuşturuyor diyelim...

İnsanlık geri adım atarken
Bölüme "Lütfen, Carol" adının verilmesi bile yaratıcıların sanki bizimle alay ettiğinin bir göstergesi. Ekranın içindekiler gerçekten bizi duyuyor gibi, Carol'ın sonunda soru sormaya, cevaplar aramaya başladığını görmemiz neredeyse ironik bir ödül niteliğinde. Bu bölümün odağında nihayet şüpheciliğini devreye sokması ve bileşik zihnin "tuhaftır, ama belki fazla tuhaf" dürüstlüğünü anlamaya başlaması var.

Carol'ın eve döndüğünde gördüğü o ilginç yardımlaşma manzarası, dizinin aynı zamanda en eğlenceli anlarından birine ev sahipliği yapıyor. Carol'ın evindeki döküntüyü toparlamaya çalışan kişiler arasında daha öncesinde gördüğünü sandığı biri, belediye başkanı olduğunu düşündüğü biri var. İşin ilginç kısmı, vücudu birleşik bilinç tarafından kullanılan bu kişi gerçekten Albuquerque'nin Belediye Başkanı Tim Keller...
Bir de çimento dökerken "Oy için teşekkürler," diyor...😅
Dürüstlük testi

Dizinin yavaş yavaş (belki biraz fazla yavaş) çözülüyor oluşunu Carol'ın gizli tahtasından anlayabiliyoruz. Kitaplarına, Raban karakterine ve hikaye detaylarına yer verdiği not tahtası, bu sefer kolektif zihin hakkında şimdiye kadar edindiği bilgilerle zenginleşiyor. Karakterin bu bilinmezlik karşısında ilk kez ciddi bir adım attığı an olarak elbette çok önemli. Fakat asıl kırılma Lawrence adlı karakterle yaptığı o garip ve hatta neredeyse distopik diyebileceğimiz dürüstlük testinde.
Larry'nin, "bu kişi bir zamanlar Lawrence J. Kess olarak biliniyordu," tanımlaması, bölümün en rahatsız edici anı olabilir. Etrafta hareket eden bireyler var, yürüyen, konuşan, mesleğini yapan... Ciddiyeti kavramak belki bu yüzden bir tık zor olabilir ama artık kimse gerçek bir birey değil. Tek bir ağız, tek bir bilinç, tek bir amaç var. Carol'ın soru sorma cesareti, bilincin sınırlarını zorlayınca Larry'nin cevapları da aynı ölçüde komik ve rahatsız edici bir hal alıyor. Aynı zamanda tehdit içeren türden hem de. Avatar The Last Airbender'daki Jo Dee'yi hatırladınız mı? İşte onun gibi bir şey.

"Kitaplarınızı seviyoruz."
"Hangi kısmını?
"Hepsini."
İşte bu evrensel beğeninin içi boş. Geçtiğimiz bölümde bahsettiğimiz yapay zeka muhabbetine dönüyoruz; samimiyetten uzak, sadece memnun etme refleksi var.

Gerçeklerle yüzleşmenin zorluğu

Karakterimiz antipatik tavırlar sergilese de bir çoğumuzun yapacağı gibi, karşısında neredeyse sonsuz bir bilgi kaynağı varken onu bir süreliğine merak ettiği soruları cevaplamak için kullanıyor. Konu bir şekilde Helen'a geliyor ve çok uzun zamandır hayatında olan bu kadının onun ve eserleri hakkındaki dürüst düşünceleri Carol'ı hayal kırıklığına uğratıyor.
Larry'nin Carol'ı üzmemek adına verdiği çaba da karakterimizi bu muhabbetin nihayetine ulaştırıyor işte. Bu kolektif beyin yalan söyleyemiyor. Carol'ın bunu tahtaya yazdığı an da izleyiciye, "Dur, henüz sıkılma, asıl hikaye şimdi başlıyor," deme şekli. En azından öyle olmalı diye düşünüyorum.
Lütfen, Carol

Geçtiğimiz bölümde el bombası nedeniyle ağır yaralanan Zosia'yı ziyarete giden karakterimiz, gariban kadını zorlayabildiği kadar zorluyor. Zosia'ya karşı hisler beslediğinin sinyallerini bu bölümde aldığımız Carol, diğer bedenlerin ona dokunamayacağını bilerek Pirate Lady'nin canına okuyor, ta ki bayılana kadar.
Hastane personelinin başına toplanması ve hep bir ağızdan "Lütfen, Carol" seslenişi, Carol'ın iki ayağını bir pabuca sokuyor... Sona doğru yüklenen gerilimle birlikte bölüm, izleyicisine veda etmeden önce şunu söylüyor; eğer virüsün bir geri dönüşü olmasaydı, bu bölümde yalan söyleyemediklerini öğrenmezdik. Gilligan gerilimi yine ilmek ilmek işliyor.
Türk mü?

Girişte de geçtiğimiz bölümlerde Carol'ın telefonla ulaştığı İspanyolca konuşan adamla tanıştık. İleride görmeyeceksek bu detay da hiçbir şekilde karşımıza çıkmazdı diye düşünüyorum. Aynı zamanda köpek mamasıyla beslenen bu tuhaf adamın deftere aldığı notu da görmüşsünüzdür, Carol'ın Türk olma ihtimalini değerlendiriyor. Kaç bölümdür bu kaçıncı Türk göndermesi yahu, Gilligan bizim hayranımız mı, ne?
"Lütfen, Carol", ilk bölümlere oranla Pluribus'un çok daha yavaş ilerleyen yönlerini ön plana çıkardı. Dolayısıyla tempo olduğundan çok daha yavaş bir düzeyde. Ama merak içimizi kemirmiyor da diyemeyeceğim. Yalan söyleyemeyen, sadece bildikleri gerçekleri evirip çevirerek yankılayan bu varlıklar ne planlıyor? Virüs nasıl geri çevrilecek? En önemisi de, Carol tüm bunları yapabilecek kapasiteye sahip mi?



Yorumlar