Her zaman aksiyonu bağırarak veren filmler yerine, fısıltılarıyla izleyicinin içini titreten yapımları tercih etmişimdir. Juror #2 tam da bu tanımın hakkını veren, sessizliğin içinde çığlıklar saklayan türden bir film.
Film, sıradan bir jüri üyesinin, bir dava sürecinde giderek büyüyen içsel çalkantısını konu alıyor. Nicholas Hoult’un canlandırdığı Justin Kemp karakteri, başta sıradan bir adam gibi görünse de zamanla onun içinde kopan fırtınalara tanıklık ediyoruz. Karakterin sessizliği, tereddütleri ve yüzündeki o boğuk ifade… Bunların her biri izleyicinin zihninde "Acaba?" sorusunu bırakıyor. Film boyunca suskun kalan vicdanın, nasıl yüksek sesle bağırabileceğini görmek oldukça sarsıcı.

Filmin en güçlü yanlarından biri, gerginliği seyirciye adeta bir sis gibi yayması. Her sahnede bir şeylerin açığa çıkacak olması ihtimali öyle baskın bir his ki gözünüzü bir an bile ekrandan ayırmak istemiyorsunuz. O mahkeme salonundaki hava neredeyse oturduğunuz koltuktan hissediliyor, sanki oradaymışsınız gibi. Yönetmen Clint Eastwood, hiçbir şeyi aceleye getirmeden, adım adım bir gerginlik inşa ediyor ve bu gerginliğin içinde nefes almak gittikçe zorlaşıyor.

Renk paletinden bahsetmeden geçmek olmaz. Film, görsel anlamda da hikâyeyi taşıyan bir dil kullanıyor. Soğuk tonlar, hafif grimsi filtreler ve gölgelerin ustaca kullanımı, atmosferi destekleyen en önemli unsurlar olarak görev yapıyor. Her sahne sanki duygusal bir ağırlıkla bezenmiş gibi, renksizliğin içinde bir doluluk, bir ağırlık var. Bu sayede anlatılan hikâyenin kasveti sadece kelimelerle değil, görsel olarak da içimize işliyor.

Yan karakter olmasına rağmen, Harold Chicowski rolünde J.K. Simmons döktürüyor. Ekranda olduğu her saniye, sanki olayların ağırlığı iki katına çıkıyor. Zaman zaman Justin’in tarafını tutuyor olmanıza rağmen, bu eski polis memurunun hamleleri “Şimdi her şeyi açığa çıkartacak!” diye diken üstünde tutuyor. Otoriter duruşu, zaman zaman alttan alta verdiği sinyallerle birleşince karakterine hem korku hem de saygı duyuyorsunuz. Nicholas Hoult ile arasındaki dinamik ise gerçekten izlenmeye değer. İkilinin karşılıklı sahneleri birbirleriyle satranç oynar kadar gergin. Her hamlede bir sır daha açığa çıkacakmış gibi sanki.

Juror #2, bir mahkeme draması olmanın ötesinde, ahlaki ikilemlerle bezenmiş bir vicdan hikâyesi. İnsan, sevdikleri için nereye kadar gidebilir? Adalet gerçekten dışarıdan mı işler, yoksa aile devreye girdikten sonra başka bir boyut mu kazanır?Film, bu soruların cevabını seyirciye bırakıyor ama soruları öyle bir şekilde soruyor ki, gece kafanızı yastığa koyduğunuzda hâlâ zihninizde dönüp duruyorlar.

En çok da bu yönüyle etkilendiğimi söylemek istiyorum. İzleyeli birkaç hafta olmasına rağmen hala kendimi, kendi içimdeki bir muhakemenin sonucunu ararken buluyorum; çünkü film sadece izlerken değil, izledikten sonra da düşündürüyor. Günümüz sinemasında nadir rastlanan bir derinlik bu. Özellikle aile, vicdan ve doğruluk temaları üzerine düşünenler için Juror #2, kaçırılmaması gereken bir deneyim.

Eğer içinizde bir yerlerde doğru olanı yapmanın her zaman kolay olmadığını bilen bir yan varsa, bu film gerçekten o yanınızla doğrudan konuşuyor ve sessizce soruyor:
“Doğru olanı mı yapardın, yoksa ailen için susar mıydın?”

Sonuç olarak, sakinliğiyle gürültü yaratan bu filmi mutlaka öneriyorum. Özellikle karakter çatışmalarını ve psikolojik derinliği seven izleyiciler için adeta biçilmiş kaftan. Gerilim seviyorsanız ama sahnelerin değil, duyguların ve çelişkilerin geriliminden hoşlanıyorsanız, Juror #2 sizin için fazlasıyla doyurucu olmakla birlikte, uzun bir süre aklınızdan çıkmayan filmler arasında yerini alacak...
Yorumlar