Carrie Bradshaw’a son kez veda ederken, üstelik bu kez gerçekten, akla şu soru geliyor: Hangi Sex and the City bölümleri zamana meydan okuyor? Evet, Manolo’lar ya da Jimmy Choo'lar bu hafta rafa kalkıyor. New York’un en ünlü köşe yazarı kalemiyle dolabını kapattı ve And Just Like That… final yaptı.

Sarah Jessica Parker, Cynthia Nixon ve Kristin Davis’i yeniden Manhattan sokaklarına döndüren efsane dizinin devamı izleyiciyi ikiye böldü. Kimileri hâlâ eski büyünün geri geleceği umuduyla, biraz da sırf laf edebilmek için, izlemeye devam etti. Kim Cattrall’ın Michael Patrick King’in üç sezonluk HBO yapımına dönmeyi reddetmesi, orijinal dörtlemenin tamamlanmasına engel oldu belki, ama kim ne derse desin bu kadınlar bir televizyon türünü tanımladı; ilişkiler, aşk ve arkadaşlığı en şık şekilde anlatan bir kuşağa rehberlik etti.

Parker, her zamanki gibi modaya yön veren köşe yazarı Carrie Bradshaw rolünde parladı. Nixon, lafını esirgemeyen zeki Avukat Miranda Hobbes’u, Davis ise önce sanat galerisi yürütücüsü, sonra Park Avenue prensesi Charlotte York’u canlandırdı. Cattrall ise özgüveni ve dobra tavrıyla Samantha Jones’u unutulmaz kıldı.

Evlilik, boşanma, çocuk sahibi olmak, kürtaj, aldatma, partiler… Akla gelen her konu, altı sezonluk serüvende masaya yatırıldı. 2004’te final yaptığında dizi, bölüm başına 10 milyondan fazla izleyiciye ulaşarak HBO’nun en çok izlenen ikinci yapımı oldu.

Bu yüzden, yıllar boyunca birlikte güldüğümüz, ağladığımız, Cosmopolitan içtiğimiz bu dört kadına saygı duruşu niteliğinde, The Hollywood Reporter tarafından hazırlanan, altı sezondan derlenmiş en iyi Sex and the City bölümleri listesi karşınızda.

🍸
Liste, Sex and the City dizisine dair spoiler içeriyor.

15. “Ex and the City” (2. Sezon, 18. Bölüm)

Carrie ve Big’in ilişkisini tüm çelişkileriyle tam olarak anladığımız bölüm bu. Üstelik bu fark edişe Barbra Streisand ve Robert Redford’un da katkısı büyük. Kadınlar, Big’in yirmili yaşlardaki nişanlısı Natasha hakkında konuşuyor: uzun boylu, esmer ve onların deyimiyle “sıradan” biri. Ardından konu, 1973 yapımı klasik The Way We Were filmine geliyor. Carrie, kendini filmdeki karmaşık karakter Katie ile özdeşleştiriyor ki kendisi de kıvırcık saçlı bir kadın, tıpkı Carrie gibi. Big için fazla “yoğun”, fazla “fazla” biri. Big ise daha basit, daha kolay biriyle mutlu olabilecek biri.

Tüm bu farkındalık, tuhaf koreografisiyle dikkat çeken bir sahnede zirveye ulaşıyor. Carrie, Big’in yüzüne dokunuyor ve filmden o meşhur repliği söylüyor: “Kızın çok güzel, Hubbell.” Big ne demek istediğini anlamıyor. Ama Carrie için bir şey değişiyor. İçindeki yara iyileşiyor.

14. “The Ick Factor” (6. Sezon, 14. Bölüm)

Gerçek bir Miranda ve Steve klasiği: Nişanlarını bir öğle yemeğinde, üç dolarlık biralar eşliğinde duyururlar. Ama sonuçta Sex and the City izliyoruz, elbette odak noktası bu değil. Bölüm, Carrie’nin Aleksandr Petrovsky’den aniden "soğuması" etrafında şekilleniyor. Dizi yine kadın deneyiminin karanlık köşelerine ışık tutmakta kararlı: Bazen çok çekici bulduğun Rus sevgiline bir anda tiksinti duyabilirsin.

Bölümün son on dakikası ise dizinin en iyi yazılmış anlarından biri. Samantha, sakin ve metin bir şekilde kötü haberi Carrie’ye Miranda’nın düğününe giderken veriyor. Ancak esas dokunaklı an, düğün sırasında yaşanıyor: Miranda, “mükemmel gününü” riske atma pahasına arkadaşının yanında olmayı seçiyor. “Siz benim ailemsiniz, şimdi konuşacağız. Baştan anlat,” diyerek dostluğun ne demek olduğunu yeniden tanımlıyor.

13. “Valley of the Twenty-Something Guys” (1. Sezon, 4. Bölüm)

Bu bölüm, Carrie’nin Big ile ilk buluşmasına giderkenki yolculuğunda tanık olduğumuz usta işi senaryo yazımıyla listeye giriyor. Dört bölümdür bu kadınları tanıyoruz ve bu taksi yolculuğu, onları tam da oldukları gibi gözler önüne sererek seyirciye adeta “buyurun, afiyetle tüketin” diyor.

Charlotte, yeni erkek arkadaşının talebi karşısında şok oluyor. Carrie, Charlotte’ın hoşnutsuzluğuna rağmen yolda kızları toplayarak ilerliyor. Her daim gerçekçi Miranda, duruma pragmatik yaklaşıyor. Parti kızı Samantha ise tam kendine yakışır şekilde lafa giriyor ve tek bir sahne; bu kadınları, onların bir arkadaşları gibi yakından tanımaya başlamamıza vesile oluyor.

12. “The Freak Show” (2. Sezon, 3. Bölüm)

Buyurun, buyurun! Carrie Bradshaw, New York’un tuhaf adamları arasında bir panayır misali dolaşıyor. Modern flört dünyasının adeta bir piyango olduğunu hatırlatan bu bölüm, dış dünyaya kalbini açmanın beraberinde getirdiği korkulara da ince bir dokunuş yapıyor: Karşımızdaki kişi aslında kim? Neyse ki, Ian Kahn’ın canlandırdığı, tam anlamıyla “sahne çalan” yakışıklı Ben karakteri, Carrie’nin şehir sirkindeki önceki palyaçolarla yaşadığı travmaların ardından hepimize tatlı bir sürpriz oluyor.

Bölümün devamında ise Charlotte, bazı yetenekleriyle nam salmış bir bey ile çıkıyor. Samantha ise vücudundaki fazla yağı yüzüne enjekte ettirmeyi kafasına koymuş durumda.

11. “The Real Me” (4. Sezon, 2. Bölüm)

Carrie, yardım amaçlı bir defilede podyuma adımını atar… ve muazzam bir şekilde yere kapaklanır. Gerçek bir modelin ardından gelip onun üzerinden atlayarak yürümeye devam etmesiyle birlikte, Carrie kendini hayatının belki de en küçük düştüğü anında bulur. Ama bölümün sonunda, dimdik durarak yürüyüşünü tamamladığında, asıl gücünü tam da orada görürüz.

Bu bölüm, Charlotte ve Samantha’nın dünyalarının sürpriz biçimde kesiştiği anlara da sahne olur: Doktorunun vücudunun "depresyonda" olduğunu söylemesiyle sarsılan Charlotte, aynayla kendine yakından bakacak cesareti bulur. Aynı anda, Samantha ise evinin her yerine asmak üzere bazı fotoğraflarını çektirmektedir.

10. “Running with Scissors” (3. Sezon, 11. Bölüm)

Carrie, Big’le yaşadığı ilişkinin aslında sadece gizli gizli, ucuz otel odalarında yaşanan bir kaçamaktan ibaret olduğunu nihayet fark eder. Gerilim doruğa Natasha’nın onları evde basmasıyla ulaşır. Natasha, Carrie’yi evden kovar, merdivenden düşüp dişini kırar ve Bridget Moynahan bu sahnede Carrie’yi hastaneye götüren taksiden dışarı itmeye çalışırken tamamen doğaçlama oynadığı o anla parıldar.

Carrie nihayet yüzleşmek zorunda kalır, tabii ki bundan hemen önce Miranda’dan yediği o sert fırçayı unutmamak gerek. Bu bölümde ayrıca ilk kez düğün planlayıcısı Anthony Marentino ile tanışıyoruz. Samantha ise adeta kendisinin erkek versiyonuyla karşılaşır ama adam ona birkaç test yaptırıp yaptırmadığı konusunu açtığında afallar.

9. “One” (6. Sezon, 12. Bölüm)

Sahneye Aleksandr Petrovsky çıkıyor. Mikhail Baryshnikov’un hayat verdiği bu Rus karakter; soğuk, sanatla yoğrulmuş ve baştan çıkarıcı biridir. Ama bölümün gerçek yıldızı Kristin Davis. Charlotte, Harry ile uzun süredir denemelerinin ardından üç haftalık hamile olduğunu gururla açıklar. Ancak kısa bir süre sonra düşük yapar. Kanepesinde duygusuzca otururken, Carrie koşarak yanına gelir ama ona gerçek bir teselli veremez.

Aynı anda Miranda, Dr. Robert Leeds’in devasa bir “Seni Seviyorum” kurabiyesiyle verdiği cesaretle, Steve’e karşı duygularıyla yüzleşmektedir. Samantha ise Smith’in isteğiyle “doğallığın sınırlarını” keşfe çıkmış, tam anlamıyla cesur bir döneme girmiştir.

8. “A Woman’s Right to Shoes” (6. Sezon, 9. Bölüm)

Carrie Bradshaw bu kez çocuk sahibi olmayan kadınların sözcüsü rolünde sahneye çıkıyor. Ve haklı bir isyanla kendi hayat tarzını savunuyor. Her şey, Carrie’nin Manolo Blahnik’lerinin Kyra’nın evindeki bir partide ortadan kaybolmasıyla başlıyor. Kyra, misafirlerinden ayakkabılarını çıkarmalarını isteyip ardından Carrie’nin 485 dolarlık ayakkabılarının kaybolmasından sorumluluk almayı reddeder. Sonrasında da “Senin lüks yaşam tarzını finanse etmek zorunda değilim,” der.

Carrie ise durumu hatırlatır: “Sen de bir zamanlar Manolo giyiyordun,” deyince Kyra’nın yanıtı serttir: “O zamanlar gerçek bir hayatım yoktu.”

Bölüm, izleyicinin haklı bir şekilde Carrie’nin kendi seçimlerini yapma özgürlüğünü savunmasına zemin hazırlıyor, ister çocuk sahibi olsun, ister olmasın. Kadınların kimliklerinin annelikle sınırlanmasına karşı zekice yazılmış itiraz niteliğinde bir bölüm izliyoruz.

7. “I Heart NY” (4. Sezon, 18. Bölüm)

Sex and the City izleyicileri, dizinin beşinci karakterinin aslında New York olduğunu sık sık dile getirir, bu klişe Brooklyn Nine-Nine'da bile alaya alınmıştır, ama bu bölümde o söz ilk kez bu kadar gerçek gelir.

Carrie, sonbaharın serin havasının şehre süzülüşünü şiir gibi anlatırken, Big’in Napa’ya taşınacağını öğrenir. Big, Carrie için sadece bir adam değil; bizzat New York’un kendisidir. Dolayısıyla bu haber, Carrie’nin dünyasını yerle bir eder. Ancak Big’in dairesini toplarken birlikte eski plaklar eşliğinde dans ettikleri o sahne, onun geçmişine dair küçük bir pencere açar, belki de ilk kez onu biraz olsun “insan” yapan bir an.

Samantha’nın kalın duvarları Richard sayesinde çatlamaya başlar. Miranda ve Steve ise küçük Brady’i dünyaya getirir. Kahramanlarımız büyüyor, evrim geçiriyor. Ve New York, tüm karmaşasıyla yine başrolde.

6. “The Post-it Always Sticks Twice” (6. Sezon, 7. Bölüm)

Sex and the City, bundan yirmi yıl sonra bile güvensiz erkeklerin ayrılık için en korkak yöntemlere başvuracağını nasıl oldu da önceden bildi? Carrie’nin, Berger tarafından bir post-it notla terk edildiği o meşhur sahne, bekârlığın cehennemini en net haliyle özetliyor. Carrie haklı olarak isyan ediyor: Ayrılıklar erkekler için fazlasıyla kolay, oysa kadınlardan her başarısız ilişkiden sonra kişisel bir aydınlanma yaşamaları bekleniyor.

Öte yandan Miranda, eski kot pantolonuna tekrar sığmaya çalışırken yaşadığı panikle birçok kadının iç sesi oluyor; fazlasıyla tanıdık, fazlasıyla gerçek.

5. “Ghost Town” (4. Sezon, 5. Bölüm)

Aidan geri dönüyor, kısa saçlarıyla fazlasıyla havalı. Carrie, Aidan ve Steve’in birlikte açtıkları bar Scout’un açılışına katılıyor ve eski aşklarını yeniden canlandırmak istediğini fark ediyor. Ancak John Corbett’in performansı tam anlamıyla zamansız; mesafeli, kırgın, içine kapanık. Acısı tüm bölüm boyunca yüzeye çıkmadan içten içe kaynıyor.

Bu sırada Miranda, evinde bir hayalet dolaştığını düşündüğünü kızlara anlatıyor. Evet, metafor biraz doğrudan olabilir, ama Cynthia Nixon’ın korkarak adım atışı, Miranda ile Steve ve Carrie ile Aidan arasındaki tamamlanmamış hesaplaşmalara derin, iç burkan bir hüzün katıyor.

4. “Politically Erect” (3. Sezon, 2. Bölüm)

Sex and the City'nin en parlak bölümlerinden biri olan Politically Erect'te, Carrie’yi adeta bir First Lady gibi kampanya otobüsünde, baştan aşağı şık kıyafetlerle politik arenada dolaşırken izliyoruz. “Politikacı” lakaplı Bill Kelley’i canlandıran John Slattery harika bir performans sergiliyor ve Big’in gücüne ve şehirdeki ağırlığına kafa tutabilen ender erkek karakterlerden biri oluyor.

Miranda, Steve’in sevimli bir şekilde “ilişkimizi resmileştirelim mi?” teklifinin yarattığı duygusal karmaşayla boğuşurken, Samantha ise bir “çok, çok kısa” erkekle birlikte olmanın ne anlama geldiğini çözmeye çalışıyor.

3. “Take Me Out to the Ball Game” (2. Sezon, 1. Bölüm)

Carrie, Big’le ilk büyük ayrılığın ardından darmadağın halde, kelimenin tam anlamıyla.

Miranda’nın sürüklediği bir beyzbol maçında tanıştığımız Joe, utangaçlığıyla olduğu kadar yakışıklılığıyla da göz kamaştırıyor. Dörtlümüzü tribünde birlikte otururken izlediğimiz o sahne ise adeta posterlik: Miranda hakeme bağırıyor, diğer üçü bira içiyor, depresyona gömülüyor ve toplardan konuşuyor.

2. “My Motherboard, My Self” (4. Sezon, 8. Bölüm)

Cynthia Nixon ve Kim Cattrall’ın yürek parçalayan performanslarıyla bu bölüm elbette unutulmazlardan biri. Carrie ile Aidan, şimdiye kadar hiç görmediğimiz kadar samimi ve sert bir şekilde kavga etmeye başlar. Ama tüm bu sorunlar, Miranda’nın Philadelphia’dan annesinin kalp krizi geçirip hayatını kaybettiğinin haberini vermesiyle gölgede kalır.

Panik ve kaos içinde; Samantha, kendi duygularını yitirdiğinden endişelenirken, Carrie de kırılan dizüstü bilgisayarının telaşına kapılmıştır. Miranda, annesini bir daha göremeyecek olmanın ağırlığıyla yüzleşir. Bir iç çamaşırı mağazasında yaşadığı tartışmada ağzından şunlar dökülür: "Benim için en iyisinin ne olduğunu ben bilirim!"

1. “An American Girl in Paris: Part Deux” (6. Sezon, 20. Bölüm)

Bir Sex and the City klasikler listesi, final olmadan tamamlanmaz. Değil mi?

Smith, Samantha’nın kemoterapideki iniş çıkışlarında yanındadır ve neden dizinin en iyi erkek karakterlerinden biri olduğunu bir kez daha kanıtlar. Samantha, ona, hayatında tanıdığı tüm erkeklerden daha çok şey ifade ettiğini söyler.

Hayal kırıklığına uğrayan Harry, evlat edinme ajansından Çin’de aile bekleyen küçük bir kız olduğunu öğrenir. “İşte bizim bebeğimiz!” diye sevinçle bağırır Charlotte.

Miranda, Steve için en büyük desteği verir; hasta annesine kalacak ve bakılacak bir yer sağlar.

Paris’te ise Carrie zor zamanlar geçirir ve Petrovsky’nin yanlışlıkla (?) tokat atması işleri iyice kötüleştirir. Neyse ki Big yetişir ve yıllardır süren bu karmaşık ilişki tatmin edici bir şekilde son bulur, tabii Big'in, Paris otelinde Rus birini yumruklamak için koşuşturup durmasını saymazsak.

Kaynak: THR

Paylaş