Benoit Blanc, yine o meşhur ve gittikçe garipleşen saç kesimiyle karşımızda; ancak bu sefer mizacı, alıştığımızdan daha ciddi ve vakur. Hikayemiz bizi New York'un kuzeyindeki sessiz ama gergin bir Katolik kilisesine götürüyor. Her şey, Josh Brolin tarafından canlandırılan gerici ve vahşi bir din adamı olan Monsenyör Jefferson Wicks'in sansasyonel cinayetiyle başlıyor. Blanc gibi bir ateistin, inancın kalbinde bir gerçeği aramaya çalışması, filmin en ilgi çekici çatışma alanlarından birini oluşturuyor. Fakat tüm bu hikaye beklentilerimizi karşılıyor mu, işte orası muamma.

Yazı, Wake Up Dead Man: A Knives Out Mystery'e dair spoiler içermeyecek.

Olayın baş şüphelisi ise Josh O'Connor’ın harika bir performansla hayat verdiği, tatlı dilli ve düşünceli genç rahip Peder Jud Duplenticy. Duplenticy, Monsenyör’ün acımasız tavırlarından duyduğu rahatsızlığı gizlemeyen, hatta onu kiliseden bir virüs gibi kesip atmakla tehdit ederken videoya kaydedilmiş biri. Ateist bir dedektif ile inançlı bir şüphelinin karşı karşıya gelişi, "Diriliş"in kendisiyle olağanüstü bir karşılaşmaya ve derin bir dünya görüşü çatışmasına yol açıyor.

Karikatürleşmiş şüpheliler

Monsenyör Wicks, tıpkı ilk filmdeki Harlan Thrombey gibi, etrafı "huysuz ve sorunlu" bir grup insanla çevrili biri. Bu grup, ilk Knives Out filmlerindeki karakterleri andıran ama çok daha karikatürize edilmiş tiplerden oluşuyor. Cailee Spaeny’nin canlandırdığı çellist Simone Vivane, trajik bir hastalıkla pençeleşirken; Andrew Scott, başarısız bilim kurgu yazarı Lee Ross rolünde tam bir komedi unsuru ve çok garip bir şekilde her bir karakterin Monsenyör’ün ölmesi için kendince geçerli sebepleri var.

Kadro bununla da sınırlı kalmıyor; Kerry Washington bir avukat olarak karşımıza çıkarken, üvey oğlu Cy Draven (Daryl McCormack) ise Trump yanlısı bir influencer tiplemesiyle günümüz politik taşlamalarına gönderme niteliğinde. Trump yanlısı denilince şu sıralar akıllara ilk gelen isim Sydney Sweeney'i bile gözler aradı sayılır. Diğer yanda Jeremy Renner’ın alkolle mücadele eden doktoru ve Glenn Close’un sadık kilise hizmetlisi Martha Delacroix, hikayenin gizemli dokusunu zenginleştirip katman ekleyen karakterler. Ancak bu kadar geniş bir kadro, ne yazık ki bazı yan karakterlerin yüzeysel kalma riskini de beraberinde getiriyor ve bu da cinayetin duygusal etkisini bir nebze azaltıyor.

Formül tekrarı ve beklentiler

Bir seri olmanın en kötü yanı, sanırım ister istemez filmi önceki halkalarıyla kıyaslamak. Wake Up Dead Man, maalesef ilk Knives Out filmi kadar izleyiciyi ekrana kilitleyemiyor. Rian Johnson'ın "sürprizli katil + eksantrik karakterler" formülü artık biraz bayat hissettirmeye başlamış. Formülün başarısı yadsınamaz olsa da, üçüncü kez aynı yapıyı izlemek sinemaseverlerde "yine mi aynı numaralar?" hissi uyandırabiliyor.

Daniel Craig’in Benoit Blanc karakteri de artık biraz yorucu hale gelmeye başlamış gibi. Blanc’ın o meşhur aksanı ve teatral tarzı bazı anlarda abartılı kaçabiliyor. Karakterde ciddi bir gelişim görmediğimiz sürece, sadece aksanıyla ön plana çıkan bir dedektif figürü, serinin geleceği için bir risk oluşturuyor. Özellikle Glass Onion'daki o aşırı renkli tonun bu filmde daha karanlık bir atmosfere evrilmesi olumlu olsa da, Rian Johnson’ın bazen kafa karıştırıcı hale gelen dolambaçlı senaryo yapısı bu filmde de kendini gösteriyor.

Mesaj kaygısı ve ton sorunu

Glass Onion’da yaşanan mizah ve politik taşlama dengesizliğinin bu filmde de hissedilme riski vardı. Film bazı noktalarda gizemin önüne çok fazla mesajcı bir tavır koyuyor ve izleyicinin asıl merak ettiği "katil kim?" sorusu geri planda kalabiliyor. Kilise atmosferi her şeyiyle çok iyi kurulmuş fakat hikayenin aşırı katmanlı yapısı bazen asıl odağı kaydırabiliyor.

Karşımızda kötü bir film yok, fakat öncekilerin gölgesinde kalma durumu yaşanıyor. İlk film o kadar taze ve her şeyiyle o kadar dengeliydi ki, Johnson’ın o çıtayı her seferinde aşması zaten çok zordu. Wake Up Dead Man, yüksek beklentilerin altında ezilme ihtimali taşıyan, ama yine de belli bir kalitenin üzerinde seyreden bir yapım. Ancak türün meraklıları için bu "geleneksel" yapı, bir noktadan sonra tatmin edici olmaktan uzaklaşabilir.

Polisiye bir meditasyon

Benoit Blanc’ın bu kez bir kilisede gerçekleri arayışı, aslında bir nevi ruhani bir arayışı da temsil ediyor. Blanc’ın rasyonalitesiyle kilisenin gerçekleri arasındaki o ince çizgi, filmi sadece bir cinayet öyküsü olmaktan çıkarıp bir "inanç ve hakikat" sorgulamasına dönüştürebilirdi. Fakat film, bu derinliği yakalamak yerine daha çok karakterlerin tuhaflıklarına ve senaryonun matematiksel labirentlerine odaklanmayı seçiyor.

Uzun lafın kısası Wake Up Dead Man: A Knives Out Mystery, kendini tekrar etme riskini belirli noktalarda fazlasıyla hissettiren, ama her şeye rağmen keyifli olmayı başaran bir yapım. Eğer Blanc’ın bu çizgi dışındaki hallerini seviyorsanız ve klasik "katil kim?" kurgusundan yorulmadıysanız sizi fazlasıyla tatmin edecektir. İlk filmin o yarattığı devrimsel etkiyi burada aramak hayal kırıklığı yaratabilir. Karakterlerin derinleşemediği, gizemin ise biraz fazla formüle dayandığı bu macera, serinin en "eh" halkası olmaya aday olsa da sinemasal estetiğiyle ve devasa oyuncu kadrosuyla yine de izlenmeyi hak ediyor. Fakat yine de bu film, serinin gidişatı için önemli bir uyarı niteliğinde.

Paylaş