Amy Winehouse, sesiyle, tavrıyla ve yıpranmış ruhuyla zamansız bir ikondu. Kendisi bu hayata veda ettiğinde henüz küçük bir çocuktum, fakat sektörün ne kadar büyük bir kayıp verdiğini anlamak için büyümeyi beklememe gerek yoktu. Geçtiğimiz yıl izleyiciyle buluşan Back to Black, onun hayatına bir saygı duruşu mu, yoksa magazinleşmiş acılarının bir tekrarı mı olacaktı, doğrusunu söylemek gerekirse filmi izleme konusunda taşıdığın en büyük endişe buydu.

Özellikle kendine has karakteri, güçlü duruşu ve dağınık güzelliği düşünüldüğünde, onu oynayacak kişinin fazlasıyla dikkat çekmesi gerekiyordu. Marisa Abela’nın başta kulağa fazla teatral gelen ağdalı aksanı, şarkıcıya fiziksel olarak neredeyse hiç benzememesi gibi nedenler beni şüpheye düşürdü ve ister istemez büyük bir önyargı beslemeye başladım. Kendimi bu filmi izlemek için ikna ettikten bir süre sonra ise buna çok pişman oldum çünkü kötü bir karikatürize çalışma izlemek yerine, onu gerçekten benimsediği bir ruh hali içinde yakalamış hissettim. Bu da büyük ölçüde makyajın, kostümlerin ve en önemlisi oyuncunun başarısıydı.

Filmin en güçlü yanlarından biri, şarkıların dramatik etkisinin tam anlamıyla kullanılabilmesi. Rehab'in çaldığı sahne sanki Amy’nin çaresizce kendini anlatmaya çalıştığı, fakat kendisiyle de dalga geçebildiği, ruhunun neşeli kısımlarının dışarı çıkmaya çalıştığı anları temsil ediyordu. Ama asıl kalbimi bıraktığım an, filme ismini de veren Back to Black'in filmin doruk noktasında duyulduğu sahneydi. Bu şarkıyı daha önce defalarca dinlemiş olmama rağmen duyduğum an tüylerim diken diken oldu. Amy’nin müziği, onu yavaş yavaş yok eden hayatını kelimelere döken birer ağıt gibiydi ve bana kalırsa film de birçok sahnede bu duyguyu yakalamayı başarıyor.

Tabii ki Amy Winehouse’un hayatı müzikten ibaret değildi. Blake Fielder-Civil ile olan ilişkisi, onun en büyük ilham kaynağı olduğu kadar en büyük yıkımıydı da. Film, bu aşkı hem romantize etmiyor hem de tamamen şeytanlaştırmıyor. Ve gerçekte yaşananlara birinci elden şahit olmadığımızı hatırlatıyor. Blake, Amy’nin hayatındaki zehirli bir unsur olarak tasvir edilirken, aynı zamanda onun onsuz da eksik hissettiğini ve de aşkın belki de en zararlı versiyonunu gösteriyor. Fakat burada şunu da sormak gerek: Amy gerçekten Blake yüzünden mi bu kadar dibe battı, yoksa zaten dibe doğru giden bir yolun yolcusuydu da Blake bu süreci hızlandırdı mı? Film bu soruya net bir cevap vermiyor ama en azından bu ilişkinin nasıl bir yıkım getirdiğini bize hissettiriyor.

Amy’nin ailesiyle olan ilişkisi de filmde dikkat çeken detaylardan biri. Özellikle babası Mitch Winehouse’un Amy’nin ününü nasıl yönettiği, onun çöküşüne ne kadar etki ettiği konusunda film tam anlamıyla bir taraf seçemiyor. Belki de bu yüzden eleştirmenler tarafından fazlasıyla kötülendi Back to Black. Ama satır aralarına bakıldığında, Amy’nin, çevresindeki insanların onun yeteneğini ve ismini sömürmesine göz yumduğunu ya da iyi niyetini nasıl suistimal ettiklerini görmek fazlasıyla mümkün. Bu dünyada aslında gerçekten yapayalnız olduğunu hissetmemek elde değil Amy'nin.

Söylediğim gibi 2011 yılında, Amy öldüğünde ben daha küçük bir çocuktum. Onun hakkında çıkan haberleri ve şarkılarını anlamadan dinlediğim günleri hatırlıyorum. Şimdi ise neredeyse onunla aynı yaştayım ve hayatına dönüp baktığımda, başına gelenleri çok daha farklı bir perspektiften görebiliyor ve birçok noktada onunla empati kurabiliyorum... Yirmili yaşlar; kendini keşfetme, hata yapma ve bazen de çıkmaza sürüklenme yaşı. Amy, bu çıkmazların içinde göz göre göre kaybolmuş ama bir şekilde beş Grammy sığdırdığı bu kısa hayatıyla hâlâ milyonlarca insana dokunmayı başarıyor. Nesinden nefret edildi bilemiyorum ama bence bu film de onun bu başarısını da trajedisini de bir arada sunabiliyor.

Elbette Back to Black mükemmel bir film değil. Bazı anlar yüzeysel kalıyor, bazı karakterler klişeleşiyor. Ama Amy’nin özünü, en azından bir noktaya kadar yakalayabilmiş olması bile benim için yeterli. Amy Winehouse’un hikâyesi, sadece yetenek ve bağımlılık üzerine kurulu bir hikâye değil; aynı zamanda onu gerçekten anlayan kimsenin olmadığı kocaman bir yalnızlık öyküsü.

Amy’nin sesi hepimize dokundu ve hâlâ da dokunmaya devam ediyor. Keşke daha uzun yaşayabilse, çok istediği annelik duygusunu tadabilseydi ya da sadece keşke onun için daha iyi bir yol mümkün olsaydı...

Geride Back to Black gibi yeri doldurulmaz bir eser bıraktı ve bu dünyadan bir Amy Winehouse geçti.
Yorumlar