Bir zamanlar tarlada çalışan köylü bir kız vardı, işte o kız ünlü oldu.
Ti West’in, 70’li yılların slasherlarına birer selam gönderdiği X ve Pearl filmlerinde, incelikle işlediği güzel kızımız Pearl/Maxine'in, tek bir hayali vardı: Film yıldızı olmak.

Tanıklık ettiğimiz hikâyelerde karakterlerin birbiriyle olan kafa karıştırıcı bağı, X serisinin son halkası MaXXXine ile son buldu. Maxine, kanla yazılmış geçmişini geride bırakıp yeni bir hayat kurmaya çalışırken, biz de onunla birlikte geçmişinin hayaletlerini omzumuzda taşıyoruz. Ancak Maxine, o hayaletleri ne bir korkuyla ne de bir içsel hesaplaşmayla yüzleştiriyor; bir gün ortaya çıkacaklarını bile bile, daha çok parıltılı bir vitrine yerleştirip üzerini neon örtülerle örtmeyi seçiyor.

Filmin atmosferi, başlı başına bir karakter gibi ve filmin kendisinden daha ön planda hareket ediyor. 1980’lerin Los Angeles’ı; özenle hazırlanmış dekorlar ve ışıklarla adeta bir müzik klibinin içinden fırlamış gibi. İlerleyen dakikalarda çoğu sahnede Michael Jackson’ın Thriller klibinin esintilerini duyar gibi, hatta aksiyon sahnelerinde geciken FPS'li çekim teknikleriyle birlikte o klibi izlemiş gibi oluyorsunuz. Parlak ceketler, grenli ekranlar, cırtlak ruj tonları ve disko topunun altında dans eden gölgeler… Tüm bu öğeler öylesine ustalıkla yerleştirilmiş ki film, dönemin ruhunu stilize bir gerçeklikte yeniden yaşatmayı başarmış.

Makyajlar ve kostümler, karakterlerin dış kabuklarını sadece süslemiyor, aynı zamanda onların kim olmak istediklerini de fısıldıyor. Mia Goth'un yanında Halsey, Elizabeth Debicki, Kevin Bacon, Lily Collins gibi isimlerin eşlik ettiği filmde, her bir karakterin kendine ait ışığı var ve bu ışıkların hiçbiri Maxine'inkinin önüne geçmiyor. Onun yüzüne sürülen her kalem darbesinde, geçmişini kapatma çabası var. Ama ne kadar silinmeye çalışılırsa çalışılsın, o geçmiş, tüm ihtişamlı maskelerin altından biz izleyiciye göz kırpmaya devam ediyor. Bir de Maxine'in kendi star ışığı var tabi... Ne var ki film, bu alt metni yeterince derinleştirmek yerine, tıpkı karakterimiz gibi sadece yüzeydeki makyajını parlatmakla yetiniyor.

Mia Goth, bu pırıltılı yüzeyde gerçeklik hissi yaratan tek unsur. Onun bakışlarında hâlâ Pearl’ün acısı, X’teki arzunun yankısı ve terk edilmişliğinin hayal kırıklığı var. Goth, Maxine karakteriyle bir üçlemenin yükünü taşımanın ne demek olduğunu çok iyi kavramış ve diğer filmlerde olduğu gibi bunu da neredeyse tek başına sırtlanmış. Yalnızca dudaklarından dökülen cümlelerle değil, sessizliklerinde ve mimiklerinde karakterin katmanlarını sunuyor. Fakat bu güçlü performans, etrafındaki dünyanın onunla aynı derinlikte yazılmadığını daha da görünür kılıyor.

Film, 80’lerin blockbuster sinemasına saygı duruşunda bulunmak istiyor belli ki. Ama bu saygı, zaman zaman bir taklide dönüşmekten geri kalmıyor. Hem de kötü bir taklit. O dönemin gerilimini, temposunu ve karanlıkla parıltı arasındaki çatışmasını yansıtmaya çalışsa da, bu ruhu gerçekten yakalayamamış. Referanslar var, göndermeler çok; fakat hikâye kendi ayakları üzerinde duramıyor. Sanki sevdiğimiz o eski filmleri anımsatan bir hayal gibi: güzel, tanıdık ama fazla silik.

Oysa Maxine, serinin ilk iki filminde büyük bir semboldü. Arzunun, hayatta kalmanın, hırsın beden bulmuş hâliydi. X’te onun içindeki yıldız olma arzusu her karanlık sahnede parlıyordu ve Pearl’de de geçmişin trajedisini görüp Maxine’in kimliğinin temellerini atmıştık. Maxxxine ise, bu karakterin zirveye ulaşması gereken yerde sanki onu bir reklam panosuna dönüştürüyor. O büyük finale varılamıyor; sadece ışıklı tabelaların, o koca Hollywood yazısının altında kaybolan bir yolculuk izliyoruz.

Filmi izlerken, sanki birilerinin Maxine’in hikâyesini anlatmaya çalıştığını ama onun sesini gerçekten duyuramadığını hissediyoruz. Bir vitrin için hazırlanmış gibi, çok güzel ama dokunulmaz; içinde yaşayan gerçek bir ruh yerine, karşımızda sadece görselleştirilmiş, maddeleştirilmiş ve satılmak için oraya konulmuş bir figür var. Serinin ilk iki filminin getirdiği o eşsiz enerji, burada bir tür nostaljiye ve şekilciliğe teslim olmuş.

Ve belki de en can acıtıcı olan nokta; bu berbat bir film değil. Aksine teknik açıdan o kadar çok şey başarmış ve bu teknik detaylar ana hikâyeyi öyle geride bırakmış ki... Sadece bu üçlemeyi mükemmel bir şekilde sonlandırma fırsatının hiçe sayılışı kalbimizi kırıyor. Maxxxine, bir yıldız olma hayalinin peşindeki bir kadının hikâyesi olmaktan çok, geçmişin estetiğine özenmiş güzel bir tablo gibi görünüyor. Tablonun ardında anlatılmamış bir hikâye var, birlikte eşlik ettiğimiz o hikâyeyi biz en yakından biliyoruz fakat Maxine Minx hayallerine kavuşmuş olsa da, biz ilk iki filmdeki o samimiyetiyle çığırından çıkan kızı özlüyoruz.
Yorumlar