Peacemaker, ikinci sezonunda hikâyesini giderek daha büyük, daha cesur ve daha duygusal bir noktaya taşıyor. Bu diziyi farklı kılan şey, yalnızca abartılı mizahı ya da aşırı şiddeti değil; aynı zamanda kırık bir karakterin yeniden ayağa kalkma çabası. Beşinci bölüm işte tam da bu nedenle, sezonun geri kalanına yön verecek kadar güçlü ve tartışmalı bir kırılma noktası olarak karşımızda.

🦅
Yazı, Peacemaker dizisine dair spoiler içerecek.

Bölüm, The Suicide Squad’da Chris dolayısıyla kaybettiğimiz Rick Flag Jr.’ın cenaze töreniyle açılıyor. Bu sahne yalnızca bir başlangıç değil, Harcourt ve Flag Senior arasındaki iletişimin geçmişte başladığını gösteren bir bilgi niteliğinde. Harcourt’un Jr. için hissettikleri dostluk mu, aşka dönük bir şeyler mi burada bile belirsiz; ama tüm yapının omurgası burada kuruluyor. 

Harcourt ile Chris arasındaki büyük ve keskin çizgi, geçmişin izlerinden oluşuyor. Ve Harcourt’un Argus'un gözünde "yeniden güvenilir ajan" rolünü oynama çabası da bu koreografideki ince nüans. Chris ona duygularını, aidiyetini sormak istiyor, Harcourt ise hem işini hem Chris’i korumak adına duvar örüyor. Ama bu duvarlar çatlak veriyor. Harcourt’un çelişkili tutumu ise pişmanlık ve koruma duygularının bir karması gibi. Aralarındaki yanlış anlaşılmanın doğurduğu soğukluk da bizde onları daha çok izleme hissi uyandırıyor işte.

Düzelen tempo ve duygusal patlamalar

Bu bölüm, önceki bölümün temposuyla kıyaslandığında gerçekten ilaç gibi. Daha çok iç hesaplaşma ve karakter gelişimi odaklı geçmesi beklenirken; Harcourt’la Chris’in tuzağa dair çatışması, Rick Flag Sr.’in Chris’e karşı öfkesi, Eagly’nin Primal Eagle statüsünde ortaya çıkışı, hepsi adrenalini artıran detaylar. Geçen hafta hissettiğimiz yavaş bekleyişin silinmesiyle birlikte izleyici koltuğunda daha fazla gerilim ve tatmin edici karşılıklarla buluşuyoruz.

Baba Flag’in Chris’i patakladığı sahne de özellikle keskin. Biliyoruz, DC böyle vurmalı kırmalı sahnelerden pek çekinmez. Buradaki oran da yerli yerindeydi. Uzun zamandır biriktirilmiş öfkenin patlamasını, suyun taşması gibi değil de yılların biriken tortusunun bir anda fışkırması gibi düşünelim. Chris’in pasif tepkisi de öfkeyi yatıştırma ya da kaçış çabasından değil; daha çok kendi içsel çatışmasının, pişmanlığının ve çaresizliğin dışa vurumu gibi, çok iyi işlenmiş.

Paralel evrenin çağrısı

Bölümün belki de en merak uyandıran kısmı Chris’in alternatif evrene geçme kararı aldığı an. Bu tercih, sırf "daha iyi bir hayat" umut etmesinden değil; mevcut dünyasında çözüm bulamadığı zihinsel, duygusal yaraları sarmaya çalışmasından kaynaklanıyor. Babası ve kardeşi hâlâ yaşıyor, Harcourt’la birlikte olma imkânı ve elbette en önemlisi bir kahraman olarak halkın gözü önünde olma ihtimali var. Tüm bunlar onun "başaramadıklarını" yeniden kurma arzusu olarak, yeni bir şans olarak orada duruyor.

Bu evreni seçmesi bir kaçış mı, yoksa bilinçli bir tercih mi? Bilemiyorum. Chris’in de tam anlamıyla bildiğini düşünmüyorum şahsen. Belki ikisi birden. Ama tam da burada yaratılan ikilem başarılı; izleyiciye "ya olsaydı?" sorusunu soruyor. Bu seçenek onun için hem bir meydan okuma hem bir terapi; evet, acıtacak ama onu eski haline döndürmektense yeni bir hal yaratma imkânı barındırıyor. Sezonun kalan üç bölümü için inanılmaz açılımlar ve soru işaretleri doğuruyor bu karar.

Karakterler arası uyum, beklenmedik çıkışlar

Jennifer Holland’ın Harcourt’u bu bölümde sınırlarıyla, hatalarıyla ve çıkmazlarıyla tam anlamıyla gerçek bir karakterdi. Chris’e karşı mesafeli duruşu, suçlulukla örülmüş ama aynı zamanda korumaya çalışan hali... İkili arasındaki uçurumlar onun tutumu sayesinde görünür hale geliyor. Bölümün sonunda karşımıza çıkan sevecen Harcourt ise çok daha başka bir insan hissi uyandırıyor. Burada da Jennifer Holland’ı övmeden geçmek ayıp olur diye düşünüyorum.

Chris rolünde John Cena da iyi ki bu yükü omuzlamış hissi veriyor. Fiziksel darbeler sadece dışarıda değil, içeride de karşılık buluyor. Söylediğiyle yaptıkları arasında kalıyor; pişmanlığı, kırgınlığı, arzusu ve çaresizliği ile birlikte. Güreşçilikten oyunculuğa yönelen birçok ismi şu listede sıralamıştık; kendisinin bulunduğu yeri hak ettiğine hatta bir tık daha yukarıda olabileceğine, bu performansının ardından daha fazla inanmaya başladım doğrusu.

Eleştirilecek noktalar ararsak

Her ne kadar tempo yükselse de, bazı anlarda geçişler biraz aceleye gelmiş hissi bırakabiliyor. Harcourt’un Chris’i uyarmasıyla tamamen tuzağa çekilme planı arasındaki çizgi kimi izleyiciler için biraz bulanık olabilir.

Ya da alternatif evrene geçiş kararı mantıksal boşluklar barındırıyor mu? Chris’in arkadaş grubu, onlara olan sorumluluğu, geçmişteki eylemlerinin sonuçları; bunlar tamamen kapanmış konular değil. Hem Adrian’a yazık değil mi Chris? Vigilante’yi bu sezon neden herkes görmezden geliyor, anlamıyorum doğrusu.

Sonuç ve gelecek için beklentiler

Back to the Suture, benim gözümde sezonun en açıklayıcı ve dönüm noktası olan bölümlerinden biriydi. Yavaş giden hikâye hattını ivmelendirirken karakterleri zorlayıcı sorulara, karar anlarına itiyor. Chris’in alternatif evrene geçmesi, Harcourt’un seçimleri, Flag Sr.’in öfkesi; hepsi sezonun kalan bölümlerine dair yüksek beklentiler yaratıyor. Bu kararın sonuçları hem psikolojik hem de evrensel olacak.

Harcourt’un Chris’i kurtarmak için harekete geçeceğini sezmek zor değil. Arkadaşlarının Chris’i takip etmesi, Judomaster’ın peşine düşüşü, alternatif evrende "kahraman Peacemaker" olarak yükselmesi gibi durumlar var. Ama eminim ki mutluluğun bedeli ağır olacak; her kaçış, ertelenmiş hesaplaşmalarla dolu bir yol sunar. Chris’in yediği hurmaların da dökülme vakti elbet gelecek.

“Isınma Turu”: ‘Peacemaker 2. Sezon 4. Bölüm’ İncelemesi
Koşuşturmanın zirveye çıktığı, fakat ağırlığın eksikliğini çektiğimiz bir bölüm: Evrene açılan kapılarla birlikte yeni ihtimaller belirsizliklerin gölgesinde kalmaya devam ediyor.
Paylaş