İlk gününden itibaren, İngiltere'nin kraliyet karmaşasını büyük bir izleyici kitlesi için sürükleyici bir şova dönüştürmeyi başaran The Crown, Kraliçe II. Elizabeth'in onlarca yıllık monarşisine layık bir veda edebildi mi?.. Bu soruya hem evet hem hayır şeklinde cevap verilebilir.

Dizinin yaratıcısı Peter Morgan ile, birlikte çalıştığı müthiş ekibin ortaya çıkardığı tasarımlar, kostümler, makyajlar gibi teknik detaylar her zamanki gibi müthiş. Halka açık bir biçimde, genellikle göz önünde gerçekleşen olayların yorumu konusunda da The Crown yine ortaya harika bir iş çıkartmış ve son sezonu en etkileyici biçimde bitirebilmek için büyük çaba harcanmış. Ancak Morgan, son sezonun ilk kısmında olduğu gibi burada da ana konudan biraz sapmayı tercih etmiş.

Artık yaşlı bir kadın olarak tanımlanan kraliçenin, yaşamındaki sıkıcı detaylar izleyicinin pek dikkatini çekemiyor olsa da sezon içerisindeki en başarılı bölümlerin Elizabeth'e odaklanan bölümler olduğu da es geçilmemeli.

Harry ve William

Prenses Diana'nın ölümünün ardından, bu travmatik olayla başa çıkmaya çalışan William'ın, kendi içerisinde çıktığı psikolojik yolculuğa mercek tutan ilk dakikalar, sezonun devamında iki kardeşin, babaları Charles'a gösterdikleri tepkiyle devam ediyor.

Prens William'ın aile içerisindeki statüsünden, özel hayatındaki inişli çıkışlı olaylara, birçoğu yine yanlış yorumlanmış olsa da en küçük detayına kadar anlatmaya özen gösteren dizi, ne yazık ki kardeşi Prens Harry için aynı hassasiyeti sergileyememiş.

Harry'nin ailenin küçük, patavatsız ve kıskanç çocuğu tavırları, prensin son birkaç yılda kraliyeti gerek özel hayatıyla gerek yaptığı açıklamalarla soktuğu durumdan esinlenilmiş olabilir diye düşünüyorum.

Röportajlarında ve yazdığı kitapta özel hayatındaki birçok detaya açıkça yer veren prensin, kraliyet şartlarına uyum sağlamak istemeyişi, Meghan Markle ile yaptığı sansasyonel evlilikle kraliyet haklarından feragat edişi ve son olarak Amerika'ya taşınması gibi olaylar, son sezonda artık tam anlamıyla "yaşasın kralımız" mottosu benimseyen dizide, bu şekilde yansıtılmasına neden olmuş. 

Karakteri hakkında saptırıcı birçok detaya yer verilmiş olsa da Harry'nin 2000'li yılların başında katıldığı bir kostüm partisinde Nazi kostümü giymesi, o dönemde bütün dünyayı ayağa kaldırmıştı.

Mohammed El-Fayed ve Suçlamaları

Prensesin ölümünü ve o zamanlarda ortaya çıkan dedikoduların nelere sebebiyet verdiğini bir önceki yazıda detaylı bir şekilde konuşmuştuk.

Prenses Diana’ya ‘Yanlı’ Veda: The Crown 6. Sezon Birinci Kısım İncelemesi
İngiliz Kraliyet Ailesi’nin sansasyonel geçmişini konu edinen ‘The Crown’, son sezonunun ilk kısmında Prenses Diana’nın vefatına odaklanıyor.

Dodi El-Fayed'in babası Mohammed El-Fayed'in bu trajik kazanın peşini bırakmaması, oğlu ve kendince "müstakbel gelini" olarak gördüğü kişinin ölümünü, kraliyet ailesinin planladığını söyleyişi, yine o yıllara damga vuran olayların başını çekiyordu.

Sezonun ilk kısmında tüm bu iddiaları göz ardı ederek sadece Diana'nın ölümüne odaklanan dizi, bu kısımda en azından suçlamaların varlığını kabul ederek, olaylara doğru bir biçimde değinmeyi başarıyor.

William ve Kate

Sezona hareket katan ve devamlılığın sağlanabilmesi adına oldukça başarılı bir tercih olan bir diğer konu ise Prens William ve Kate Middleton'ın tanışma hikâyesi. 

Doğruluğu sorgulanabilir, hatta çoğu zaman aşırıya kaçarak kurgu olaylar barındırıyor olabilir... Ancak William ve Kate'in risksiz ve sıradan bir aşk filmini anımsatan hikâyeleri, monarşinin siyasal karmaşasından sıkılanlar için oldukça mantıklı bir kaçış yolu olmuş.

Yine de hikâyenin gidişatına hiçbir katkısı olmayan bazı durumların, sadece seyircinin dikkatini çekmek için eklenmiş olduğu çok belli oluyor.

Kate'in henüz çok gençken Diana ve William ile tanıştığı bir sahne var, ancak Kate Middleton'ın açıklamalarına göre, kendisi Prenses Diana ile hiç tanışmamış.

Bunun gibi birçok konuda farazi olay örgüleri yaratılmış. Mesela Kate'in annesinin, kızını, Prens William ile tanıştırma ve aralarında duygusal bir çekim yaratma konusunda aşırı ısrarcı bir tavır takındığını görüyoruz. Ancak bu konu da kesinliği bilinmeyen olaylar arasında.

Tüm bunlara rağmen, en başta da söylediğim gibi, magazinsel konularda ilginç bir şekilde harikalar yaratan dizi, Kate'in üniversitedeyken katıldığı defiledeki kıyafet dahil olmak üzere, kostüm tarafında yine muazzam bir iş çıkartmış.

Margaret'ın Yaşayamadığı Hayatı

Gerçekte de The Crown'da da hep birilerinin gölgesinde kalmış ama içten içe herkesin favori Windsor'u olan Prenses Margaret'a, gerçekten hak ettiği biçimde veda edildiğini düşünüyorum.

İlk sezonlarda Peter Townsend ile yarım kalan aşkları, vurdumduymaz birine dönüşmesine, alkol batağına düşmesine ve prensesin içten içe kendini tüketmesine neden oldu.

Kraliçenin tek kardeşi olan Margaret'ın, tıpkı burada anlatıldığı gibi, 70. yaşına girmeden önce felç atakları başlıyor. Yaşam kalitesini artırmaya yönelik girişimlerde bulunsa da şimdiye kadar hiç de iyi bakmadığı bedeni, onu anca 72. yaşına kadar taşıyabiliyor.

2002 yılında vefat eden prensesin ölümü, bana kalırsa, Prenses Diana'dan sonra bu dizide gördüğümüz en duygusal olaydı.

Partileyen Prensesler

Margaret ve Lilibet'in (Margaret, ablasının ismini çocukken düzgün söyleyemediği için ona bu şekilde seslenir), 8 Mayıs 1945'te Londra'daki İkinci Dünya Savaşı zaferi kutlamalarına katılabilmek için, Buckingham Sarayı'ndan gecenin bir vakti kaçma hikâyeleri ise çok ilginç, ancak tam anlamıyla gerçek.

II. Elizabeth, Elizabeth Bowes-Lyon, Winston Churchill, VI. George, Margaret

Impreial War Müzesi, bu geceyi: "Kızlar, coşkulu kalabalığa gizlice karışıyorlardı. Müstakbel hükümdar Elizabeth ve kız kardeşi Margaret'ın, anonim olarak saraydan ayrılıp kutlamalara katılmalarına izin verilmişti." şeklinde açıklıyor.

İngiltere, 1945

Başbakanın Hükümdarlığı (!)

İngiltere tarihinin en başarılı başbakanlarından biri olarak anılan, ancak attığı birkaç yanlış adım sonrasında halkın hiç de iyi anmamaya başladığı Tony Blair ile kraliçe arasında yaşanan hafif gerilim, doğruluk payı bulunan durumlardan bir tanesi.

Ancak kraliçenin, rüyasında tahtını, tacını ve tüm yetkinliğini Blair'e devretmek zorunda kaldığını göreceği kadar değil elbette...

Tony Blair'in, başbakanlık kariyerinin başındayken halkın gözdesi haline gelmesi, yer yer kraliçenin bir adım önüne geçmesi, Elizabeth'in kendi yönetiminde bir şeyleri sorgulamaya gerek duymasına neden oluyor.

Gerçekte de kraliçenin "en az sevdiği" başbakanlardan biri olarak anılan Blair, monarşinin bir süreliğine dengesini bozmuş ve ülke yönetiminde uzun süre sonra reform girişimlerinin denenmesine neden olmuş diyebiliriz.

Sonlara doğru yaklaşırken, artık "yaşlı" olarak anılmaya başlanan kraliçenin, tahtını, en büyük oğlu Charles'a devretme konusu meydana geliyor.

Charles'ın Camilla ile evlilik töreninde, oğluna tahtını devrederek büyük bir hediye vereceği beklenen Elizabeth, zaten hiçbir zaman destekçisi olmadığı bu törene sadece katılarak, varlığıyla onları onurlandırıyor diyebiliriz. (Çok bile...)

Olivia Colman ve Claire Foy, Elizabeth'in farklı dönemlerdeki kişilikleri olarak karşımıza çıkıp, bu konuda bize yol göstermeye çalışıyor.

Camilla'nın, Diana ile Charles'ın evlilik töreninde beyaz giyerek nispet edişi gibi, Elizabeth'te onun evlilik töreninde beyaz bir kıyafetle boy gösterip, aklının son derece başında olduğunu kanıtlıyor ve taht hakkında herhangi bir açıklama yapmayarak, ölene kadar görevinin başında olacağının mesajını da vermiş oluyor.

Töreninin sonrasında, tek başına uzun ve duygu dolu bir yürüyüşe çıkan kraliçenin, kilisenin kapılarının kapanmasının ardından, 6 sezon süren The Crown macerasını burada noktalamış oluyoruz...

Biçim değiştiren monarşinin mimarı olarak anılan Kraliçe II. Elizabeth'in, saygılı, disiplinli bir o kadar da başarılı devlet insanlığı bir yana; özellikle son sezonlarında, çalkantılı ve karmaşık ailesinin özel yaşamlarına mercek tutmaya daha çok özen gösteren dizi, birçok konuda takındığı yanlı tavır dolayısıyla çok büyük bir potansiyeli maalesef ki çöpe atıyor.

Ancak tüm bunların yanında, oyuncular başta olmak üzere; kostüm, makyaj, mekân tasarımı gibi ilmek ilmek işlenen, gereğinden fazla özen gösterilen tüm departmanlarıyla da şapka çıkartılacak kadar başarılı olan nadir diziler arasında yerini almayı başarıyor.


Yaren’in Köşesi
muggle’lar mı? onlar hiçbir şey görmezler ama çatal batırırsan hissederler. merhaba, ben Yaren. çocukluğumdan beri tutkunu olduğum fantastik dünyalara, filmlere, kitaplara, dizilere ve çizgi romanlara dair videolar yapıyorum. ben bu videoları yaparken çok eğleniyorum, eğer siz de bana eşlik etmek isterseniz, kanalımı takip edebilirsiniz :)
Paylaş