Stephen King’in modern korku edebiyatının mihenk taşlarından biri olarak kabul edilen It evreninin karanlık kalbi Derry, dışarıdan bakıldığında sıradan bir Amerikan kasabası görünümünde fakat yüzeyin hemen altında saklanan kötülüğüyle, yıllardır hem okurları hem izleyicileri büyüleyen bir mitolojinin sahibi.

Çocukların kaybolduğu, yetişkinlerin sessiz kaldığı, kasvetin duvarlara kazındığı bu lanetli yer, King’in yarattığı en etkileyici lokasyonlardan biri olarak karşımızda. It: Welcome to Derry de tam olarak bu nedenle önem taşıyor. Çünkü bizi yalnızca Pennywise’ın teröründen değil, o terörün nasıl filizlendiğinden, Derry’yi sonsuz bir kabusa dönüştüren gerçeğin köklerinden haberdar etmeye davet ediyor. Bu da hikâyeye yıllardır hâkim olan merak duygusunu yepyeni bir solukla yeniden gün yüzüne çıkarıyor diyelim. Derry'nin derinliklerine inmeye hazır mıyız?

🎈
Yazı, It: Welcome to Derry'ye dair spoiler içerecek.

Welcome to Derry başlığındaki o alaycı ironi, daha ilk anda suratınıza çarpıyor ve aslında gayet tanıdık bir yerdesiniz. Stephen King'in O destanını, 1990 mini dizisini ya da Andy Muschietti'nin filmlerini takip edenler için, Maine'in bu lanetli kasabası, artık bizim belleğimizin işaretlenmiş parçalarından. HBO'nun bu yeni seriyi bir yan dizi olarak kurgulaması tanıdıklık kozunu oynarken, bizleri aşina olduğumuz o “O” hikâyesinden tam 27 yıl öncesine, yani 1962'ye geri götürüyor. Bu "hoş geldin" çağrısı, aslında bir "tekrar hoş geldin" olayı olarak yorumlanabilir. Pennywise'ın periyodik dehşet döngüsünün daha erken bir safhası belki, ama King evreninin o klasik ve mide bulandırıcı dokunuşları burada da kendini hissettiriyor elbette.

Eski dehşet, yeni kurban

Ve tabii ki, bir Derry hikâyesine yakışır şekilde, her şey bir çocuğun yalan olmasıyla başlıyor. Bu seferki kurbanımız sevimli Georgie değil, 12 yaşındaki Matty Clements. Matty'nin trajik sonu, açılış sekansıyla başlıyor ve yönetmen Andy Muschietti, burada da "O: Bölüm 2" filmindeki o tuhaf, mide bulandırıcı estetiği anında yakalıyor.

Matty'nin Derry'den uzaklaşmak için bir görevliden kaçıp, tuhaf ve bir çeşit şeytani güçler barındıran bir ailenin arabasına sığınma çabası, tam bir kabusa dönüşüyor. Arka koltuktaki iç organ yiyen kız çocuğu, garip kelimeleri sinir bozucu şekillerde tonlayan cüce bir çocuk ve hamile kadının iki dakika içinde dışarı fırlattığı kanatlı siyah gözlü korkunç canavar derken, canım Matty sanki sabır sınamak için tasarlanmış bir sirk arabasının içinde hapsoluyor. Pennywise'ı özlüyorum ama bu yeni ve anında akılda kalan canavar formuna şapka çıkarmak gerek. Bebek, nihayetinde Matty'nin kafasına atlıyor ve dizi, açılış sekansını böylelikle unutulmaz kılıyor.

Kaybedenler Kulübü'nün yeniden doğuşu

Buradan sonrası, beni biraz daha az heyecanlandıran bir yola giriyor. Kötü değil fakat daha çok ilk "O" filminin yeniden çevrimi gibi. Bu kısımda yeni Kaybedenler Kulübü adaylarıyla tanışıyoruz: “Deli” olarak nitelendirilen Lilly Bainbridge, popülerlik peşindeki yakın arkadaşı Marge, uzaylı takıntılı Phil, onun en iyi arkadaşı Teddy ve sinemada çalışan Veronica.

Aralarında, Bill ve Georgie'nin trajedisindeki gibi derin, kişisel bir bağ yok. Matty, onlar için daha çok bir "varsayılan arkadaş" figürü. Yine de Matty'nin cesedinin bulunamamış olması, üzerlerinde fazlasıyla bir vicdan azabı yaratıyor. Özellikle de onun "Derry'den kaçış" fikrindeki rollerini sorgularken.

Giderdeki sesler, abajurdaki yüzler...

İşte tam bu noktada, beklediğimiz o klasik King dehşeti devreye giriyor. Dizi bölümün ilk dakikalarını, bizi hikâyenin içerisine yerleştirmeye çalışarak, yerli yerinde bir biçimde harcıyor. Yine orijinal filmlere birçok gönderme var ve Lilly, tıpkı Beverly'nin başına geldiği gibi, banyo lavabosunun giderinden gelen bir ses duyuyor; Matty'nin Ya Got Trouble şarkısını söylediği ses. Lilly, ona dönmesi için yalvarırken, Matty'nin "İzin vermiyor!" çığlığı ve giderden uzanan iki kanlı parmak…

Doğal olarak, kimse inanmıyor. Fakat Teddy'nin Şabat yemeğindeki o masum sorusu, hikâyeyi daha kişisel bir noktaya taşıyor. Babasının, Yahudi olmanın verdiği "gerçek dehşetleri bilme" söylemi, o gece Teddy'nin odasında paramparça oluyor. Yatak odası abajurunun, birbirine dikilmiş, dudakları çığlık atan toplama kampı kurbanlarının yüzlerine dönüşmesi, tam anlamıyla ödümüzü kopartıyor. Dizinin özgün korku damarını gösterdiği bu anlar için bolca açıklama olsa da, bu tüyler ürpertici sahneler gerçekten fazlasıyla vurucu.

Geçtiğimiz günlerde, kurbanlarının derilerinin abajur ve çeşitli ev eşyaları yapan ruh hastası Eddie Gein’in hikâyesini inceledikten sonra böyle bir sahneyle karşılaşmak da biraz ürkünç oldu ama neyse...

“Bir Annenin Gölgesinden Doğan Canavar”: ‘Monster: The Ed Gein Story’ Dizi İncelemesi
Charlie Hunnam’ın büyüleyici performansıyla birlikte, Hitchcock’tan ’Leatherface’e uzanan kabusların kaynağına, Ed Gein’in hikâyesinin köklerine iniyoruz.

Irkçılığın "sınırları"

Bir yandan da hikâye Derry'nin sosyal ve siyasi karanlığına dalıyor. Binbaşı Leroy Hanlon ve Yüzbaşı Pauly Russo'nun Derry Hava Kuvvetleri Üssü'ne gelişi, Mike Hanlon'un gelecekteki hikâyesine ışık tutuyor. Leroy'un siyah bir asker olarak karşılaştığı ayrımcılık ve General Shaw ile olan gergin etkileşimleri, Pennywise'ın beslendiği o köklü ırkçılık ve bağnazlık geleneğine odaklanıyor. Dizi, bu karanlık geçmişi daha derinlemesine işlemeyi vaat ediyor. Bu, filmlerde sadece ima edilen bir arka planı ön plana çıkarma çabası ve önceki filmlerden tanıdığımız Mike Hanlon'un hikâyesine derinlik katacak olması beni heyecanlandırıyor doğrusu.

Perdeden fırlayan şey...

Bölümün finaline gelecek olursak, tam bir nakavt vuruşu olduğunu söylemek abartı olmaz. Derry çocukları, Matty'nin kayboluşunu çözmek için Capitol Tiyatrosu'na bisikletle gidiyorlar. Matty'nin Ya Got Trouble şarkısı aracılığıyla bir mesaj gönderdiğini düşünüyorlar. Sinema perdesinde Matty'yi, kollarında kundaklanmış bir bebekle River City sakinleriyle birlikte şarkı söylerken görüyorlar. Sadece onlar için şaşırtıcı değil, aynı zamanda dördüncü duvarı yıkan bu an içerisinde Matty bizimle de konuşuyor:

Beni yalnız bıraktınız!

Matty'nin, Pennywisevari bir gülümsemeyle "Burada olmamın sebebi sizsiniz... çünkü yalan söylediniz," diye bağırması ve bebeğin ekrandan fırlaması... İşte gerçek dehşet burada başlıyor. O açılış sahnesindeki kâbus gibi yaratık, şimdi devasa ve kana susamış bir halde sinema salonunda uçarak çocukları parçalıyor.

Bölümün bir ters köşesi de bu; aslında Kaybedenler Kulübü'müzün üyeleri sandığımız çocukların ana kahramanlar olmadığını anlayışımız. Belki Ronnie ve Susie'nin kopmuş kolunu hâlâ elinde tutan Lilly bu grubun kemik üyeleri olarak sayılabilir, çünkü sinemadan sağ çıkabilen tek kişiler onlar gibi görünüyor...

Taze bir vahşet

Welcome to Derry, ilk bölümüyle hem King'in klasikleşmiş korku motiflerine saygı duruşunda bulunuyor hem de yeni, mide bulandırıcı tasarımlarıyla ve beklenmedik olay örgüsüyle seriyi tazeleyici bir yöne taşıyor. Klasikleşmiş temaları ele alırken, yeni karakterleri ve ırkçılık gibi derin sosyal konuları cesurca işlemesi, bu ön hikâyeyi sadece bir nostalji gezintisinden çok daha fazlasına dönüştürüyor. Ben bölüme tek kelimeyle ba-yıl-dım! Şimdiden korku severlerin iştahını kabartan bu işin sonraki bölümlerinde bizi neler bekliyor, sabırsızlıkla bekliyor olacağım.

Kasabaya yeniden hoş geldik. Yoksa hiç ayrılmamış mıydık? 🎈🙃

Paylaş