Marvel Sinematik Evreni, Avengers: Endgame sonrasında sessiz bir geçişin eşiğindeydi. Koca evren yorgundu, tabii biz de öyle.
Tam da bu sıralarda, WandaVision gibi deneysel bir dizinin kapısını araladık. İlk üç bölüm, geçmişin nostaljik sitcomlarına yazılmış bir aşk mektubu gibiydi. Ancak her tebessümün altına gizlenen bir tekinsizlik, bir şeylerin ters gittiğine dair içimize oturan o tanıdık his, bizi içine daha da almakla birlikte diziyi de yavaş yavaş ele geçirdi. Marvel, alıştığımız kahraman hikâyelerinin dışına çıkıyor, biçimle içerik arasında cesur bir oyun kuruyordu.

Her bir bölüm, bir televizyon çağını temsil ediyor. 50’lerden The Dick Van Dyke Show ve I Love Lucy, 60’lardan Bewitched, 70’lerden The Brady Bunch, 80’lerden Family Ties ve Full House, 90’lardan Malcolm in the Middle, 2000’lerden ise Modern Family ve The Office… Bu dizilere yapılan görsel ve anlatısal referanslar öylesine incelikli ki, her jenerasyondan insanı kendi çocukluğuna uğrar gibi hissettirdi. Sitcomlar, hayatını yeniden yazabildiği bu gerçeklikte Wanda’nın bilinçaltının bir yansımasıydı ve her bir kahkaha efekti, bizim de içimizi biraz daha burkan cinstendi.

Dönem kostümleri de bu anlatının en önemli parçasıydı. Wanda’nın her bölümde değişen saç modeli, makyajı, elbiseleri ve Vision’ın dönem estetiğine uygun kıyafetleri yalnızca bir stil şovu değildi; karakterlerin sahte hayatlarına tutunma çabalarının da bir dışavurumuydu. Özellikle 70’ler bölümündeki doğum sahnesi, The Brady Bunch tarzı dekorda geçerken, kostümlerle birlikte ton da o dönemin naifliğini taşıyor. Dizinin prodüksiyon tasarımı, gerçekliğin çözülmeye başladığı anlara kadar baş döndürücü güzellikte, mükemmel bir illüzyon yaratıyor.

Wanda Maximoff’un travması bu kez görsel efektlerle, patlamalarla değil; sessiz kederle, bastırılmış acılarla anlatılıyor. Karakterin, ilk büyük çıkışı olan Avengers: Age of Ultron’daki "yan karakter" kimliğinden sıyrılarak, bir dram kahramanına dönüşümüne, yetenekli Elizabeth Olsen’ın şekilden şekle girebilen oyunculuğuyla şahit olduk. Olsen, bazı sahnelerde o kadar etkiliydi ki Wanda’nın çığlığını, en sessiz sahnelerde bile duyulabilir kıldı. Vision’un ölümüyle parçalanan bir zihin, ideal bir dünyanın hayaline sarılıyor; ama gerçeklik, eninde sonunda kapıyı çalıyor.
Farazi olarak çalınan kapı, gerçek bir kapı tıklatmasıyla da bizi kendimize getiriyor. Ve işte tam burada, Marvel'ın en büyük ters köşelerinden birine rastlıyoruz: Pietro. Ama Age of Ultron’daki Pietro değil; X-Men evreninden tanıdığımız Pietro (ya da Peter).

Bu hamle, sadece hayranları çıldırtmakla kalmıyor, aynı zamanda çok katmanlı bir soru işaretinin kapısını aralıyor. Dizi, izleyicinin beklentileriyle ustalıkla oynayarak büyük düzeyde bir oyun kuruyor ve buradan sonraki her bölümde bize “Çoklu evrene mi giriyoruz?" sorusunu ısrarla sordurtuyor. Wanda’nın hayal dünyasında bile bir yabancının kendini tanıdık gibi dayatabileceğini gösteren bu detay, Evan Peters’ın karakteri Ralph Bohner ile bilinçli bir kafa karışıklığı yaratmış olabilir, fakat House of M çizgi romanlarından biliyoruz ki, bu hikâyede nasıl olursa olsun, bir şekilde Pietro’nun yer alması gerekiyordu. 🙃

Vision ise daha geri planda kalıyor olmasına rağmen felsefi derinliğiyle dizinin aslında kalbinde yer alıyor. "Sorgulayan android" metaforunu, aşkın, bilincin ve varoluşun sınırlarında dolaşarak yeniden şekillendiriyor. "Keder, sevginin sürekliliğidir" repliğini çok öncesinden hatırlarsınız. Bu, yalnızca bu dizinin değil, zamanla MCU’nun da en etkileyici satırlarından biri haline geldi ve Vision, hem gerçek hem hayal, hem varlık hem yokluk olarak Wanda’nın kırık zihninde bir şekilde yeniden şekillenen, kendi içinden bir parça.

Agnes karakteriyle tanıdığımız Agatha Harkness ise, çizgi romanlardan çıkıp gelmiş bir başka hazinemiz. 1970’lerde Fantastic Four çizgi romanlarında yer alan bu büyücümüz, dizideki "Agatha All Along" şarkısıyla adından çok uzun bir süre bahsettirmeyi başarmıştı ve sonrasında ise kendisine "Marvel’ın en iyilerinden" dedirten bir solo dizi yaptırtmayı da başardı. Wanda’nın güçleriyle oynayan, onu kendi karanlığına çeken Agatha, büyünün MCU’daki yeni evresine geçişi simgeliyor. Artık sadece uzaylılar ve bilimsel deneyler değil; kadim büyüler, mitolojik güçler de evrenin önemli bir parçası.

Billy ve Tommy ise yalnızca Wanda’nın hayal gücünün bir ürünü değil; çizgi romanlarda Young Avengers’ın temel taşları olan Wiccan ve Speed kimliklerinin birer habercisi. Dizinin yayınlanmasının üzerinden 4 sene geçti ve günümüzde bu konudaki gelişmeler hala devam ediyor, hatta Wiccan’ı Agatha dizisinde dahi gördük, ama Young Avengers için elle tutulur bir proje hâlâ duyurulmuş değil.

Güç konusunda biri annesine, diğeri de dayısına çeken karakterlerimizin dizide kısa ama yoğun olan varlıkları, Wanda’nın annelik deneyimini artırırken, aynı zamanda onu kırılganlaştırıyor. Çocukları; onları korumak için gerçekliği büken, kocaman Westview kasabasını kontrolü altına alan ve buradaki insanlara istemeden de olsa işkence eden Wanda’nın nihai gücünün kaynağıydı. Bu ikili, hem MCU’nun geleceği için önemli bir temel attı hem de Wanda’nın karakter gelişimini zirveye taşıdı.
Final bölümü, bazı izleyiciler için yeterli gelmemiş olsa da, bana göre Wanda’nın içsel yolculuğunu tamamlayan bir zirveydi. Hex’in kapanışı, yalnızca bir büyünün değil; bir aşkın, bir hayalin, bir yasın sonuydu. Wanda, nihayet kendini kabul ediyor; kaybı, hatayı, gücü ve yalnızlığıyla bir bütün olmayı öğreniyor. Bu, bir karakter gelişimi değil; aslında bir doğuş. Scarlet Witch’in gerçek doğuşu. Üstelik bu kez, çizgi romanlardaki "kaos büyüsünün taşıyıcısı" olarak değil; evrenin dengesini değiştirebilecek kadim bir güç olarak karşımızda.

Sonuç olarak, WandaVision, yalnızca bir Marvel dizisi değil; televizyon tarihine bir selam, kayba dair yazılmış büyük bir şiir ve kadın bir karakterin güce uzanan sancılı doğum süreci. Sitcom estetiğiyle örülmüş bu yas hikâyesi, çizgi roman okuyucularına incelikli göndermeler sunarken, yeni izleyicileri de duygusal derinliğe çekmeyi başardı diye düşünüyorum. Her bölüm, zamanın hem içinde hem dışında durdu; tıpkı Wanda’nın kırık kalbi gibi. Ve biz, her bölümde onunla birlikte biraz daha parçalandık, ama aynı zamanda onunla birlikte yeniden kendimize geldik.

Geçtiğimiz günlerde yeniden bitirdiğim, izlemeye doyamadığım bu güzel diziyi, şimdiye kadar izlememiş olan herkese şiddetle öneririm. Scarlet Witch şiddeti değil ama, mecazi anlamda şiddet. Aman. 🙄🤗
Yorumlar