Marvel evreni yıllardır "kahramanlık" kavramını işliyor ama Thunderbolts, bu defa kahramanlıkla yüzleşmenin ne anlama geldiğini sorgulayan bir film. Süper güçlerin, kostümlerin ya da şovlu kurtarışların değil; pişmanlıkların, kayıpların ve yeniden başlama cesaretinin ön planda olduğu bir hikâye. Çünkü bu ekip kahraman olmak için değil, başka çareleri olmadığı için bir arada.

💡
Yazı, Thunderbolts* filminden herhangi bir spoiler içermeyecek.

"Gerçek" bir ekip

Her bir karakter geçmişinin gölgesinde. Yaptıkları hatalar yalnızca onları değil, çevrelerindeki herkesi etkilemiş. Ama dünya artık birilerini affetmek zorunda. Avengers yok. Koruyucu tanrılar, dâhiler ya da süper askerler ortada yok ve kontrol edilemeyen tehditler karşısında geri kalanların bir şekilde bir araya gelmesi gerekiyor. İşte Thunderbolts, tam bu boşlukta doğan bir oluşum. Kaotik, kirli ama samimi.

Filmin en çarpıcı gücü, karakterlerin mental güçsüzlüğünden doğuyor. Kusursuzluk maskeleri olmadan, tüm travmalarıyla, kırılganlıklarıyla sahnedeler. Onları izlerken "neden böyle olmuşlar?" sorusunu değil, "ben olsaydım ne yapardım?" sorusunu soruyorsunuz kendinize. Bu da bu filmi diğer süper kahraman anlatılarından ayıran en büyük fark zaten.

Hiçbir sahne gereksiz değil. Hiçbir replik abartı değil. Film, izleyicisini aptal yerine koymuyor, detayları ince ince işliyor ve güven veriyor. Özellikle ekip içi dinamikler fazlasıyla gerçekçi bir kimya barındırıyor. Hepsi farklı yerlerden geliyor ama ortak bir amaçla hareket ettiklerinde ortaya çıkan sinerji, belki de Marvel’ın şimdiye kadar sunduğu en "gerçek" ekip yapısını oluşturmuş.

"Bob"

Ve evet… Sentry. Tüm film boyunca akan hikâyenin omurgası gibi. Lewis Pullman’ın son anda dahil olduğu bu rol, riskliydi ama ortaya çıkan sonuç muazzam. Biliyorsunuz, normalde bu karakteri Steven Yeun canlandıracaktı, fakat filmin çekimlerine çok az bir süre kalmışken takvimindeki uyuşmazlıklar nedeniyle (büyük ihtimalle ortaya kötü bir iş çıkacağını düşündüğü için) filmden ayrıldığını duyurdu. Yeun’u çok severim, ama iyi ki böyle bir karar almış diye düşündüm.

Geçtiğimiz günlerde sızan bir görsel, Yeun'un "olası" Sentry görünümüne bir bakış sunuyor.

Karakterin içindeki çatışma, iyilik ve kötülük arasında gidip gelen varoluş sancısını Pullman öyle başarılı yansıtmış ki, bir noktadan sonra gözünüz diğerlerinden çok onda takılı kalıyor. Sentry, sadece bir karakter değil; kafasının içerisindeki iyi ve kötü düşüncelerin çarpışmasını yaşayan her bir insanın yansıması olarak karşımızda duruyor. 

Altüst olmuş psikolojiler...

Film, kaostan doğan bir düzen sunuyor. Bunu yaparken izleyiciyi manipüle etmiyor, göz boyamıyor. Tam tersine izleyiciyi kaosun içine alıyor ve onunla yaşamaya çağırıyor. İşte bu yüzden Thunderbolts yalnızca bir aksiyon filmi değil, aynı zamanda kocaman bir psikolojik yüzleşme.

Yönetmen Jake Schreier'ın tercihleri, karakter odaklı olmakla teknik denge kurmak arasında ustaca bir köprü kuruyor. Aksiyon sahneleri sizi yormuyor ve dramatik anlar sizi boğmuyor. Tüm bu denge, filmin neredeyse "organik" hissettirmesini sağlıyor. Thunderbolts, planlanmış değil de gerçekten yaşanmış bir hikâye gibi.

Thunderbolts, olmuş!

Bu filmden geriye akılda kalan, sadece büyük çatışmalar ya da görsel efektler değil. Karakterlerin gözlerindeki yorgunluk, karar anlarında titreyen elleri, geçmişlerinden kaçarken aslında ona ne kadar bağlı oldukları. Ve sanırım en güçlü hikâyeler de hep buradan doğuyor: İnsan olmanın bedelinden.

Thunderbolts, Marvel’ın şimdiye kadar yaptığı en cesur işlerden biri. Çünkü bu kez anlatılan bir destan değil, bir rehabilitasyon. Kırılmış karakterlerin onarılmaya çalışıldığı ama bazen sadece birlikte kırılmanın bile yeterli olduğunun vurgulandığı güçlü bir anlatı. Belki de artık ihtiyacımız olan da tam budur: Kahramanlar tarafından kurtarılmayı beklemekten çok, yeniden başlama cesareti olanlara şans tanımak.

Paylaş