The Crown, The Danish Girl ve Barbie gibi yapımlarda yer alan oyuncu ve aynı zamanda yönetmen koltuğunda oturduğu Promising Young Woman ile isminden sıklıkla bahsettiren yönetmen Emerald Fennell'ın, 2023'ün son günlerinde yayınlanan filmi Saltburn, ilginç hikâyesi ve yetenekli oyuncu kadrosuyla son zamanların en dikkat çeken yapımlarından bir tanesi.
Luca Guadagnino'nun 2017 çıkışlı, aynı adlı romandan uyarlanan filmi Call Me by Your Name'den esintiler taşıyan Saltburn'ün ilk yarısı için sadece "Kuzey İtalya'da bir yerlerde geçmeyen Call Me by Your Name" desek daha doğru olur...
Bizi 2000'li yılların ortalarına götüren Saltburn, Oxford öğrencisi Oliver Quick'in, âşık olmadığını özellikle belirttiği, ancak saplantılı bir biçimde sürekli gözetlediği sınıf arkadaşı Felix Catton'ı betimlediği cümleler ve Felix'in vücuduna yapılan yakın çekimlerle, oldukça ilginç bir açılış yapıyor.
Aslında daha ilk sahneden, Oliver'ın bir labirent karmaşıklığındaki duygularının ipuçlarını veren film; kitap tutkunu fakir çocuk Oliver ile zengin bir aileye sahip olan çapkın Felix'in, bir tarafın bağımlı, diğer tarafın ise kendini daha muhtaç hissettiği dengesiz ve çarpık arkadaşlık ilişkilerine odaklanan bir yapım. (Ya da en azından birinci kısmı bu şekilde tanımlayabiliriz.)
Oliver'ın çok uzun zamandır radarında olan Felix, okul civarında bir yerlerde bisikletinin bozuluşuna kadar onun farkına bile varmıyor. Yol kenarında yardım bekleyen Felix'e kendi bisikletini vermeyi teklif eden Oliver, dikkatini çekmekle kalmayıp, kalabalık görünen arkadaş grubunda da önemli bir yer edinmenin tohumlarını ekiyor.
İlgisiz, madde bağımlısı bir anneye ve henüz yeni kaybettiği bir babaya sahip olduğunu söyleyen Oliver, Felix'in gözünde ona hem acıdığı hem de hayranlık duyduğu bir profil yaratıyor.
Zor zamanlardan geçmekte olduğunu düşündüğü yeni arkadaşına, ailesinin mütevazılık ve samimiyetten uzak olan evlerine ziyarete gelmesi için şefkat dolu bir davetiye uzatan Felix, aşırılıktan sıkıldığı hayatına getirdiği heyecan dolayısıyla, Oliver ile çok kısa sürede ilginç bir bağ kuruyor.
Bu bağ o kadar farklı ve uyumsuz ki, birçok karakter film boyunca kendilerine uygun birer kalıp bulamıyor desek daha doğru olur. Filmin sonunda, Oliver'ın karakter gelişimi ve amacı, iyi ya da kötü bir şekilde tamamlanırken, Felix her duyguyu en uçlarda yaşayabilen, Oliver'a karşı hisler beslediği de belli olan, ancak önünde hiçbir engel olmamasına rağmen hiçbir şekilde bu hissin adını koyamayan, hamle yapamayan, sıkıcı bir karakter olarak kalıyor.
Saltburn'de bizi ve Oliver'ı, karikatürize edilmiş olan bir zengin topluluğu bekliyor diyebiliriz. Felix'in çirkin insanlara tahammül edememe takıntısı olan annesi Elspeth, psikolojik olarak pek sağlıklı olmayan, kara mizah ve dram arasında sıkışıp kalmış, çevresindeki tüm insanlara rağmen yalnız olarak tanımlayabileceğimiz, üzgün bir karakter.
Gerçeklikten tamamıyla kopuk yaşayan babası Sir James, bir zombi kadar neşeli olan kız kardeşi Venetia ve filmin ne istediği belli olmayan bir diğer karakteri, kuzeni olarak tanıtılan Farleigh, Felix'in aile üyeleri olarak karşımıza çıkan diğer isimler.
Bruce Wayne'in Alfred'i ile Addams Ailesi'nin Lurch'ünün bir karışımı olan yardımcı Duncan ise, bu ruhsuz aile fertleri arasındaki en dikkat çekici karakter olabilir.
Hayalî toz pembe filtrenin ortadan kalkışı, karakterlerin kararsızlıklarıyla boğuşarak devam ettikleri yolculukları ile, Call Me by Your Name esintilerini de geride bıraktığımız film, ikinci yarısında çok daha karanlık bir tona bürünüp temposunu artırarak yoluna devam ediyor.
Bariz bir biçimde toksik elitizme vurgu yapan film, karikatürize edilmiş karakterler ve dikkat dağıtan tonla detay arasında amacını zar zor gerçekleştirebiliyor denilebilir.
Saltburn; planlanandan önce düşen maskeler, ortaya çıkan çirkin gerçekler ve ciddi anlamda şaşırtıcı olaylarıyla, eşcinsel genç bir adamın otobiyografik hikâyesinden doğan psikolojik gerilim öyküsü olarak tanımlanabilir.
Tek bir durumun ve eylemin üzerinde gereğinden fazla duruşu, eşcinsellik kullanılarak başka olaylara değinme çabası ile beklenenden çok fazla ve absürt olan müstehcen sekansları, filmin seyir zevkini ciddi anlamda aşağı çeken detaylar.
Sosyal medyada viral olması için çekilmiş sahneleri konunun dışında bırakırsak, gerçekten değerli oyunculuk performanslarına ve çekim tekniklerine sahip olan bu film, oyuncu kadrosunda; Jacob Elordi, Barry Keoghan, Rosamund Pike, Alison Oliver, Carey Mulligan, Richard E. Grant ve Ewan Mitchell gibi yetenekli isimlere yer veriyor.
Ancak film öyle noktalarda renk değiştiriyor ki, Rosamund Pike'ın kayda değer birkaç cümlesi ile, o önemli olaydan sonra yaşanan akşam yemeği dışında, bu başarılı isimlerin hiçbirisi tam potansiyellerini yansıtma fırsatı bulamıyor.
Hikâyenin sonuna geldiğimiz zaman, Elio Perlman, Patrick Bateman ve Norman Bates arasında kalmış ama kendini bir türlü bir çerçeve içerisine oturtamamış olan Oliver, filmin başındayken asla tahmin edemeyeceğimiz olaylar dizisi ile bizi uğurluyor.
Birkaçı bilindik şeyler olmak üzere, birçok yapımdan esintiler taşıdığını düşündüğüm Saltburn'ün, ya dram yönünün ağır basmasını ya da gerilim yönüne ağırlık verilerek çok daha izlemesi zor bir yapım olabilmesini dilerdim.
Arada kalmışlığın, üzerinde çok negatif etki bıraktığını düşündüğüm bu film, başarılı oyunculuk performansları, gerçekçi, renkli ve bir o kadar da karanlık olan aristokrasi zenginliği ile çeşitli platformlarda popüler olan "Saltburn akımı" dışında, izleyiciye herhangi bir şey sunamıyor oluşu, maalesef ki çok üzücü.
Yorumlar