Marvel evreninin en sevilen karakterlerinden Daredevil, Born Again ile ekranlarda yeniden hayat bulurken sekizinci bölüm itibariyle dizi önemli bir eşikten geçti. Ancak bu eşik tam anlamıyla beklentileri karşılıyor mu, işte orası biraz tartışılır.
Bölüm boyunca yaşanan gelişmeler, dizinin bugüne dek sürdürdüğü yavaş tempolu anlatımı bir kenara bırakıp, artık olayların bir noktaya bağlanmaya başladığını gösteriyor. Yine de bu bağlanış süreci, birçok izleyici gibi beni de tatmin etmekten biraz uzaktı.

Başlamadan önce şunu belirtmek gerek: Born Again, adını Frank Miller’ın ikonik çizgi romanından alsa da anlatı olarak aslında o kadar da sadık kalmıyor. Hem de Netflix döneminin karanlık, psikolojik derinliği olan hikâye yapısının yerini daha "mainstream" bir Marvel temposuna bıraktığını iyice hissettirmeye başlıyor. Ayrıca Bullseye’ın sahaya geri döneceği zaten uzun süredir hissediliyordu. Hapishanedeki huzursuzluk, Fisk’in çevresindeki gerilim ve Bullseye’a dair verilen ipuçları, önceki bölümlerde de bunu adeta bağırıyordu zaten. Yani büyük bir sürpriz etkisi yaratamadı belki ama karakterin geri dönmesi gerçekten heyecan vericiydi.
Benjamin Poindexter'ın bir önceki dizide kendini gerçekleştirmeyi bir türlü beceremediğini fakat ona rağmen akıllara kazınan bir düşman olduğunu biliyoruz. Karakter eski tonunu korumaya bir şekilde devam ediyor ve Wilson Bethel bu karakter için biçilmiş kaftan gibi.

Fakat Matt Murdock’un, Wilson Fisk’i korumak için kendini önüne atması… İşte burada dizinin DNA’sında ciddi bir değişim yaşandığını net olarak anlıyoruz. Bu, Netflix versiyonunda asla göremeyeceğimiz, Matt’in prensipleriyle de pek bağdaşmayan hamle, elbette karakter gelişimi olarak yorumlanabilir ama bu kadar kökten bir değişimin temeli yeterince güçlü atılmadıysa eğer, maalesef yaşanan olaylar da inandırıcılıktan çıkıyor diye düşünüyorum. Matt, her zaman gri alanlarda dolaşan bir karakterdi ama bu hareket, artık onu neredeyse tanıdığımızdan başka birine dönüşmüş biri gibi hissettiriyor.

Bölüm boyunca zaman zaman mantık dışı hareketlerle de karşılaştık; karakterler yer yer kendi doğalarına aykırı kararlar aldılar. Fisk’in her zamanki stratejik zekâsından uzaklaşması, Bullseye gibi tehlikeli bir ismin bu kadar kolay serbest kalabilmesi ve devletin bu olaylar karşısındaki tutumu, kafalarda soru işaretleri bırakmadı diyemeyeceğim. Marvel evreninde her şeyin mümkün olduğuna alışığız ama bu bölümde "hikâye bunu gerektiriyor" anlayışı biraz fazla hissediliyordu sanki.

Bütün bu tartışmalı unsurların içinde parlayan tek şey Vanessa Fisk'in nihayet kendi ağırlığını koymaya başlamasıydı. Bir süredir saatli bomba gibi duran karakterimiz bu bölümde kocasının gölgesinden tam anlamıyla çıkıp en az onun kadar tehlikeli ve stratejik biri olduğunu gösterdi, ki ben Vanessa’nın Wilson’dan çok daha kıvrak bir zekaya sahip olduğunu düşünüyorum. Bu da bize sezon finaline yaklaşırken yeni bir dinamik kazandırıyor; Fisk’in yanında artık sadece kas gücü değil, bir zihin gücü de var. Bu da bu ikilinin Matt için artık daha kapsamlı bir tehdit oluşturacağı anlamına geliyor.

Yavaş yavaş son bölüme yaklaştığımız bu noktada, dizinin kalan süre içinde tüm bu kargaşayı nasıl toparlayacağı kocaman bir soru işareti. Henüz pek çok şey cevapsız: Bullseye ne yapmaya çalışıyor? Matt’in garip ve tutarsız davranışları kalıcı mı? Vanessa’nın yükselişi nereye kadar sürecek? Punisher nerede? Ve elbette Marvel, Daredevil gibi karanlık bir karakteri kendi tarzıyla yoğurarak gerçekten iyi mi yaptı?

Dizinin dramatik yapısı açısından en büyük eksikliği ise karakterlerin iç dünyasına dair kurulan bağların zayıf kalması. Netflix dizisinde her hareketin güçlü bir altyapısı vardı, burada ise bazı kırılmalar sanki "olmak zorundaymış gibi" yaşanırken, bir de seyirciye hiçbir açıklama yapmak zorunda hissetmiyor. Bu da izleyicinin karakterlerle bağ kurmasını zorlaştırıyor. Özellikle Matt gibi, yakından tanıdığımız ve çok sevdiğimiz bir karakteri bile artık tanımakta güçlük çekiyoruz.

Sonuç olarak sekizinci bölüm, dizi için bir kırılma anıydı ama bu kırılma bizi nereye götürecek, hâlâ bilmiyoruz. Beklentileri yükselten ama aynı zamanda da temelleri sarsan bir bölümdü. Eğer sezon finali bu dağınıklığı toparlayamazsa, Born Again pek çok izleyici için unutulmaz değil, unutulası bir yeniden doğuş olacak. Marvel’ın karakter derinliğiyle değil de sürprizlerle izleyiciyi tatmin etmeye çalıştığı bir yapım haline gelmesini istemem ama maalesef işler o yöne doğru evriliyor gibi.
Yorumlar