Randevuya çıkmak, yemek yemek, sigara içmek, içmek, içmek ve daha çok içmek…

İşte yakın zamanda 32. yaşına basan trajik bekar Bridget Jones’un hayatının özeti.

İlk kez 1995 yılında, The Independent’ta yazarlık yapan Helen Fielding’in bir köşe yazısında yer alan Bridget Jones, Londra’da yaşayan bekar ve genç bir kadının, aşklarını, ilişkilerini ve aslına bakarsanız bütün hayatını anlamlandırmaya çalışırken geçirdiği dönüşümü günlüğüyle paylaşmasını konu alıyordu. Çok sevilen Bridget’ın hikâyesi bir yıl sonrasında roman olarak okuyucularla buluştu; o da çok sevildikten sonra serinin devamı geldi de geldi…

2001 yılına geldiğimizde Bridget Jones artık ete kemiğe büründü ve beyaz perdede izleyici karşısına çıktı. Teksaslı güzeller güzeli Renée Zellweger’ın, tombik ve Londra’lı Bridget Jones’a hayat verecek olması, geçmişte çıkmış haberlere şimdi bir göz attığım zaman, okurlar tarafından hiç olumlu karşılanmadığına rastlıyorum. Geçtiğimiz yıllarda kariyerinin ikinci Oscar’ını kucaklayan Zellweger, işine verdiği önemi aslında kariyerinin en başlarında da fazlasıyla göstermiş; çünkü sadece bu karakter için onlarca kilo almış ve izleyicilerine gerçekçi bir İngiliz aksanı sunabilmek için aylarca emek vermiş.

Başlarda tepki alsa da verdiği çaba göz önünde bulundurulunca ağdalı aksanıyla birlikte İngiltere'nin yerli halkından dahi geçer not almayı başarmış Zellweger ve otuzlu yaşlarının başındaki bu fazlasıyla sıradan kadın ile mükemmel bir şekilde özdeşleşmiş.

Bambaşka bir coğrafyada ve farklı bir kültürde yaşıyor olmasına rağmen, bu zamana kadar yaşamış olan her genç kadının en az bir kez maruz kaldığı “Evlen artık!” baskısına maruz kalıyor ve bir kadının başına gelebilecek birçok şeyi sarkastik fakat fazlasıyla eğlenceli bir biçimde ele alıyor Bridget Jones’un Günlüğü

Tabii farklı şartlar ve durumlar altında yaşıyor olduğumuz için kıyaslamak belki doğru olmayacak, ancak sorunun temeline indiğimizde medeniyetin beşiğinde de yaşıyor olsan, aile evine döndüğün anda biri illa ki o soruyu soracak... Düzenini kurmuş, işini gücünü eline almış Bridget dahi bu durumdan mustarip. Arkadaşlarıyla gezip tozuyor, randevulara çıkıyor, hayatına girip çıkan insanlar elbette oluyor fakat hiç kimse kalıcı olmak için çabalamıyor.

Orta halli bir basın-yayın şirketinde çalışan Bridget, 90’lı yılların Hollywood’una yakışıklılığıyla damgasını vurmuş Hugh Grant tarafından canlandırılan patronu Daniel Cleaver ile ara sıra flörtleşen, kendi halinde bir kadın. Bu küstah patronla ilişkileri başlangıçta fazlasıyla cezbedici görünse de zaman geçtikçe ne yazık ki sağlıksız ve yüzeysel bir alışverişten öteye gidemiyor. 

Noel tatili için ebeveynlerinin evine ziyarete giden karakterimiz, her yıl rutin haline gelmiş bu yılbaşı partisinde çocukluğundan beri tanıdığı aile dostlarının oğlu Mark Darcy ile karşılaşıyor. Bu anı tekrar hatırlayarak cümlelere dökmek benim için bile fazlasıyla utanç verici fakat Bridget Jones’un farklı bir tarzı olduğunu söylemiştim. Kendisini fazlasıyla küçük düşüren bu tanışma, aslında silkelenmesine ve hikâyesinin buradan sonrasını ele almasına neden oluyor. (Şükürler olsun ki...)

Bir hanımefendiye asla yakışmayacak (!) tavırları ve patavatsız sözleri hiç yardımcı olmasa da değişime, hayatındaki temel unsurlardan ve çoğunlukla alışkanlıklarından kurtulmakla başlayan Bridget, genellikle filmlerden alışkın olduğumuz o büyük "glow up"ı hiçbir zaman geçirmiyor. Sanırım benim bu seriyle bu kadar çok bağ kurmamın nedenlerinden biri de buydu; Bridget kimseyi mükemmel kalıplara oturmasına gerek kalmadan da hayatına şekil verebileceğini gösteren bir karakter. Bu konuda özellikle bir şey yapmamasına rağmen, izleyicilerini de bu yönde harika bir şekilde teşvik ediyor. Bize basitçe şunu anlatıyor:

Kimsenin mükemmel olmasına gerek yok!

Aşk hayatını bir yana bırakalım; minik dairesi, küçük arkadaş grubu ve severek yaptığı işi... Bir insanın mutlu olabilmek adına aslında ne kadar minimum şeylere ihtiyaç duyduğunu gösteriyor Bridget. Fakat ona göre bunlar arasında aşk da yer alsa fena olmaz hani... 🙃

Bridget Jones'un Günlüğü'nden öncesinde, Renée Zellweger’a kocaman ve sebepsiz bir önyargı besliyordum. Kötü alışkanlıkları olan bir insan değilim fakat içine girdiğimiz yeni yıl ile birlikte ben de bu yıl önyargılarımı bir kenarı bırakarak hayatıma devam etme kararı aldım. 2025’in ilk günlerinde yaptığım ilk şey, beni kendime getiren bu güzel seriye başlamak oldu. Devam filmlerini de bayılarak izledim, şimdi sırada önümüzdeki günlerde vizyona girecek olan Bridget Jones: Mad About the Boy var! 

’Bridget Jones: Mad About the Boy’dan Resmi Fragman
Efsane romantik komedi serisinin dördüncü filmi, 13 Şubat’ta Peacock’ta yayınlanacak.

Bu güzel seri umarım sizlerin hayatına da bir şekilde dokunmayı başarır, şimdiden keyifli seyirler dilerim. 📔✍🏻


Yaren’in Köşesi
muggle’lar mı? onlar hiçbir şey görmezler ama çatal batırırsan hissederler. merhaba, ben Yaren. çocukluğumdan beri tutkunu olduğum fantastik dünyalara, filmlere, kitaplara, dizilere ve çizgi romanlara dair videolar yapıyorum. ben bu videoları yaparken çok eğleniyorum, eğer siz de bana eşlik etmek isterseniz, kanalımı takip edebilirsiniz :)
Paylaş