Mickey 17 hakkında konuşmaya başlarken, öncelikle bir parantez açmak gerekiyor: Bu film, Edward Ashton’ın Mickey7 isimli romanından uyarlanıyor ama alışıldık "kitaptan birebir uyarlama" formülünün epey dışında. Bong Joon-ho’nun yönetmen koltuğunda oturduğu her projede olduğu gibi, burada da klasik anlatı yapıları kırılıyor, türlerin sınırları esnetiliyor. Bir yandan bilim kurgu, bir yandan tuhaf bir komedi, bir yandan da üzerine bastıra bastıra yapılan sistem eleştirisi… Kısacası, tek bir türle tanımlaması zor. Ancak zorluk burada başlıyor, bu çok katmanlı anlatı her izleyicide aynı etkiyi yaratmıyor.

👨‍🚀
Yazı, Mickey 17 filminden spoiler içermiyor.

Filmin merkezinde yer alan Mickey Barnes, ölmesi durumunda yenisi klonlanan bir "çalışan". Türkçe’ye biraz uzak bir kavram olabilir ancak tam anlamıyla "harcanabilir” bir birey olarak tanımlanıyor, ve bu karakter için daha doğru bir tanım düşünemiyorum doğrusu. Fikir, kağıt üzerinde hem felsefi hem de duygusal olarak yüklü bir potansiyele sahip. Robert Pattinson, Mickey’nin farklı versiyonlarına hayat verirken abartısız ama derinlikli bir oyunculuk sergilemiş. Özellikle aynı anda hem komik hem de trajik olabilme yeteneği, bu hikâyenin belki de en büyük kurtarıcısı olmuş. Film, Pattinson’ın omuzlarında yükseliyor diyebiliriz, ama o omuzlarda gereksiz yükler de bulunmuyor değil.

Mickey 17, yer yer temposunu kaybediyor. Başlangıçta izleyicisini etkili bir şekilde içine çekse de, ikinci perdede anlatı biraz dağılmaya başlıyor. Bong Joon-ho’nun Snowpiercer ya da Parasite gibi önceki işlerinde hissettirdiği kusursuz dengeyi burada tam anlamıyla yakalayamıyoruz. Yine de yönetmenin elinden çıktığını belli eden detaylar, duvarlardaki posterlerden kamera geçişlerine kadar, meraklı izleyiciyi ödüllendiren ayrıntılar olarak karşımızda. Film, tam anlamıyla çuvallamıyor fakat belli ki izleyici kitlesiyle arasındaki bağı zaman zaman sekteye uğratıyor.

Görsel şölen 

Filmin görselliği ise tartışmasız derecede başarılı. Set tasarımı, ışık kullanımı ve özellikle renk paletiyle karşımızda distopik ve göz alıcı bir dünya var. Bu estetik seçimler, hikâyenin duygusal tonunu da etkiliyor. Bazı sahneler, neredeyse pastel rüyalar gibi, diğerleri ise kocaman metalden yapılmış bir kabusun içinde geçiyor sanki. Yani teknik açıdan ortaya konulan iş, gişede yaşadığı başarısızlığı hak etmeyecek kadar özenli. Belki de bu başarısızlık, pazarlama stratejisinin ya da izleyici beklentilerinin yanlış yönetilmesinden kaynaklanıyor da olabilir.

Yan karakterlerde Steven Yeun ve Naomi Ackie gibi güçlü isimler yer alıyor ama ne yazık ki bu karakterler tam anlamıyla parlatılmamış. Hikâyenin merkezi o kadar Mickey etrafında dönüyor ki, geri kalan isimler sadece fon görevi görüyor. Oysa bu dünyada, sistemin çarkları arasında ezilen diğer figürlerin hikâyeleri de en az Mickey kadar ilginç olabilirdi diye düşünüyorum. Bu biraz da filmin tercih ettiği anlatı yoğunluğunun bir sonucu diyebiliriz, herkese yer kalmıyor.

Mickey7 vs. Mickey 17

Kitabı okuyanlar için film, ilginç bir deneyim olabilir. Çünkü söylenenlere göre uyarlama sürecinde bazı bölümler kitaptan oldukça farklı ele alınmış, bazı karakterlerin motivasyonları değiştirilmiş. Benim denk geldiklerim hakkında konuşmam gerekirse değişiklikler bazen yerinde, bazen ise biraz fazla stilize duruyor. Bong Joon-ho’nun anlatıya kattığı duygusal katmanlar, romanın daha sade yapısıyla çelişebiliyor. Ancak bu karşıtlık, sinema diline uyarlamanın doğal bir sonucu gibi de okunabilir bana kalırsa.

Filmin alt metninde çok şey anlatılıyor, insanın yerini makineye bırakması, kimliğin ne olduğu, ölümle pazarlık etmenin anlamı, hatta kapitalist düzenin çalışan kişiyi nasıl tükettiği… Ama bunların bazıları yalnızca yüzeyde kalıyor. İzleyiciye doğrudan sunulmak yerine imalara bırakılıyor ki daha derin bir analiz isteyenler için bunlar kısmen yetersiz kalabilir. Yine de filmin yer yer izleyiciyi kendi varoluşuyla yüzleştirmesi de kıymetli.

Sıradanlıktan uzakta

Nihayetinde Mickey 17, gişede bekleneni verememiş olsa da ruhsuz bir iş değil. Aksine, fazlasıyla ruhlu ama belki de fazla karmaşık, fazla özel. Ana akım izleyiciyle bağ kurmakta zorlanması biraz da bundan kaynaklanıyor. Ama bu filmi izleyip bir şeyler hisseden; ister hayranlık, ister kafa karışıklığı duyan seyirci, hiç şüphesiz yalnız değil. Ya da Bong Joon-ho'nun tarzına alışkın olanlara çok daha lezzetli gelebilecek bir film demek daha doğru olacak sanırım.

Kimi zaman eksik, kimi zaman fazla ama kesinlikle sıradan değil. Mickey 17, yılın en iyi filmi olmasa da hafızada yer edenlerden biri olmayı başarmış. Dile dökmeyi tam başaramadığımız filmler vardır ya, "izlemek iyi geldi" dersiniz. Bu da onlardan biriydi işte.

Paylaş