Mayıs ayında veda ettiğimiz Bridgerton'ın, üçüncü sezonun ikinci kısmına Haziran’ın ortalarında kavuştuk. Acaba kavuşmasa mıydık?..

"Francesca Bridgerton" (Hannah Dodd), "John Stirling" (Victor Alli)

Güzel bir dizinin, kitabın, filmin, hikâyenin sonuna gelmek, güzel bir dilim kremalı pastanın son lokmasını ağza atmak gibi hissettiriyor. Henüz dizinin sonuna gelmedik belki ama bu Bridgerton pastasında bize ayrılan kısmın tadı ilk başlarda lezzetli olsa da sonlara doğru çok yavan gelmeye başladı ne yazık ki. 

İlk sezondan bu yana ilmek ilmek işlenen Colin ve Penelope aşkı, düşündüğümüz gibi sonuca çabuk varamadı ve tıpkı ilk kısımda konuştuğumuz gibi birkaç tatsız olaya ev sahipliği yaptı.

Bu Kez Pek de Tatlı Olmayan Bir Telaş: ‘Bridgerton 3. Sezon 1. Kısım’ İncelemesi
Netflix’in en çok izlenen dizilerinden ‘Bridgerton’ın üçüncü sezonunda, sosyetenin öğrendiğinde aklını kaçıracağı ancak izleyenlerin uzun zamandır bir arada görmeyi beklediği “Polin” çiftine odaklanıyoruz.

Penelope’nin, çok uzun zamandır sosyeteyi birbirine düşüren; kaleminden kimilerini rahatsız edecek kadar kibir ve fazlasıyla açık sözlülük akan Lady Whistledown alter egosu, tabii ki de bu hikâyenin mutlu sonla bitmesine izin vermeyecekti. En azından bir süreliğine. 

Pitbull'un Give Me Everything şarkısının orkestral versiyonu eşliğinde veda ettiğimiz ilk kısım, hiçbir şeyden haberi olmayan Colin için mutlu bir kapanıştı, fakat Penelope'nin Bridgertonlar hakkında, özellikle hem Colin hem de Eloise hakkında yazdığı cümleler, zaman geçtikçe kütlesini artırdı ve onun için koskocaman bir kalp ağrısına dönüştü.

Penelope’nin uzun süredir yaşadığı ve yaşattığı kimlik çatışmasının bir şekilde nihayetine ermesini, kokoş İngiliz halkı kadar biz izleyiciler de çok uzun zamandır merakla bekliyorduk. 

Hayatı boyunca küçümsenmiş, her açıdan hor görülmüş bir kadının, kısa süreli güç zehirlenmesiyle yazdığı şeylerin cezasını çekişinin her anına şahit olduk. Bu yüzden Bridgerton’ın bu sezonu, sadece arkadaşlıktan aşka dönüşen bir çiftin anlatıldığı bir hikâye değil, ya da ilk iki sezonda olduğu gibi bir peri masalı da değil.

Davranışlarının sonucunda ortaya çıkan her bir problemin sorumluluğunu alan genç bir kadın, hatta bir süre sonra bu problemlere bir çift olarak birlikte göğüs germeye çalışan arkadaşlıkla temellendirilmiş çok güçlü bir ilişkinin anlatıldığı bir hikâyeydi. Peki bu Bridgerton sezonunu ortalamanın altına çeken neydi? Gelin biraz bundan bahsedelim.

Francesca ile Lord John Stirling

Geçtiğimiz sezonlarda Ruby Stokes tarafından canlandırılan Francesca Bridgerton karakteri, bu sezonda Hannah Dodd tarafından devralındıktan sonra dizinin açık ara en gözde isimlerinden biri haline geldi. Onun sosyeteye tanıtılma merasimi de bu sezonda gerçekleşmişti ancak kendisinin bu konuda pek hevesli olmadığını görmüştük. Elbette bu kararı John Stirling ile tanıştıktan sonra bambaşka bir yöne evrildi.

Annesi Violet Bridgerton'ın, çocuklarının aşk evliliği yapma konusundaki ısrarı bir kez daha isabetle sonuçlandı. Francesca; müziğe, sanata duyduğu ilgiyi anlayabilen ve hayata karşı aynı pencereden bakabildiği Lord Stirling ile son derece risksiz bir izdivaç gerçekleştirerek muradına erdi. "E bunda rahatsız edici olan ne var?" diyeceksiniz.

Julia Quinn imzalı Bridgerton kitaplarını okuyan arkadaşlar, dizinin bu zamana kadar yapmış olduğu değişikliklerden bir kısmını sindirmiş durumda diyebiliriz. 19. yüzyıl İngiltere'sinde siyahi ten rengine sahip olan soylulara rastlamak, gerçek tarihte her ne kadar imkansıza yakın da olsa, fiziksel görünüşleri bu konunun gerisinde bırakalı gerçekten uzun zaman oldu diyerek konuyu kapatabiliyoruz. Ancak değiştirilen cinsiyetler konusu, hikâyeyi bambaşka bir yere sürüklüyor.

Yazı şimdiye kadar Bridgerton dizisinden spoiler içeriyordu, ancak şimdi söyleyeceklerim hem kitaplara hem de dizinin sonraki sezonunda yaşanacaklara dair spoiler içerecek. ⚠️

Her sezonda köpek sürüsü gibi kalabalık bir şekilde karşımıza çıkan Bridgertonlar'ın artık bir avuç kaldığı bu sezon sonunda, onlara veda ederken yeni bir karakterle daha tanışıyoruz, Michaela Stirling.

Michaela, normalde tıpkı burada olduğu gibi John'un kuzeni. Ancak şöyle bir sıkıntı var, bu karakter bir erkek ve John hayatını kaybettikten sonra Francesca ile evlenen kişi.

Eşcinsel ilişkiler, elbette sadece günümüzde veya son yüz yıl içerisinde toplum içerisinde kendisine yer edinmeye çalışan bir olgu değil. Döneminde her toplulukta örneğine rastlayabileceğimiz bir durumdan söz ediyoruz. Hatta özellikle bu sezonda Benedict dolayısıyla birkaç olay içerisine de dahil olduk diyebiliriz. Ancak Michaela konusunda hikâyede böyle bir değişiklik yapmanın nedeninin ya da varılmak istenen noktanın ne olduğunu ben bir türlü kavrayamadım.

Francesca'nın John'un ani vefatının ardından tekrar aile kurma ve bu sefer çocuk sahibi olma tutkusu, Michaela ile nereye kadar ve nasıl anlatılabilecek, gerçekten merakla bekliyor olacağım.

Aynı şekilde serinin yazarı Julia Quinn de, orijinaliyle yer değiştiren bu gelişmelerin birçoğunun modern dokunuşların biraz fazla ötesinde olduğunu belirtmiş.

Netflix, toplumu bir araya getirmeye çalıştığı konularda bazen tam tersini yaparak ayrıştırmaya çalışmak için fazlasıyla çaba gösteriyor gibi görünüyor.

Penelope ve Colin'in inişli çıkışlı ama bir o kadar da çaba gerektiren gerçekçi ilişkilerini izlemek çok zevkliydi. Colin, Penelope hakkında tüm gerçekleri öğrendikten sonra uzun bir süre sızlanır diye düşünmüştüm ama özellikle onun için çabalamaya çalıştığı sahnelerin her birinin çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Bu konuda beni yanıltmaları çok hoşuma gitti.

Bridgertonlar'ın giderek azalan bir nüfusa sahip olması da çok üzücü. Birinci sezon çiftimiz Daphne ve Simon'ı ilk sezondan sonra hiç bir arada görmediğimiz için onlarla yeterince bağ kurabildiğimi söyleyemeyeceğim. Ancak Anthony ile Kate, bu diziye kaç sezon çekilirse çekilsin, ya da Kraliçe Charlotte'a evlilik onayı almak için kaç mükemmel çift gelirse gelsin, bu dizi muhtemelen onlar kadar iyi bir çifte daha ev sahipliği yapamayacak. Önümüzdeki sezonlarda bu ikisini izlemeyi gerçekten çok özleyeceğim.

"Anthony Bridgerton" (Jonathan Bailey), "Kate Bridgerton" (Simone Ashley)

Atmosferi, kıyafetleri, eğlencesi ve kaotik aile temasıyla Netflix tarihinin en çok izlenen dizilerinden biri olması bizi hiç de şaşırtmayan Bridgerton'ın üçüncü sezon ikinci kısmı hakkında benim düşüncelerim budur sevgili okuyucu. Bir sonraki sezon muhtemelen iki yıl sonra bizlerle olacak. Cemiyet Haberleri'nin bir sonraki sayısı postayla evinize ulaşa kadar diğer yazılara göz atmayı unutmayın.

Kendinize çok iyi bakın.

Lady Whistledown. 🙃


Paylaş