Speak No Evil, çoğu gerilim filminden alışkın olduğumuz tarzda yoğunlukla başlayan bir film. Her şey fazla mükemmel, fazla huzurlu ve fazla rahat. Ama tüm bu pozitifliğin tam tersine dönmesi çok da vaktimizi almıyor elbette.

Film, bu iç açıcı başlangıcına rağmen izleyicisini ilk dakikalardan itibaren sessiz bir tedirginliğe hapsediyor. Sıradan bir tatil tanışıklığının, zamanla rahatsız edici bir misafirliğe dönüşmesini konu alıyor ve bu geçiş süreci, ilk başta fazla ilgi çekici. İnsanlar arasındaki mesafe, nezaketin sınırları, yanlış anlaşılmalar ve kültürel motifler güzel işlenmiş gibi görünse de, bu atmosfer uzatıldığında sabrın sınırlarını zorluyor sanki. Film, izleyicisini içine çekmek yerine daha çok sınamak istiyor.

Hikâye, minik tırmanışlarla kurulan bir rahatsızlık üzerine kurulu. Ancak bu "yavaşlık" bir noktadan sonra dezavantaja dönüşüyor. Karakterlerin motivasyonları yeterince derinleştirilmiyor, diyaloglar çoğu zaman aynı yerde dönüp duruyor. Gerilimin yükseleceği ana gelene kadar geçen süre o kadar uzun ki, neredeyse olayın hiç başlamayacağını düşünüyorsunuz. Filmin ilk yarısı, "bir şey olacak" beklentisiyle harcanıyor ama bu beklenti çok geç ve oldukça ani bir şekilde karşılanıyor.
Hoppy...

Sessiz başlayan bir film, ikinci yarıdan sonra çok fazla olayla da karşı karşıya kalıyoruz fakat... İlginç bir şekilde bu yapımda benim sinirimi en çok bozan şey 12 yaşındaki Agnes ve oyuncağı oldu. Böylesine ruh hastası varlıklarla karşı karşıya kalmışken, filmdeki varlığı rahatsız eden şeyin bu çocuk olması beni de düşündürüyor fakat en başından bu yana, onun oyuncağına olan takıntısı yüzünden bu olayların içerisine düştük, bu da beni kısmen haklı çıkarıyor diye düşünüyorum… Bu yaşta bir çocuğun minik bir bebek gibi Hoppy diye tutturması, annesinin ısrarla bu süreci iyileştirmek yerine geçiştirmek için uğraşması, babasının çözüm odaklı oluşuna izin verilmemesi ve adamın da aynı zamanda pısırığın önde gideni oluşu, filmin sabretmesi zor diğer noktalarından.

Filmin bir diğer sıkıntısı da tekrarlayan garip davranışlar. Ve bunlar aslında filmin ritmini de düşürüyor. Sanki her şey aynı noktada takılı kalmış gibi. Bu durum hikâyeyi ilerletmek yerine yerinde saymasına neden oluyor. Belki bu çocuğun davranışları, daha sonra gelecek olaylara dair bir ipucu olarak tasarlanmış olabilir ama bu ipucu çok fazla sahnede, çok fazla tekrar edilerek verildiğinde etkisini yitiriyor. İzleyici olarak neye dikkat etmemiz gerektiğini anladığımız halde, aynı sahnelere tekrar tekrar maruz kalmak can sıkıcı bir hale geliyor.
Agnes'ın aksine filmdeki bir diğer çocuk Ant, hiç konuşamamasına rağmen çok şey anlatıyor ve filmle kurabildiğiniz duygusal bağın çoğunu da tek başına kendisi karşılıyor. Bu yaşta böyle başarılı bir performans sergilemek bizler tarafından anca takdir edilebilir.

Gerilim dengesi
Filmin aksiyonu ve gerilimi, özellikle ikinci yarıda oldukça yerinde. Yönetmen, huzursuzluk yaratma konusunda yetkin. Mekân kullanımı, kamera açıları, doğal ışığın tercih edilmesi gibi teknik detaylar, atmosferi kuvvetlendiriyor. Filmin belirli anlarında yükselen gerilimi gerçekten etkileyici. Bazı sahneler ise beklenmedik şekilde iç burkucu ve insanın içini titreten bir karanlıkla ilerliyor.

James Watkins’in yönetmenlik tarzı burada da çok belirgin. Diyalogların arasına sıkıştırılmış sessizlikler, karakterlerin birbirine bakışları, küçük detaylarla yaratılan tehdit hissi çok başarılı. Ancak bu başarı tüm filme yayılamıyor. Özellikle ilk kısımda gerilimin kurulması gereken yerlerde tempo düşüklüğü ve tekrarlar dikkat çekiyor.
Eksiklikler

Filmin en büyük eksikliği, hikâyenin bir türlü kurulamayışı. Sanki tüm karakterler bir olayın çevresinde dönüyor ama o olay bir türlü tanımlanamıyor. Giriş bölümü uzadıkça uzuyor, ama karakterlerin derinliği arttırılmıyor. Bu da seyirciyle duygusal bağ kurmayı zorlaştırıyor. Onlara ne olduğunu merak etmiyoruz, sadece bir şey olsun diye bekliyoruz.
Bu kurulamayan yapı filmin mesajını da zayıflatmış. Alt metinde nezaketin sınırları, yabancıya duyulan güven, sosyal roller gibi temalar işlenmeye çalışılmış ama bunlar güçlü bir dramatik yapı üzerine oturmadığında etkisiz kalıyor. Seyircinin "rahatsızlık" duygusuna boğulması beklenmiş ama bu duygunun altı dolu değilse, gerilim sadece sessizlikten ibaret kalıyor.

Sonuç: Speak No Evil sabır istiyor
Speak No Evil, sabırlı izleyiciler için etkileyici anlar sunan bir film. Finaline doğru gerilim artıyor ve bazı sahneler gerçekten tüyler ürpertici. Bu konuda korku ve gerilim türündeki performansları göz ardı edilemeyecek James McAvoy'un payı da çok büyük elbette. Ancak bu noktaya gelene kadar izleyicinin pek çok engeli aşması gerekiyor; yer yer çok yavaş ilerleyen kurgu, yorucu bir çocuk karakter ve fazlasıyla geciken olaylar silsilesi gibi...

Kimi filmler etkileyiciliğini atmosferle, kimi karakterle, kimi hikâyeyle kurar. Speak No Evil, atmosfer konusunda oldukça başarılı ama hikâyesinin temeli zayıf kalıyor, kurana kadar da ne yazık ki izleyicisinin ilgisini kaybediyor. Rahatsız edici anlar, etkileyici görüntüler, iyi oyunculuklar… Ama bu yapı, daha iyi işlenmiş bir kurgu ile çok daha güçlü bir filme dönüşebilirmiş. Yine de koltuğunuzda diken üstünde oturmak istiyorsanız, sabrınızın biraz sınanmasına da izin verebilirsiniz diye düşünüyorum.
Yorumlar