Pazar’ı pazartesiye bağlayan sabah yayınlanan "The Red Dragon and the Gold" isimli ikinci sezonun dördüncü bölümü, Ejderhaların Dansı adına bu dizide karşımıza çıkabilecek gerçekten en iyi şeylerden biriydi. 

"Aemond" (Ewan Mitchell)
⚠️
Yazı, bölüme dair spoiler içerecek, lütfen dikkat et.

İlk sezonu sonlandırırken bir yandan ağızlarımızı bir karış açık bırakan Prens Lucerys’in ölümü ve onun vahşice katledilmesine neden olan Aemond ile Vhagar, maalesef ki bu bölümün de tam göbeğinde yer alan iki isimdi.

Ejderhaları birbirleriyle karşı karşıya getiren bu olaya elbette değineceğiz ama öncesinde neler oldu bitti, gelin kısaca onlara bir göz atalım. 

Daemon'un iç hesaplaşmaları

"Daemon Targaryen" (Matt Smith)

Rhaneyra ile ettikleri kavga sonrasında çıktığı yolculukta iki bölümdür Nehirova topraklarını arşınlamakla meşgul olan Daemon, çaydan belki geçmiş olabilir ancak derede boğulmak üzere. Harrenhal’u ele geçirdikten sonra Nehirova hanelerini de siyahlara katmak isteyen Prens, buranın basık havasından mıdır suyundan mıdır yoksa cadı diyebileceğimiz Alys Rivers’ın karışımlarına maruz kaldığından mıdır bilemiyorum ama gördüğü rüyalar ve halüsinasyonlar yüzünden kafayı sıyırmanın neredeyse eşiğinde.

Bu sahneler bize Daemon’un karmaşık ruh halini göstermekle birlikte karakter hakkında gerçekten önemli ipuçları da veriyor. Genç Rhaneyra’nın, Daemon’ın işlediği suçları ve şimdiye kadar yaptığı en büyük hataları yüzüne vurma biçimi bir rüya bile olsa son derece travmatik.

Abisi Viserys öldükten sonra, diğer herkes kadar o da tahtta hakkı olduğunu iddia edebilir, bu çeviklik ve zekâ ondayken hakkı olarak gördüğü demir tahta oturabilirdi. Ancak Daemon Targaryen’ın tahtta hiçbir zaman gözü olmadı, bu konuda hiçbir zaman bir tartışmaya girdiğini bile görmedik belki ama kendi içerisinde ne kadar büyük çatışmalar yaşadığını görüyoruz. Genç Rhaenyra da söylediklerinden hiçbir şey anlaşılmayan High Valyria dilinde bu konuda sitem ediyor Daemon'a. (Kafası kesilmeden önce tabii)

Daemon’ın karakterinin iyice pekiştirildiğini düşündüğüm sahne ise genç Tully ile olan fazlasıyla ikna edici konuşması. Riverrun’ın sıradaki varisi olan Oscar Tully, büyükbabasının ölüm döşeğinde olduğundan bahsediyor ve Daemon küçük çocuğun bir an önce büyükbabasının kafasına bir yastık bastırıp yularları eline almasını istediğini çünkü onun askere ihtiyacı olduğunu söylüyor. 

"Oscar Tully" (Archie Barnes)

Daemon Targaryen öyle tahmin edildiği gibi iyilik meleği ya da genç kızların sevgilisi olabilecek tarzda biri değil, tam anlamıyla böyle bir karakter. Kendi işi hallolsun da, nasıl olursa olsun. 🙃

Bu arada Tully hanesini bir yerlerden gözleriniz ısırıyor olabilir. Game of Thrones'un önemli karakterlerinden, Starklar'ın çilekeş anası Catelyn, aslen bir Tully'di.

"Catelyn Stark" (Michelle Fairley) - Game of Thrones (2011-2019)

İlk sezonda Rhaenyra ile evlenmek isteyen Willem Blackwood ile de karşılaştığımız sırada Daemon, hizmetçilerden biri olarak eski eşi Laena Velaryon’u da görüyor ve kafasının ne kadar yerinde olmadığını aslında buradan bile anlayabiliyoruz.

"Willem Blackwood" (Alfie Todd, Jack Parry Jones)

Duskendale

Bir diğer yanda, yıkılmış harabeye dönmüş Harrenhal ile uğraşmaktansa, ufak tefek kaleleri kuşatıp daha az zararla daha çok mekân zapt etmeyi amaçlayan savaş dehası(!) Criston Cole var. Duskendale topraklarında kendine bağlamaya çalıştığı hane boyun eğmeyince Lord Steffon Darklyn’in kellesini almak durumunda kalıyor Cole ve sonrasında bu aileyi de yeşillerin koleksiyonuna eklemiş oluyor. Yalnız bunun mecburiyetten olduğunu da söylemek isterim, Viserys’in kral muhafızı olan Lord Darklyn, kral öldükten sonra kraliçe Rhaenyra’ya bağlılığını açıklayan bir ailenin ferdi çünkü. 

Rook’s Rest

"Gwayne Hightower" (Freddie Fox), "Criston Cole" (Fabien Frankel)

Rosby, Stokeworth ve Duskendale derken, kıyı şeridinden ilerleyen Cole, ordusunu genişletmeye devam ediyor ancak Rook’s Rest kıyılarına yanaştığında işler değişiyor. Kuşatma kendi topraklarına ulaşmadan durumdan haberdar olan Staunton Lordu, gönderdiği kuzgun aracılığıyla Kraliçe Rhaenyra’dan yardım istiyor. 

Bu arada siyahlar meclisinde Rhaenyra’nın ortalıkta olmaması sebebiyle de bir kargaşa hâkim. Geçtiğimiz bölüm Alicent ile bir orta yol bulabilmek için Kralın Şehri’ne giden kraliçe, zor yoldan da olsa yeşillerin artık ehlileştirilemeyeceğinin farkına varmıştı. 

“Eski Dosttan Düşman Olur”: ‘House of the Dragon 2. Sezon 3. Bölüm’ İncelemesi
Eski dostun eski dostu her iki anlamda da kırıp geçtiği bir ‘House of the Dragon’ bölümünü daha geride bıraktık. Peki bu bölüm güçlü sahnelere ev sahipliği yapabilecek bir potansiyele sahip olmasına rağmen, yine nerede hata yaptı?…

Rhaenyra'nın dönüşü

Uzun ve fazlasıyla tehlikeli bir yolculuktan dönen Kraliçe, meclisindeki dağınıklığı toparlamaya çalışırken bu süreçte onu desteklediğini düşündüğümüz en bilge destekçilerinin bile içten içe tahtta bir kadının oturmasından rahatsızlık duyduğunu ve bu isimlerin, yönetim kadrosunun gözünde çizdiği güçlü profil dolayısıyla Daemon’a itaat ettiğini anlıyoruz.

Daemon fiziken tahta geçmese de gönüllerde bir şekilde taht kurmayı başarmış diyebilir miyiz? 

Yeşil konsey

Yeşiller cephesine baktığımızda, konseyde işlerin çığırından çıktığını söylemek mümkün. Özellikle Aegon adına son derece küçük düşürücü ve içten içte ona üzüldüğümüz anların yaşandığını da söyleyebiliriz. Kral olmasına rağmen kimsenin dikkate almaması bir yana; ablukaya alınması gereken topraklar var, lord kumandan ve aynı zamanda kral eli olan Cole bu önemli planı kralı ile değil, onun kardeşi Aemond ile yapmayı tercih ediyor. Nereden baksan utanç verici be "kral".

"Aegon" (Tom Glynn-Carney)

Aegon’un sinirlenmesine bile tahammül edilemeyen bir topluluk söz konusu. Bu sefer de Aemond, bir Targaryen oldukları için su gibi konuşabiliyor olmaları gerektikleri High Valyrian dilindeki akıcılığıyla onu bütün konsey önünde rezil ediyor.

Neredeydi bu altın ejderha?

Bölümde, daha doğrusu dizinin genel gidişatı konusunda ufak bir şikâyetim olacak. Normalde Aegon ile Sunfyre arasındaki bağ çok kuvvetli. Bu bölümde Aegon'un ejderhası ile olan sahneleri çok güzeldi ama bu bağın şimdiye kadar seyirciyle hiç paylaşılmaması benim açımdan büyük bir hayal kırıklığı. Karakterlere sempati duyabileceğimiz bir elin parmağını geçmeyecek kadar kısıtlı şey var zaten, keşke bunlar da elimizden alınmasa.

Fatih Aegon'un kehaneti

"Viserys" (Paddy Considine), "Rhaneyra" (Milly Alcock)

Viserys’in Rhaenyra’ya anlattığı ve Targaryen ailesinde varislere anlatılan bir gelenek haline gelen Fatih Aegon’un rüyasını, Rhaenyra’nın da oğlu Jace’e anlatırken, savaş için gereken hazırlıkların yapılması, dinamik ve sinematografik açıdan çok başarılıydı.

Fakat Aegon’un, aslında Fatih Aegon’a ait olan ve dünyanın en güzel zırhı olması gerekirken Lego'dan bozma gibi gözüken zırh için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Kostüm departmanı da Aegon’dan nefret ediyor gibi sanki.

Elveda, "Queen Who Never Was"

Staunton Hanesi’ni ve Rook’s Rest kıyılarını kuşatmak adına verilen mücadelede yeşiller safında Aemond ile ejderhası Vhagar, Kral Aegon ile ejderhası Sunfyre yer alırken, siyahları temsilen Meleys ile Prenses Rhaenys alanda yer alıyor. 

Rook’s Rest için bu evrende çok uzun zamandır izlediğimiz belki de en iyi savaş sekansı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Ahenk içerisinde dans eden ejderhaların birbirlerine geri döndürülemez zararlar verişini izlemek, açıkçası benim için çok zordu. Sadece "dracarys" emriyle alev püskürtmekten çok, dişler ve tırnakların birbirleri içerisine geçtiği oldukça kanlı bir gövde gösterisiydi.

Bölümün başında Alicent bunun ipucunu bize elindeki ejderha heykelini yere düşürüp kırarak vermişti zaten.

Şimdiye dek onurundan bir gram bile ödün vermemiş, duruşuyla herkese örnek olmuş Prenses Rhaenys, sağ çıkamayacağını bile bile bu savaşa girdi. Westeros bir daha onun kadar onurlu bir insan görebilir mi bilmiyorum ama varlığı bize güç veriyordu. Kendisini çok özleyeceğiz.

Sonunda büyük, hatta çok büyük kayıplar verildi ancak asıl savaş hala başlamış değil. Hikâyenin sonrasına dair spoiler vermek istemiyorum ama hiçbir savaşta mertçe dövüştüğüne rastlayamadığımız, düşmanını her seferinde gafil avlayarak saldıran hain Vhagar ile binicisi Aemond’u son derece tatmin edici bir sonun beklediğini zevkle hatırlatmak ve o bölümün geldiği günü iple çektiğimi belirtmek istiyorum. Yoksa içimizdeki bu intikam ateşi çok uzun bir süre daha sönmeyecek. 

House of the Dragon serüveni içerisinde uzun süre hatırlanmaya devam edecek olan "The Red Dragon and the Gold", dizinin şimdiye kadarki açık ara en iyi bölümüydü bana göre. Eğer bu ivmeyi ellerinde tutmayı başarabilirlerse çok daha iyi olaylarla birlikte daha iyi bölümlerin yolda olduğunu hatırlatmak istiyor ve yazımı burada sonlandırıyorum.

Peki sizin bu bölüm hakkındaki düşünceleriniz neler?


Paylaş