Marvel’ın ilk üç bölümü geçtiğimiz günlerde izleyiciyle buluşan Ironheart dizisi, merak uyandıran bir çıkış yapıyor ama kusursuz olduğunu söylemek zor. Özellikle Black Panther: Wakanda Forever’daki tanıtımı sonrası Riri Williams’ın solo serüveninde izleyiciye nasıl bir ton, tempo ve karakter gelişimi sunulacağı merak konusuydu. İlk bölümler bu anlamda hem tatmin edici hem de eksik tarafları olan bir tablo çiziyor.

Dominique Thorne’un canlandırdığı Riri, çizgi romanlardaki daha mesafeli haline kıyasla, duygu yüklü ve çağımıza ait bir figür olarak karşımıza çıkıyor. Bu insani yönü karaktere derinlik katarken, bazı sahnelerde bu duygusallık biraz canımızı sıkabiliyor. Yer yer Riri’nin iç çatışmaları doğallığını kaybediyor ve senaryo karakteri konuşturmaktan çok açıklatmaya başlıyor.
Sayfalardan ekranlara
Riri Williams aslında henüz çok taze bir karakter ve ilk kez 2016’da Brian Michael Bendis tarafından yaratıldığında, Iron Man’in doğrudan mirasçısı olarak konumlandırılmıştı. MIT’de kendi Iron Man zırhını tasarlayan bu genç mühendis, çizimlerde genellikle duygularını içine atan, fazlasıyla zeki ama mesafeli biri olarak yansıtılırdı. Dizi ise bu portreyi daha sıcak ve kırılgan bir noktaya taşımış. Riri, sadece teknolojik bir dahi değil; duygusal olarak da hasarlı, henüz yarası kabuk tutmamış, kayıplarıyla mücadele eden, sorumlulukla bastırılmış bir genç olarak yazılmış. Bu tercih karakterin insani tarafını güçlendiriyor ama zaman zaman da "dahi çocuk" kimliğini arka plana atıyor. Özellikle zırh geliştirme süreci, çizgi romanlardaki gibi teknik odaklı değil; daha çok sembolik ve duygusal bir anlam taşıyor, bu da bazı izleyiciler için yüzeysel ve gereksiz gelebilir.

Riri’nin geçmişi, özellikle babasıyla, kayıplarıyla ilgili detaylar dizide daha yoğun biçimde işleniyor. Çizgi romanlarda üstünkörü geçilen bu travmatik geçmiş, burada karakterin temel motivasyonu haline gelmiş. Bu dramatik zemin başarılı kurulmuş olsa da, bazı bölümlerde bu arka plan anlatımının fazlaca öne çıkması, aksiyonu ve ilerlemeyi sekteye uğratmış. Riri’nin karakter gelişimi ilgi çekici evet, ancak bir süper kahraman dizisinden beklenen ritmi her an sağlayabildiğini söylemek güç.
Yeni bir düşman mı?

MCU’nun kendi içinde kurduğu bağlara hizmet eden akıllıca bir hamle daha; Iron Man’in ilk filminde gördüğümüz Obadiah Stane’in oğlu Ezekiel Stane’in diziye dâhil edilmesi. Ezekiel’in varlığı nostaljik olduğu kadar evrene getirilen yeni bir soluk da aynı zamanda. Çizgi romanlarda biyoteknolojiyle uğraşan, Tony Stark’a kafa tutabilecek düzeyde bir beyin olarak sunulan Ezekiel, burada daha soğukkanlı ve manipülatif bir tehdit olarak konumlanıyor. Bu hâliyle dizinin temposuna katkı sağlanırken, aynı zamanda karakterin geçmişiyle duygusal bağ kurmamız da sağlanmış. Ancak henüz ilk üç bölüm itibarıyla Ezekiel’in motivasyonunun tam olarak derinleştirildiğini söyleyemeyiz. Şimdilik, daha çok "gizemli adam" kontenjanında duruyor.
Ezekiel’in varlığı diziye güçlü bir MCU boyutu katıyor; babasının ölümüne duyduğu öfkeyi Riri’ye yöneltmesi ise, Tony Stark’ın mirasının hâlâ ne kadar tehlikeli bir hatıra taşıdığının göstergesi. Fakat bu çatışmanın daha çok diyalog ve zihin oyunları üzerinden ilerlemesini beklerken, bazı sahneler fazla mekanik işlenmiş. Özellikle üçüncü bölümdeki karşılaşmalar daha çarpıcı kurgulanabilirdi diye düşünüyorum. Niyetini henüz tam olarak anlamış değiliz, fakat yine de, Ezekiel’in karizması ve tehditkârlığı diziye gerçek bir antagonist gücü katmış.
İki tür arasında gidip gelmek

Dizinin tonlaması yer yer çelişkili. Bir yanda, genç bir kadının duygusal büyüme hikâyesini izliyoruz; diğer yanda ise MCU’nun çatısı altında ciddi bir süper kahraman anlatısı var. Bu iki katmanın birleşiminde oluşan dengesizlik, bazı bölümlerde hissedilir şekilde tempoyu düşürüyor. Kampüste geçen sahneler ya da arkadaşlık ilişkilerine dair detaylar, karaktere samimiyet katıyor ama aynı zamanda ana hikâyeyi yavaşlatıyor. İzleyici olarak süper kahraman aksiyonu beklerken, uzun diyaloglar içinde kaybolmak mümkün. Bence bir şekilde bu sahneleri daha samimi bir hale getirmenin yolunu bulmak gerek.
Görsel efektler de aynı şekilde dalgalı. Bazı sahnelerde zırh tasarımı gerçekten ilham verici ve modern görünürken, bazı uçuş sekanslarında düşük kalite animasyon hissi dizinin atmosferini zedeliyor, ve bu hali bile yine de Wakanda Forever’daki zırhından çok daha iyi... Marvel prodüksiyonlarına alışkın bir izleyici için bu tür detaylar fark edilir düzeyde. Görselliğiyle ön plana çıkan projelerde beklenti yüksek olduğundan, görsel eksiklikler maalesef hoş karşılanmıyor.
Potansiyeli yüksek bir taze kan

Ironheart, ilk üç bölümüyle dikkat çekici bir çıkış yapıyor ama kusurları da göz ardı edilecek cinsten değil. Riri Williams’ın karakter gelişimi, çizgi roman kökenine sadık kalan ama aynı zamanda onu yeniden yapılandıran bir anlatımla sunulmuş. Detayların çoğunluğu doğru konumlandırılmış, Ezekiel Stane gibi sürpriz karakterler de MCU bütünlüğünü sağlayan hoş dokunuşlar. Ancak tempo, senaryo ve görsel kalite açısından dizi zaman zaman dengesiz bir yapı izliyor. Riri’nin potansiyeli büyük ama dizinin onu taşıyacak anlatı ritmini bir şekilde bulması lazım.
Bununla birlikte, Ironheart kesinlikle Marvel’ın alıştığımız süper kahraman formülünün dışında bir şey denemeye çalışıyor. Riri’nin iç dünyası, zırhın metalinden çok daha ağır geliyor ve bu ağırlığın karaktere etkisi, izleyici için gerçekten izlemeye değer. Ancak bundan sonraki bölümlerde bu ağırlığın altı daha iyi doldurulmalı. Riri yalnızca Iron Man’in halefi değil, kendi kahramanlık anlatısının öznesi olmalı. Dizinin bunu gerçekten gösterebilmesi için hâlâ vakti ve şansı var. Umarız bu şansı iyi kullanır.

Yorumlar