John Wick evreninin bir diğer parçası Ballerina'ya sonunda kavuştuk. Bu zamana kadar defalarca ertelenen ve nihayet geçtiğimiz günlerde izleyici karşısına çıkan filmi, gelin biraz birlikte çekiştirelim.

🩰
Yazı, Ballerina'ya dair herhangi bir spoiler içermeyecek.

Ana de Armas’ın başrolünde yer aldığı filmimiz, gözü önünde babası katledilen küçük bir kız çocuğunun hikâyesini anlatarak başlıyor. Eve, çocukken Continental Oteli’nin müdürü tarafından Ruska Roma’ya teslim edilen, burada hem profesyonel bir dansçı hem de ölümcül bir suikastçı olarak yetiştirilen bir kızımız. Eve’in yaşadığı bu trajik olay, karakterin motivasyonunu fazlasıyla inandırıcı bir zemine oturtuyor ve duygusal travma üzerine kurulu bu intikam yolculuğu başlatıyor.

Ruska Roma sekansları özellikle dikkat çekici. Parabellum’da kısa bir bakış attığımız bu yer, Ballerina'da tüm ağırlığıyla karşımızda duruyor. Dansla disiplinin, estetikle şiddetin iç içe geçtiği bu mekân, Eve’in nasıl biri olduğunu anlamamız için kusursuz bir fon sunuyor. Buradaki eğitim sahneleri hem sinematografik anlamda tatmin edici hem de karakterin dönüşümüne hizmet eden en önemli parçalar arasında.

Aksiyon ve denge problemi

Filmin ikinci yarısı, tamamen aksiyonun ön plana çıktığı bir yapıya bürünüyor. Başta yerinde kullanılan şiddet, bir noktadan sonra ritmini kaybederek monotonlaşmaya başlıyor. Özellikle ikinci perde boyunca hikâyenin yerini yalnızca koreografik dövüş sekanslarına bırakması, bana kalırsa karakter gelişiminin önünü kesmiş. Ana de Armas bu sahnelerde fiziksel olarak kusursuz bir performans sergilese de, hikâyeye hizmet etmeyen aksiyon anları anlatı gücünü zayıflatmış. Filmin başındaki dramatik yoğunluk, yerini mekanik çatışmalara bırakmış diyebiliriz.

Bu noktada John Wick evreninin bariz simgesi olan stilize şiddet anlayışı devreye giriyor. Koreografiler özenli, kamera açıları şık, neon ışıklar yine bizimle, estetik açıdan doyurucu ama duygusal bağ yok. Aksiyonun dozu anlatmak istediği hikâyenin önüne geçince, izleyici olarak Eve’in duygusal yolculuğuyla bağ kurmakta zorlanabiliyoruz. Özellikle filmin son 30 dakikasında bu dengesizlik fazlasıyla hissediliyor. Ve bu da filmi bir popcorn filmi kategorisi içerisine ittiriyor.

John Wick sürprizi (artık sürpriz değil)

John Wick karakterinin filmde yer alması başlı başına bir heyecan unsuru olarak servis edildi, ancak fragmanlarda Keanu Reeves’i defalarca görmüş olmak bu etkiyi çoktan törpüledi bence. Evet, karakterin cameo’su tatmin edici ve hikâyeye bir bağlayıcılık getiriyor. Reeves’in ekran süresi sınırlı ve çoğunlukla bir köprü vazifesi görüyor. Onu görmek güzel, ve film onun varlığına bağımlı değil, bu da aslında Ballerina’nın ayakta durmayı başardığının bir göstergesi.

Diğer yan karakterler de oldukça dikkat çekici. Continental Oteli’nden tanıdığımız Winston'ın sahneleri özellikle Eve için duygusal bir anlam taşıyor. Merhum Lance Reddick’in son performanslarından biri olan bu küçük ama önemli rol, filme nostaljik dokunuş katıyor. Daha çok izlemek isterdim o ayrı bir konu ama kesinlikle Norman Reedus'ın Pine karakteri de öyle. Bu tip detaylar, Ballerina’nın evrenle bağlantısını kuvvetlendiriyor ve hikâyeyi daha inandırıcı kılıyor.

Parıldayan bir başrol: Ana de Armas

Ana de Armas’ın performansı, filmin en büyük artılarından biri. Eve’i sadece fiziksel değil, ruhsal olarak da canlandırmayı başarıyor. Gerek dans disiplinini gerekse aksiyon koreografilerini büyük bir doğallıkla taşıyor. Karakterin hırsı, öfkesi ve acısı, oyunculuğunun her katmanında hissediliyor. Yetenekli oyuncuyu benzer bir rolde en son No Time to Die’da izlemiştik, oradaki etkileyici aurasının, ayakları daha sağlam yere basan bir versiyonunu burada merkezde görmek elbette şahane ve Armas her sahnede adeta ışıldıyor.

Yönetmen Len Wiseman’ın oyuncuya alan tanıdığı çok belli. Karakteri bir süs ya da figüran değil, kendi hikâyesinin öznesi olarak kurgulamış. Bu da filmi sıradan bir yan ürün olmaktan çıkarıp, kendi kimliğini oluşturabilen bağımsız bir yapıya dönüştürüyor. Kadın karakterin gerçekten merkezde olduğu, iradesiyle karar verdiği bir John Wick anlatısı görmek, evrenin potansiyelini göstermesi açısından fazlasıyla umut verici.

Kalıplara bir başkaldırı

Ballerina, anlatısının içinde ince dokunuşlarla kadın gücünü ve ataerkil yapıya karşı duruşu da işliyor. "Kız gibi dövüş" lafının altının dolu dolu çizilmesi ve karakterin bedeniyle hem dans eden hem öldüren biri olması, güç tanımını yeniden yazıyor. Film bunu ajitasyona kaçmadan, karakterin doğallığı içinde işliyor.

Ayrıca bitişte Amy Lee'nin uhrevi sesini duymak da filme şahane bir tat katmış, mutlaka dinleyin.

Yine de bu mesajlar zaman zaman aksiyonun gölgesinde kalıyor. Özellikle senaryo daha cesur olabilirdi; Eve’in düşmanları biraz daha katmanlı yazılsa, final daha vurucu bir şekilde toparlanabilirdi. Film belli ki bir serinin başlangıcı olarak düşünülmüş, bu yüzden bazı anlatılar bilinçli olarak eksik bırakılmış. Bu da bir yan ürün için anlaşılır bir tercih ama seyircide hafif bir eksiklik hissi de bırakıyor be.

Eksik ama etkileyici

Ballerina, her şeyiyle kusursuz değil. Zaman zaman anlatım dengesini kaybediyor, bazı sekanslar yalnızca görsellik uğruna uzatılmış. Ama film, Ana de Armas’ın performansı, estetik aksiyon anlayışı ve John Wick evrenine kattığı yeni soluk sayesinde izlemeye değer bir yapım olmayı başarıyor. Özellikle ilk yarısındaki dramatik yoğunluk ve karaktere dair güçlü kurgu, filmin öne çıkan yönlerinden.

Beklentiyi göğe çıkarmadan izleyenler için Ballerina, hem aksiyona hem duygusal anlatıya doyuran bir deneyim olmuş. John Wick evreninin kadın bir figürle genişletilmesi yalnızca temsiliyet açısından değil, anlatı çeşitliliği açısından da önemli bir adım oldu. Eğer bu çizgide devam edilirse, Eve Macarro’nun yolu Wick kadar uzun ve kanlı olabilir. Ve bunu izlemek de çok keyifli olacak gibi görünüyor. 🔥

Paylaş