Prime Video’nun sevilen dizisi The Boys, “Beware the Jabberwock, My Son” adlı bölümünde, dizinin çizgi roman kökenlerini unutturmayacak hamleler yapıyor ve her ne kadar güçlü duygular üzerinde geziniyor olsa da ne yazık ki karakter gelişimlerinin tutarsızlığı da artık iyice gözümüze çarpmaya başlıyor.
Geçtiğimiz bölümde canını vermeye sadece birkaç nefesi kalmışken kanına karıştırılan V bileşeni sayesinde vital bulguları normal seviyelere ulaşan Hugh Campbell Sr., kelimenin tam anlamıyla bir canavara dönüşüyor.
Sezon başladığından bu yana bir tarafta Homelander’ın yandaşları ve kendi içerisinde giriştiği çatışmalarına odaklanırken, diğer yanda Hughie’nin ailevi problemlerine pencere açan dizi, aslında ilk sezondan beri bizi bu duruma hazırlıyor desek yanlış olmaz.
Çocukken bırakıp giden annesi Daphne’nin bunca yıl sonra ortaya çıkıp hiçbir şey olmamış gibi rahat bir biçimde Hughie ve babasının etrafında dönmeye başlaması, hatta Hughie vazgeçmişken gizlice ulaşıp V’yi Hugh’a enjekte etmesi gibi detaylar kesinlikle rahatsız ediciydi. Hayatlarına bir anda dahil olup yeterince hesap sorulmadan bu kadar hakimiyet kurabilmesi, hikâyenin Hughie tarafındaki kısmını oldukça sorgulanabilir hale getirdi bana kalırsa.
Hughie aslında Simon Pegg'miş...
Birçoğumuzun Mission Impossible serisindeki Benji karakteriyle tanıdığı Simon Pegg, ilk bölümden bu yana Hugh Campbell Sr. karakterine hayat veriyor. Elbette diziye renk katıyor ama kendisinin The Boys dizisinde yer almasının şöyle de güzel bir olayı var:
Çizgi roman yazarı Darick Robertson, Garth Ennis ile ortaklaşa yarattığı The Boys çizgi romanlarında, Hughie karakteri için rol model olarak Simon Pegg’in kendisini almış. Yani Hughie karakteri, dizide karakterin babasını oynayan oyuncuya bakarak tasarlanmış. E durum böyle olunca da The Boys dizi sorumlusu Eric Kripke de göreve geldikten sonra Pegg’den Hughie’nin babası Hugh Campbell Sr.’ı oynamasını rica etmek durumunda kalmış ve Pegg diziye böyle dahil olmuş.
Dört sezondur merakla izlediğimiz, bizi tahmin edilemeyişi ve vahşeti ile şaşırtan The Boys, Hugh Sr.’ın sadece bir vahşet olarak tanımlayamayacak kadar korkunç bir değişim geçirdikten sonra ölümü ile Hughie’nin üzerine biraz fazla gitmeye başlamadı mı sizce de? Bu çocuğun başına daha ne gelsin istiyorsunuz?
Neyse, diğer yanda Vought’un Marvel veya DC gibi oluşumların sık sık katılım sağladığı ve önümüzdeki yıllardaki projelerini duyurduğu San Diego Comic-Con benzeri Vought American V52 Expo’su aşırı başarılıydı. Zaten biliyorsunuz, en başında da klasik süper kahraman ıvır zıvırlarıyla dalga geçebiliyor olmasıyla dikkat çekmiş ve kendisini bu yapımlardan bambaşka bir yola sokmuştu The Boys.
İlerleyen dakikalarda geçmişten tanıdık bazı yüzlerle karşılaşıyoruz. Biri, özellikle ilk ve ikinci sezonda fazlasıyla etkin olan Giancarlo Esposito’nun Stan Edgar karakteri. Diğerleri ise geçtiğimiz yıl yine Prime Video’da yayınlanan The Boys yan dizisi Gen V’nin iki ana karakteri; Cate ve Sam.
Gen V için henüz bir inceleme yazmaya fırsatım olmadı fakat geçtiğimiz yılın en iyi dizileri arasında kendine çok rahat bir şekilde yer bulabilir diye düşünüyorum.
Gen V demişken Butcher’ın, Godolkin Üniversitesi’nde üretilen ölümcül Lupe virüsü enjekte ederek “kötü” kahramanların sonunu getirme planı birazcık sekteye uğruyor ve kendisi de bir "supe" olan başkan yardımcısı Victoria Neumann’ın eline geçen virüsün nerede olduğunu Butcher’ın bir şekilde bulması gerekiyor.
Mecburen eski Vought CEO’su Edgar’a ihtiyaç duyan ekip, virüsün nerede olduğunu bulabilmek adına çok uzaktaki bir çiftliğe doğru yol alıyor. Edgar’ın şüpheleri doğru çıkıyor; çünkü tavuk, koyun ve boğa gibi birçok hayvanın yer aldığı bu çiftliğin, V’nin hayvanlar üzerinde deneylerinin yapıldığı kocaman gizli bir tesis olduğu ortaya çıkıyor. Çiftlikteki tüm hayvanlara aşılanmış olan V bileşeni, ortalığın bir anda adeta Arınma Gecesi'ne dönüşmesine neden oluyor.
Sezon itibarıyla eski çizgisinden milimetrik ölçülerde sapan The Boys, bu olayla çizgi roman köklerindeki vahşeti izleyiciye tekrar hatırlatıyor ve durağan sahnelerin ardından adeta bir ilaç gibi geliyor bile diyebiliriz.
Frenchie, geçmişte yaptıklarının cezasını çekiyor çekmesine, ancak onun da karakter gelişimi konusunda ani kararlar verildiğini ve bu yüzden hikâyesinin seyirciye yeterince geçirilebildiğini düşünmüyorum. Yöneliminin değiştirilmesi ya da başka birine ilgi duymaya başlaması değil, karakterin çok sivri ve mantıksız biçimlerde karar alabilir birine dönüştürülmesi burada asıl problem gibi görünüyor.
Homelander’a gelecek olursak, şimdiye kadar en uslu durduğu bölümlerden birini izledik. Ancak yine de Ryan’ı yavaş yavaş işleme çalışmalarının gözümüzden kaçtığını söyleyemeyeceğiz. Fırtına öncesi sessizlikte yavrusunu yavaş yavaş kendi yoluna çekmeye çalışıyor Yurtsever.
The Boys, dördüncü sezonunun ilk dört bölümünde politikaya ve Homelander’ın varoluşsal krizlerine yoğun bir şekilde vurgu yaptıktan sonra bu bölümle izleyicilere adeta zihinsel bir sağlık molası vermeye çalışıyor.
“Beware the Jabberwock, My Son”, favori bölümlerimden biri olmadı ve dizinin belki de en zayıf bölümlerinden biriydi. Ancak, çiftlikte yaşanan kovalamaca ile Campbell ailesinin başına gelenler, tüm dengesizliklere rağmen şükür ki bölümün sıkıcı bir "filler" olmasına izin vermedi.
Beşinci sezonuyla izleyiciye veda edecek olan The Boys, hikâyeyi sündürmemek adına belki de verilebilecek en doğru kararı veriyor; ancak Vought American V52 Expo’sunda gördüğümüz üzere The Seven ve kahramanlarımız, yan projeleriyle çok uzun bir süre daha biz seyircilerle birlikte olmaya devam edecekler.
Mesela ben özellikle Deep ve A-Train’in solo filmlerini merakla bekliyor olacağım. 😁
Yorumlar