Alasdair Gray'in 1992 tarihli ve aynı adlı romanından, The Favourite (2018) senaristi Tony McNamara tarafından beyaz perdeye uyarlanan Poor Things, alışılagelmişin dışındaki bir Frankenstein tasviriyle birlikte kendi kendini keşfe çıkmış olan genç bir kadının yolculuğunu izliyor.
Filmin hangi dönemde geçtiğini tahmin etmesi oldukça zor. Çoğunlukla "gotik" ve "steampunk" esintiler taşıdığı için, Viktorya Dönemi olması muhtemel bir olan bir zaman diliminde, toplumdaki güç eşitsizliğinden doğan fazlasıyla baskın ataerkil sistemin hâkim olduğu bir dünyada geçen Poor Things, Yorgos Lanthimos'un çarpık ve coşkulu çekim teknikleriyle ve Emma Stone'un harikulade performansıyla birlikte bir masal kitabından fırlamış gibi. (Ama yetişkinlere yönelik bir masal.)
Hamleleri ve sınırları belli olmayan, tuhaf bir dönem kadını olarak karşımıza çıkan Bella Baxter, Mary Shelley'nin Victor Frankenstein karakterinin bir çeşit yorumlaması gibi görünen Dr. Godwin Baxter ile birlikte bir malikanede yaşıyor.
Bölge halkının korkunç bakışlarına maruz kalan ve Bella tarafından "tanrı" olarak adlandırılan Godwin'in, yüzünde ve vücudunda babasının dengesiz deneylerine maruz kaldığı için çocukluk dönemlerinden kalma tuhaf yara izleri bulunmakta.
Bella ise küçük bir çocuğun aklına ve tavırlarına sahip olan, sinema tarihinde izine pek rastlanmamış oldukça garip bir karakter. İçi içine sığmayan ve abartılı derecede tuhaf tavırları, bir süre filme garip gözlerle bakmanıza neden olsa da gerçeklerin ortaya dökülmesiyle birlikte mantık çerçevesine oturuyor. En azından bir kısmı.
Uzun saçları, son derece belirgin kaşları ve genç bir kadının kıvrımlarına sahip olan bedeni ile tamamen yetişkin bir kadın gibi görünse de vücudu ile beyni arasındaki kopukluk ciddi anlamda rahatsız edici. Ve Bella aslında Viktorya'nın yeni bir bedende dünyaya gelmiş hali.
Şimdi, "Viktorya kim?" diye sorabilirsiniz. Viktorya, hamile olduğunu öğrendikten sonra kendini köprüden atmaya karar veren, durumu çok ciddi olan ancak Dr. Baxter sayesinde tekrar yaşama döndürülen Bella'nın bedeninin bir önceki sahibi.
Dr. Baxter, onu nehir kenarında bulduktan ve karnındaki bebeğin beynini onun kafasına yerleştirdikten sonra, Viktorya artık Bella olarak yaşamına devam ediyor.
Yetişkin bir kadın bedeninde büyümekte olan Bella'nın kendini keşfetme macerası ise onu gözlemlemek göreviyle Godwin'in yanında işe başlayan Max McCandles ile tanıştıktan sonra başlıyor.
Bella'nın kendi vücudunu tanıma ve varoluşunu keşfetme arzusu, içsel bir yolculukla, fiziksel tecrübelerle ve giderek feminizme evrilen düşünceleriyle şekilleniyor.
Bilgi ve deneyime olan açlığı, Dr. Baxter'ın duvarları arasında hapsedilemeyecek kadar kuvvetli olduğu için Duncan Wedderburn'ün sunduğu fırsatı değerlendiriyor ve Londra'da başlayan yolculuk sırasıyla Lizbon, İskenderiye ve Paris lokasyonlarındaki ziyaretlerle daha da renkleniyor.
Bella'nın, herhangi bir yoksunluk çekmemesi için Dr. Baxter'ın onun ihtiyaçlarına ve ilgi alanlarına göre revize etmiş olduğu malikanesinden ayrılıp kendi yolculuğuna çıkmaya başladıktan sonra, malikanenin siyah beyaz renk paletinden sıyrılıp pastel renklerin belirginleşmeye başlaması, her şeyi kendi başına deneyimlemeye başladıktan sonra hayatının rengarenk bir tabloya dönüşmesi, bu yolculuğu çok daha keyifli bir hale getiriyor.
Paris'te çalışmaya başladığı mekanla birlikte karakterimizin özgürlüğünün üzerine daha fazla düşmeye özen gösterdiğine ve keşfetmeye çalıştığı bu dış dünya ile feminist düşüncelerinin gelişim gösterişine şahit oluyoruz.
Poor Things'in, iç dünyasında yarattığı "sürreal" hava, dış dünyasında "art nouveau" ile destekleniyor ve özellikle filmin ikinci kısmındaki kadınsı motifler dikkat edildiği takdirde göze çarpabiliyor.
Emma Stone'un, en başta ciddi anlamda bir çocuğun ani çıkış ve düşüşlerine yer verdiği tahmin edilemeyecek kadar başarılı performansı, kendini ilginç yollarla da olsa gelişimini tamamlayan, yaşamak zorunda kaldığı tüm zorlukların öcünü kendi yöntemleriyle alan oldukça güçlü bir kadına evrilmesiyle taçlanıyor.
Bella'nın özgürleşmek için harcadığı tüm bu telaşlı, gergin ve yorucu çaba, filmin uzun süresine ve yer yer monotonlaşan olaylarına rağmen, en başından sonuna kadar ilginizi diri tutmayı başarıyor.
Emma Stone'un mükemmel performansıyla göz doldurduğu filmde, Willem Dafoe, Mark Ruffalo, Ramy Youssef, Christopher Abbott ve Margaret Qualley gibi yetenekli oyuncular bu keyifli yolculukta ona eşlik eden isimler.
Son yılların en çok konuşulan yapımlarından biri olan Poor Things, önümüzdeki Oscar Ödül Töreni'nde aday olduğu kategorilerdeki tüm ganimetleri Oppenheimer'ın takdire şayan başarısı dolayısıyla toplayamayabilir. Ancak övgülerin her birini fazlasıyla hak ettiğini, özellikle "En İyi Kadın Oyuncu", "En İyi Kostüm Tasarımı" ve "En İyi Sinematografi" gibi kategorilerde son derece iddialı olduğunu ve evine onu mutlu edecek birden fazla önemli ödül ile döneceğini düşünüyorum.
Yorumlar