Hollywood, bu yaz sezonunu fena geçirmedi doğrusu. Kimi zaman pelerinli kahramanlar sahneye çıktı, kimi zaman ise bağımsız yapımların sessiz gücü öne geçti. Ama artık takvim yaprakları dökülmeye başlarken, sinemanın gerçek rekabet mevsimi de kapıyı çalıyor; sonbahar.
Ve her sonbahar gibi, bu yıl da bazı gelenekler bozulmuyor. Hırslı oyuncular, kültürel ikonlara hayat verecek; bazıları aksanlarıyla sınırları zorlayacak, bazılarıysa Oscar’a giden yolda risk alacak. Cadılarla dolu müzikaller büyük finallerine yaklaşırken, bazı filmler bizi geçmişin karanlık dönemlerine götürecek.
Bu sezonun filmleri arasında, şimdiden ödül sezonunun nabzını tutanlar da var, "mutlaka sinemada izlenmeli" dedirten gişe canavarları da. Yani ister dram arıyor olun, ister distopya, ister müzikal ya da tarihi bir öykü... Sonbahar 2025, sinemanın dört mevsim en zengin ve en iddialı dönemi olduğunu bir kez daha hatırlatacak.
İşte, bu sonbaharda merakla beklenen 21 film:
The Long Walk - 12 Eylül

Stephen King’in 1979 tarihli distopik romanından uyarlanan The Long Walk, baskıcı bir rejim altındaki Amerika’da genç erkeklerin katıldığı ölümcül bir yürüyüş yarışmasını konu alıyor. Durursan, ölürsün.
The Hunger Games ile tanınan Francis Lawrence’ın yönettiği filmde, Cooper Hoffman başrolde, Mark Hamill ise yarışmayı yöneten sert komutanı canlandırıyor. Canlı yayınlanan bu yürüyüşte gerilim adım adım yükseliyor.
Eleanor the Great - 26 Eylül

Yılın en ilginç eşleşmelerinden biri: Scarlett Johansson ve 95 yaşındaki efsane oyuncu June Squibb, Eleanor the Great'te bir araya geliyor. Johansson bu filmle ilk kez yönetmen koltuğuna otururken, Squibb başrolde yalnız bir kadını canlandırıyor.
Eleanor, toplumda ilgi görmek için kendisini bir Holokost kurtulanı olarak tanıtır. Ancak bu masum yalan, kısa sürede kontrolden çıkar ve onu geri dönüşü olmayan bir yolculuğa sürükler. Cannes’da büyük ilgi gören film, Scarlett Johansson’a yönetmen olarak umut vadeden bir başlangıç sunarken, Squibb’in performansı yine göz kamaştırıyor.
One Battle After Another - 26 Eylül

Usta yönetmen Paul Thomas Anderson, bu kez büyük ölçekli bir IMAX aksiyon gerilimiyle karşımızda. One Battle After Another, kaybolmuş bir düşmanın geri dönüşüyle tekrar bir araya gelen eski devrimcilerin hikâyesini anlatıyor.
Başrolde Leonardo DiCaprio, alkol ve uyuşturucuya batmış bir aktivist olarak kaçırılan kızını kurtarmaya çalışıyor. Ona Benicio del Toro, Alana Haim, Teyana Taylor ve Sean Penn eşlik ediyor.
Anemone - 3 Ekim

Daniel Day-Lewis, 2017’de bıraktığı oyunculuğa bir kez daha geri dönüyor, hem de bu kez oğlu Ronan Day-Lewis’in yazıp yönettiği filmle.
Anemone, babalar, oğullar ve kardeşler üzerinden kişisel yolculukları ve kuşak çatışmalarını ele alıyor. Konu tanıdık olabilir, ama oyuncu kadrosu bu filmi bambaşka bir seviyeye taşıyor.
The Smashing Machine - 3 Ekim

Gerçek bir hikâyeden uyarlanan The Smashing Machine, 90’ların ünlü MMA dövüşçüsü Mark Kerr’in zaferlerle dolu kariyeriyle birlikte bağımlılığıyla olan mücadelesini anlatıyor.
2002 tarihli HBO belgeselinden esinlenen film, Benny Safdie’nin kaotik ve sert anlatım tarzıyla, dövüş sporlarının acımasız gerçekliğini perdeye taşıyacak.
After the Hunt - 10 Ekim

İtalyan yönetmen Luca Guadagnino, sınırları zorlayan hikâyelere olan ilgisini bu kez bir kampüs gerilimiyle sürdürüyor.
Julia Roberts, öğrencisi ve onun tarafından cinsel saldırı suçlamasıyla sarsılan bir meslektaşı arasında kalan bir profesörü canlandırıyor. Olaylar karmaşıklaştıkça karakterin kendi geçmişi de tehdit oluşturmaya başlıyor.
A House of Dynamite - 10 Ekim

Oscar ödüllü yönetmen Kathryn Bigelow, sekiz yıllık sessizliğini nükleer bir gerilimle bozuyor. The Hurt Locker ve Zero Dark Thirty ile gerçek krizleri büyük bir tansiyonla perdeye taşıyan Bigelow, bu kez bir nükleer füze alarmıyla sarsılan Beyaz Saray’a odaklanıyor.
İç içe geçmiş emir zincirleri, panik içindeki yetkililer ve dünya çapında sonuçlar doğuracak bir karar süreci… A House of Dynamite, izleyiciyi olayların tam ortasına sürüklüyor.
If I Had Legs I’d Kick You - 10 Ekim

Rose Byrne, hasta kızıyla ilgilenmeye çalışan, çatısı akan evinde yalnız kalan ve kayıp kocasından iz bulamayan Montauk’lu bir terapist olan Linda rolünde kariyerinin zirvesine çıkıyor. Üstelik kendi terapisti bile ona sırtını dönmüş durumda.
Mary Bronstein’in Sundance’te övgülerle karşılanan ikinci uzun metrajı, anneliğin yalnızlığına, çaresizliğine ve giderek artan içsel kaosa dair çarpıcı bir anlatı sunuyor.
A24 imzalı filmde Byrne'ın performansı şimdiden Oscar söylentilerini beraberinde getirmiş durumda.
Tron: Ares - 10 Ekim

Yapay zekanın sınırları sinemada genişlemeye devam ediyor: Dead Reckoning'deki yıkıcı varlıkların yanında, M3GAN 2.0 gibi dost yapay zekalar da hayatımıza giriyor. Tron: Ares ise bu iki uç arasında gidip geliyor.
Devasa tehditkâr makineler mücadele verirken, 1982 yapımı kült Tron filminden Jeff Bridges’ın sürpriz dönüşü de hayranları sevindiriyor.
Good Fortune - 17 Ekim

Komedi filmlerini hatırlıyor musunuz? Sinemaya gidip, yanınızdaki yabancılarla birlikte kahkahalara boğulduğunuz o anları? Peki Aziz Ansari’yi hatırlıyor musunuz? Parks and Recreation ve onun büyüleyici Netflix romantik komedisi Master of None'un yıldızı ve yaratıcılarından olan Ansari, uzun süredir beklenen ilk yönetmenlik denemesini nihayet gerçekleştirdi.
Good Fortune'da bir koruyucu melek tarafından hayatları yer değiştiren bir çalışan ve onun zengin patronu etrafında şekillenen özgün bir hikâye anlatılıyor.
It Was Just an Accident - 17 Ekim

İran sinemasının cesur sesi Jafar Panahi, Cannes’da büyük yankı uyandıran bu siyasi gerilim filmiyle karşımızda. İşkenceci bir ustanın bıraktığı derin yaralar ve bunun ardından gelen hesaplaşmayı anlatan film, yönetmenin hapis ve ev hapsi gibi zorluklara rağmen sanatını sürdürme mücadelesinin ta kendisi aslında.
It Was Just an Accident, intikamın ahlaki çıkmazlarını sorgulayan, insanın gündelik davranışlarındaki kırılganlığı çarpıcı biçimde gözler önüne seren etkileyici bir yapım.
Bugonia - 24 Ekim

Yunan yönetmen Yorgos Lanthimos, kendine has soyut ve alegorik tarzıyla ticari başarı ve ödülleri harmanlamaya devam ediyor. Bu kez, 2003 yapımı Güney Kore filmi Save the Green Planet!’ın yeniden çevrimiyle karşımızda. Filmde iki aktivist, bir ilaç şirketi yöneticisini uzaylı sanarak kaçırıyor; Jesse Plemons ve Emma Stone önemli rollerde.
Lanthimos’un karanlık komedi ve beklenmedik romantizmi politik öfkeyle harmanlayan tarzı, komplo teorileri ve radikal anti-kurumsal duygulara cesurca dokunuyor. Emma Stone, yönetmenin Poor Things filmindeki Oscar’lı performansından sonra, bu projede de güçlü bir sinema ittifakının parçası.
Springsteen: Deliver Me from Nowhere - 24 Ekim

Bruce Springsteen’in 1982 albümü Nebraska’nın yalın ve samimi kayıtlarından esinlenen bu film, müzik temalı yapımların ticari başarılarından farklı olarak içten bir anlatı sunuyor. Scott Cooper’ın hem uyarlayıp hem yönettiği yapımda, Jeremy Allen White başrolde, Springsteen’in sadık menajeri Jon Landau rolünde ise Jeremy Strong yer alıyor.
1970’lerin ruhunu taşıyan, ruhani ve derinlikli bir karakter çalışması olan film, 1980’lerin unutulmaz albümünün yaratılış sürecine ışık tutuyor.
Die My Love - 7 Kasım

Lynne Ramsay, 2002 yapımı Morvern Callar’ın asi ve sert ruhunu yeniden yakalıyor. Jennifer Lawrence, zorlu bir yolculuk sonrası yeni bir döneme adım atan bir karakteri canlandırırken, Robert Pattinson ile birlikte odaklanmış ve tam anlamıyla korkusuz bir performans sergiliyor.
Die My Love, şiddetli ve psikolojik bir drama; şehirli bir çiftin Montana’ya taşınması ve evliliklerinin doğum sonrası ölüm ile sarsılmasını konu alıyor. Pattinson ile Lawrence arasındaki karmaşık ilişkiyi ince ince işleyen film, aşktan öte duygulara dokunuyor.
Nuremberg - 7 Kasım

1945 sonbaharında başlayan Nürnberg Duruşmaları, yalnızca tarihin en büyük savaş suçlularını yargılamakla kalmadı, insanlığın adalet anlayışını da kökten değiştirdi. James Vanderbilt’in yönettiği Nuremberg, bu tarihi anlara farklı bir açıdan yaklaşıyor; bir savaş suçlusuyla bir psikiyatristin zihinsel savaşı.
Film, Russell Crowe’un canlandırdığı Hermann Göring ile Rami Malek’in hayat verdiği Amerikan askeri psikiyatristi Douglas Kelley arasındaki çarpıcı ilişkiye odaklanıyor. Göring’in savunması, kibri ve "Almanya’yı yeniden büyük yapma" söylemiyle kurduğu bağlar, günümüzle de rahatsız edici benzerlikler taşıyor.
Predator: Badlands - 7 Kasım

2022’deki Prey ile Predator evrenine taze bir soluk getiren Dan Trachtenberg, bu kez seriyi uzak bir gezegene taşıyor. Predator: Badlands, av ve avcı arasındaki kadim çatışmayı farklı bir boyuta getiriyor; insanlar bu kez kenarda duracak.
Film, toplumundan dışlanmış genç bir Predator’ın, Alien evreninden tanıdığımız Weyland-Yutani şirketi tarafından tasarlanmış bir androidle yollarının kesişmesini konu alıyor. İkili, galaksinin en ölümcül yaratıklarına karşı tuhaf ama etkileyici bir ittifak kuruyor.
Sentimental Value - 7 Kasım

The Worst Person in the World ile sinemaseverlerin gönlünü kazanan Norveçli yönetmen Joachim Trier ve başrol oyuncusu Renate Reinsve, merakla beklenen yeni projeleri Sentimental Value ile yeniden bir arada. Cannes’dan Grand Prix ile dönen film, aile içi yaraları, sanatın anlamını ve yaratıcı mirasın yükünü zarif ama sarsıcı bir dille ele alıyor.
Reinsve, kendisine rol yazan yönetmen babasının teklifini reddeden kırılgan bir oyuncuyu canlandırıyor. Babasının bu kez Amerikalı genç bir yeteneği tercih etmesiyle gerilim tırmanıyor. Stellan Skarsgård, güçlü performansıyla filmin merkezinde yer alırken, Inga Ibsdotter Lilleaas da sürpriz etkisiyle dikkat çekiyor.
Train Dreams - 7 Kasım

Amerikan Batısı’nın inşasını, sessiz bir oduncunun gözünden izlemek... Train Dreams, Denis Johnson’ın 2011 tarihli kısa romanından uyarlanan, görsel şiirselliğiyle öne çıkan bir dönem draması. Sundance’te övgü toplayan film, Terrence Malick’in sinemasını anımsatan doğa ile iç içe, dingin bir anlatı sunuyor.
Joel Edgerton, konuşmaktan çok susarak etkileyen bir performansa imza atıyor. Onun duygularına ise Will Patton’ın anlatıcı sesi eşlik ediyor.
Jay Kelly - 14 Kasım

Yaşlanmakta olan bir film yıldızı, hayat boyu başarı ödülünü almak üzere Avrupa’ya giderken geçmişiyle hesaplaşıyor. George Clooney’nin başrolde olduğu Jay Kelly, hem karakterin hem de belki Clooney’nin kendisinin içsel bir yüzleşmesi olacak.
Noah Baumbach’ın yönettiği ve Emily Mortimer’le birlikte kaleme aldığı film, mizahla melankoliyi harmanlayan bir Hollywood portresi. Adam Sandler, Laura Dern, Greta Gerwig ve Riley Keough gibi isimler güçlü kadroyu tamamlıyor.
The Running Man - 14 Kasım

Edgar Wright yıllar önce bir hayranının "Hangi filmi yeniden çekmek istersiniz?" sorusuna tek kelimeyle yanıt vermişti: The Running Man. Yedi yıl sonra o hayal gerçek oldu. Stephen King’in 1982 tarihli distopik romanından uyarlanan film, ölümcül bir TV yarışmasını konu alıyor, hem de olayların geçtiği yıl olarak 2025’i hedeflemişken.
Glen Powell, Arnold Schwarzenegger’in ikonik rolünü devralırken, kadroda Josh Brolin, Colman Domingo, Lee Pace ve Michael Cera gibi güçlü isimler de yer alıyor. Sosyal hiciv ve aksiyonun bu yüksek tempolu buluşması, Wright’ın enerjik tarzıyla yeniden doğuyor.
Wicked: For Good - 21 Kasım

Broadway sahnesinden sinemaya taşınan Wicked destanının ikinci bölümü nihayet geliyor. Jon M. Chu’nun yönettiği bu müzikal, Elphaba’nın kötü cadıya dönüşmeden önceki hikâyesine devam ediyor. İlk filmde, Elphaba ve Glinda’nın gençlik yıllarında başlayan dostluğu anlatılmıştı. Şimdi ise kaderleri ayrılıyor ve Oz’un siyasi karanlığıyla yüzleşen Elphaba, direnişin simgesi haline geliyor.
Film, gösterişli müzikleri, görkemli sahneleri ve güçlü oyuncu kadrosuyla yılın en büyük sinema olaylarından biri olmaya aday. Uçuşa geçmeye hazır olun. 🚀
Kaynak: Los Angeles Times
Yorumlar