Yıllar öncesinde gülmekten karnımızı ağrıtan Freaky Friday, sinema tarihinin en keyifli "beden değiştirme" hikâyelerinden birine imza atmıştı. Şimdi ise, Freakier Friday ile o dünyanın kapısını yeniden aralıyoruz. Aradan geçen bunca zaman, karakterlere olgunluk katmış olabilir ama filmin enerjisi hâlâ yerli yerinde. İlk filmin büyüsünü bozmadan, üzerine yeni bir hikâye inşa etmeyi başarmışlar. İşte bu noktada çok mutluyum; devam filmlerinin en zor sınavını başarıyla geçen bir yapımla karşı karşıyayız.

Bu sefer hikâye, artık bir büyükanne olan Tess ve kocaman bir kadın haline gelmiş Anna’nın etrafında dönüyor. Ama iş burada bitmiyor, çünkü lanet bu kez sadece iki kişiyle sınırlı değil. Anna’nın kızı Harper ve üvey kızı Lily de işin içine girince ortaya tam anlamıyla içinden çıkılmaz bir kargaşa çıkıyor. Bir yerden sonra olaylar o kadar arapsaçına dönüyor ki, bazen kimin kim olduğunu anlamak tam bir bilmeceye dönüşüyor. Ve inanın bu karışıklığı çözmeye çalışmak, seyir zevkini ikiye hatta üçe katlıyor.
Nostaljiyle harmanlanmış yeni olaylar

İlk filme yapılan ince göndermeler, Freakier Friday’i salt bir devam filmi olmaktan çıkarıp bir "nostaljik buluşma"ya dönüştürüyor. Eski sahnelere, repliklere ve o tanıdık dinamiklere hatta yüzlere yer verilmiş. Fakat bunu yaparken klişeye saplanmıyor ya da aynı yolu takip ederek önümüze tahmin edilebilir bir senaryo çıkarmıyor; geçmişin izlerini takip ederek kendine benzer bir yol çiziyor ve olayları taze bir bakış açısıyla harmanlıyor. Ve film, hem eski hayranları memnun ediyor hem de yeni izleyiciler için rahatlıkla tek başına izlenebilir bir hikâye sunuyor.

Oyuncu kadrosu ise tam bir ziyafet. Jamie Lee Curtis ve Lindsay Lohan, ilk filmdeki uyumlarını hiç kaybetmemiş. İkisi de içlerindeki çocuğu hâlâ yaşatabilen, enerjisi yüksek ve samimi oyunculuklar sergilemiş. Özellikle bazı sahnelerde yılların getirdiği deneyimin gençlik coşkusuyla nasıl harmanlanabileceğini usta performanslarla birebir deneyimliyoruz. Kendilerini ne kadar övdüğümü ilk filmin yazısından da belki hatırlarsınız; henüz okumadıysanız sizi oraya da alalım.

Genç yıldızlar parıldıyor

Filmin genç oyuncuları da dikkat çekici bir başarı sergiliyor. Anna’nın kızı Harper’ı canlandıran Julia Butters ile üvey kızı Lily’yi oynayan Sophia Hammons, abartıya kaçmadan ve izleyiciyi zorlamadan karakterlerine derinlik katmayı başarmışlar. İçlerine büyük birer insan kaçmış hissi uyandıran performansları, özellikle bedenlerine adapte olmaya çalıştıkları sahnelerdeki jest ve mimikleriyle dikkat çekiyor. Karakterlerinin özünü yakalama becerileri de gerçekten takdire şayan. Onlar sayesinde de film hem inandırıcılığını artırıyor hem de komedi dozunu doğal bir şekilde yükseltiyor.

Ve elbette Chad Michael Murray… İlk filmdeki varlığıyla hafızalara kazınan Jake, bu devam filminde daha kısa süreliğine ama etkili bir rolle karşımıza çıkıyor. Olanlar onun için daha pozitif bir şekilde ilerleyebilir miydi, kesinlikle. Fakat filmin burada da gerçekçi bir yaklaşım benimsemesi benim aşırı hoşuma gitti. İlk aşkıyla evlenen insan sayısı düşündüğümüzden de az olabilir gibi geliyor çünkü...
Dengedeki başarı

Komedi ve duygusallık arasında ince bir denge var; bir taraf ağır basarsa diğerini boğar. Freakier Friday bu dengeyi kusursuz kurmuş. Absürt olaylar var ama hepsi ayarında, hiçbir olay "fazla" hissettirmiyor. Yaşanabilecek aksilikleri en mantıklı senaryo çerçevesinde işleyerek, hikâyeyi hem komik hem de gerçekçi tutmayı başarmışlar.
Bu gerçekçilik de filmin gücünü artırıyor. Çünkü izlerken "böyle bir şey olabilirdi" diyorsunuz. Fantastik bir kurguda bile gerçeklik hissini yakalamak, yönetmen ve senaristin en büyük başarısı olmuş.
Renginden hiçbir şey kaybetmemek

Devam filmleri genellikle ilk filmin havasını yakalamakta zorlanır, fakat Freakier Friday büyük istisnalardan bir tanesi. İlk filmin neşesi, enerjisi, renk paleti ve temposu neredeyse birebir korunmuş. Ancak aynı zamanda üzerine eklenen yeni karakterler ve daha karmaşık bir hikâye ile hem hacmi hem de temposu artırılmış bir anlatı var.
Bu noktada da başrol oyuncularımız Lindsay Lohan ve Jamie Lee Curtis’in katkısı yadsınamaz. İki oyuncunun ekrandaki uyumu, hikâyenin inandırıcılığını ve duygusal etkisini iki katına çıkarıyor.
Eğlence doruklarda

Filmin en büyük artılarından biri, izleyiciyi sürekli oyunun içinde tutması. Kim kimin bedeninde, kim hangi repliği hangi karakterin ruhuyla söylüyor derken, seyirci kendini tahmin yaparken buluyor. Bu tahminlerin çoğu diyalogları takip etmeye çalışırken başarısızlıkla sonuçlanıyor ve işte bu da filmin eğlencesini katlıyor.
Nihayetinde Freakier Friday, hem nostaljik bir kavuşma hem de başlı başına taptaze bir macera. Bu ikisini bir arada bulmak sinemada nadir görülen bir lüks. Seneler sonra böyle bir devam filminden memnun ayrılmak, sinema salonundan yüzümde kocaman bir gülümsemeyle çıkmak, benim için ne kadar değerliydi anlatamam. Yılın en iyi işlerinden biri olduğunu düşünüyorum ve kesinlikle kaçırılmaması gerek.
Yorumlar