Bilimkurgu ve gerilim türünü başarıyla harmanlayan Companion, yapay zekâ ve insan ilişkilerine dair işlenmiş olan, şimdiye kadar izlediğimiz en sağlam hikâyelerden birini sunuyor.
Drew Hancock’un kendisinin yazıp yönettiği Companion, hikâyesiyle öne çıkıyor elbette fakat Sophie Thatcher, Jack Quaid, Lukas Cage, Megan Suri, Harvey Guillen ve Rupert Friend’den oluşan oyuncu kadrosu, başarılı performanslarıyla birçok kez bu güzel hikâyenin önüne geçmeyi de başarıyor.
Mükemmel bir tanışma hikâyesi, ya sonra?

Filmi özel kılan unsurlardan biri, "yapay zekâ" veya genel olarak "istilacı robot" temalı yapımların alışılmış kalıplarını geride bırakıp, daha derinlikli ve atmosferik bir yaklaşım benimsemesi. Özellikle, klasik robot tasvirlerinin dışına çıkıp daha insansı bir figürü merkezine alması, filme sadece teknolojik bir distopya olarak bakmamıza engel oluyor; ayrıca içeriğini çeşitlendirerek duygusal ve felsefi boyutlar da ekliyor.

En büyük sürprizlerinden biri kesinlikle Sophie Thatcher'ın nefes kesen performansı. Gerçekten de onun bir robot değil, bir insan olduğunu düşündüğümüz anlar o kadar az ki… Hareketlerinden konuşma tonuna, mimiklerinden etkileşim biçimine kadar her detayıyla, "insandan sadece biraz farklı" olmayı o kadar kusursuz bir biçimde yansıtıyor ki... Bu, yapay zekânın insanlığı ne kadar kopyalayabileceği sorusunu yalnızca hikâye üzerinden değil, oyunculuk performansı aracılığıyla da izleyiciye hissettiren fazlasıyla etkileyici bir unsur.

Artificial Intelligence (2001)'lar, Blade Runner (1982)'larla büyüyen bir izleyici olarak, bu kadar kusursuz bir robot performansına en son Westworld dizisinde Evan Rachel Wood’un Dolores karakterinde rastlamıştım, sonra o dizinin de fişi çekildi... (ehehe)

Gerilim dozu ve atmosfer olarak, 2000’li yılların büyük bütçeli bilimkurgu filmlerini anımsatması da filmin en tatmin eden yönlerinden. Ex Machina, Her ya da M3GAN gibi modern yapay zekâ hikâyeleri genellikle fütüristik bir yalnızlık veya kişisel korkular üzerinden ilerlerken, Companion çok daha geniş bir tehdit algısı, daha doğrusu tam anlamıyla bir "endişe" yaratarak ilerlemeyi tercih ediyor.
İnsan ile yapay zekâ arasındaki sınırların bulanıklaşması, filmi geleneksel bir korku-gerilim yapısından ayırarak daha varoluşsal bir noktaya taşıyor. Bu kısımda parantez açarak Iris'i, Ridley Scott'ın efsane Blade Runner evreninden fırlamış bir yapı olarak görsek şaşırmayacağımı da eklemek isterim. Thatcher o kadar ürkütücü oynamış çünkü.

İzlerken dikkatimi en çok çeken noktalardan biri de filmdeki gerçek insanların özellikle Josh ve arkadaşlarının, Iris’e kıyasla çok daha az sempatik olmasıydı. Normalde, yapay zekânın soğuk ve tehditkâr tarafına vurgu yapılması beklenirken, burada tam tersine bir anlatım var. Iris’in duygularını, çaresizliğini görüp içgüdüsel olarak haklı olduğunu hissettiren, onun yanında olmamızı sağlayan bir yönü var. Fakat insan karakterlerde bu duyguların hiçbirine rastlayamıyor, aksine acımasızlıklarına şahit oluyoruz. Bu da aslında filmde işlenen büyük etik soruların altını çizen önemli bir kısım:
İnsanlık gerçekten de hâlâ hak ettiği yerde mi, yoksa yerimizi yeni bir tür mü alıyor?

Companion'ın yönetmeni, görsel atmosferiyle de bu soruları destekliyor. Gerek ışık kullanımı gerekse mekân tasarımları hem tanıdık hem de rahatsız edici bir hava yaratıyor. Bazen her şey fazla steril, bazen de fazlasıyla distopik bir boğuculuk var. Yapay zekânın giderek insan dünyasına sızdırdığı bu stil, filmin hem bilimkurgu hem de psikolojik yönlerini öne çıkarmasını sağlıyor.

Filmin temposu da oldukça dengeli. Yavaş yavaş tırmanan gerilimi, aniden gelen şok edici sahnelerle bozmadan ilerleyen bir anlatımı var. Bu sayede izleyiciyi sürekli tetikte tutarken aynı zamanda düşündürüyor. Özellikle finaline yaklaştıkça, klasik bir "insan vs. robot" çatışmasından çok daha fazlasını sunduğunu fark ediyorsunuz.

Nihayetinde Companion, yapay zekâ ve insan arasındaki ilişkiye dair derinlikli ve etkileyici bir bakış sunan, bana kalırsa son yılların en başarılı bilimkurgu filmlerinden biri. Kendi içinde bir blockbuster havasına sahip olsa da, asıl gücünü atmosferinden, karakterlerinden ve alttan alta döşemiş olduğu etik sorularından alıyor. Karakterin, Blade Runner gibi güçlü bir klasiğe benzer bir ruh taşıması, bilimkurgu severler için harika bir detay. Eğer bu türü seviyorsanız ve sadece aksiyon ya da korku değil, aynı zamanda düşünmeye de iten bir deneyim yaşamak istiyorsanız, Companion kesinlikle size göre.

Yorumlar