Robert Rodriguez'in yönetmen koltuğunda yer aldığı From Dusk Till Dawn ile çok yakın bir zamanda yollarımız kesişti. Uzun zamandır izlemek istediğim işlerden biriydi, belki biraz geç kaldım ama gönül rahatlığıyla söyleyebilirim bu geç kalınmış karşılaşma beni öyle sarstı ki, birkaç gün başka hiçbir şey izlemek istemedim. Filme başlamadan önce onun hakkında bildiğim tek şey George Clooney ve Quentin Tarantino’nun başrolde olduğu bir “vampir” filmiydi. Fakat film öyle bir şekilde başlıyor, sonra öyle bir yöne kırılıyor ki, sinemanın ne kadar özgür, ne kadar çılgın ve aynı zamanda ne kadar cesur olabileceğini iliklerinize kadar hissediyorsunuz.

🧛‍♂️
Yazı, From Dusk Till Dawn filmine dair spoiler içermeyecek.

Rodriguez’in, genellikle kalburüstü yapımların bulunduğu filmografisinde El MariachiDesperado gibi Latin damarından beslenen aksiyon gösterileri arasında From Dusk Till Dawn çok daha anarşist, çok daha "ne istersem onu yaparım" diyen bir film olarak yerini alıyor. Tarantino’nun senaryosunu yazdığı ve kendisinin de bizzat rol aldığı bu yapım, ilk yarısında suç-gerilim hattında ilerleyen klasik bir kaçış öyküsü anlatırken; ikinci yarısında sizi neredeyse bambaşka bir evrene fırlatıyor. Ve bunu o kadar keskin, o kadar sert bir geçişle yapıyor ki, "aynı filmi mi izliyorum?" diye düşünmeden edemiyorsunuz.

Sevmek veya arkanıza bakmadan kaçmak; iki seçenek var

Bu film gerçekten de başlıkta söylediğim gibi, ya çok sevilir ya da nefret edilir. Arada kalmak pek mümkün değil. Temel nedeni, filmin kendisine olan sarsılmaz güveni. Rodriguez ve Tarantino burada bir sinema oyunu peşinde; ama seyirciyle dalga geçen tarzda değil, onları kendi oyun alanlarına buyur eden türde bir cambazlık desek daha doğru olacak. Ve evet biraz sabrınız yoksa, ya da böyle keskin geçişler beni afallatır diyorsanız, bu film sizi epey yorabilir. Ancak eğer o geçişe ayak uydurmayı başarırsanız da hiç unutamayacağınız tempodaki bir iki saat sizi bekliyor.

George Clooney’nin Seth Gecko karakteri, aktörün kariyerinde o dönem için alışık olunmayan bir figür. Sert, karizmatik ve kendi ahlaki sınırlarını çizen bir anti-kahraman. Yanındaki kardeşi Richard ise kelimenin tam anlamıyla zor biri. Zeki mi? Evet. Fakat aynı zamanda rahatsız edici ve psikolojik açıdan çözümlenmesi gereken bir karakter. Tarantino, yazdığı karakteri kendi bedenine giydirirken, onun ahlaki sınırlarını da seyircinin kucağına bırakıyor. Tarantino'nun işlerine hakimseniz bu girişimi sizi pek şaşırtmayacaktır ama emin olun Richard sizi fazlasıyla rahatsız edecek.

O "meşhur" sahne

Filmin ilk yarısı, bir suç filmi olarak gerçekten etkileyici. Kaçış planı, rehin alınan bir aile, Amerika’dan Meksika’ya geçme mücadelesi… Bu yapının içine gizlenmiş detaylar, karakterlerin hem kişisel tarihlerini hem de ahlaki çatışmalarını gözler önüne seriyor. Özellikle eşini yeni kaybetmiş olan eski papaz Jacob ve çocuklarıyla olan etkileşimler, filmin kökenini sağlamlaştıran detaylar. Ve Jacob sadece bir yan figür değil; hikâyenin ikinci perdesinde çok önemli bir taşıyıcı haline geliyor.

İşte buradan sonra film, bambaşka bir noktaya yöneliyor. O meşhur bar sahnesinde yaşananları kafanızdan kazıyıp atmak çok zor. İlk sahneler estetik güzelliği dolayısıyla filme renk katıyor fakat bu sahne devamında sinema tarihine geçen unutulmaz sekansları da beraberinde getiriyor. Salma Hayek’in canlandırdığı karakterin görüntülerine, editlerine mutlaka bir yerlerde rastlamışsınızdır, çünkü dans sahnesi başlı başına bir sinema ikonu hâline gelmiş durumda. Ama bir önemli nokta daha var ki, karakterin evrim geçirmesi ve filmin fantastik evrenine adım atmamız, seyircinin zihninde adeta bir kırılma yaratıyor.

Bu nasıl vampir filmi?

Film başlamadan önce, size bunun bir vampir filmi olduğunu söyleseler muhtemelen "spoiler" der geçersiniz. Oysa işin ilginç yanı şu ki, From Dusk Till Dawn aslında tam da bu gerilimi istiyor. İzleyiciye türü söylemeden türün içine sokmak. Film ilk yarısında bir vampir filmine dair hiçbir belirti sunmuyor. Ama ne hikmetse bir vampir filmi başlığı altında yer alıyor. İlk yarıda ne bir referans, ne bir ima… Ama ikinci yarı? İşte orası tam anlamıyla şeytanla dans ettiğimiz yer.

Barda yaşananların ardından Rodriguez’in sinemasal çılgınlığı devreye giriyor. From Dusk Till Dawn, çevre tasarımı konusunda da kendisinden sonra gelenlere ışık tutan bir yapım çünkü kendinizi bir anda Buffy the Vampire Slayer setinde zannedebileceğiniz benzerlikte vampir makyajları, pratik efektler, bol kanlı sahneler içerisinde buluyorsunuz. Tüm bunlar öylesine özenle ve bir o kadar da gamsızlıkla tasarlanmış ki, B-film estetiğini yücelten bir enerjiyle karşı karşıya kalıyoruz.

Kusurların güzelliği

Evet, film teknik anlamda kusursuz değil. Kamera açıları zaman zaman sarsak, bazı geçişler kaba, müzik kullanımı ise bazen biraz fazla yüksek perdeden geliyor. Ama zaten bu film kusursuz olmaya çalışmıyor. Aksine, kusurlarıyla var oluyor. Rodriguez’in sinemasında stil ve hikâye çoğu zaman teknik detayların önüne geçer. Bu filmde de durum aynı. Bu yüzden bu tür eleştirilerde klasik "ama" kelimesi yerine, "işte bu yüzden" demek çok daha uygun: From Dusk Till Dawn da işte bu yüzden kusurlarıyla anlamlı.

Ayrıca montajın akıcılığı, sahne geçişlerindeki enerji, oyuncular arasındaki dinamik, özellikle Clooney ve Keitel’in karakterleri arasında oluşan gerilimin dönüşümü, işi sürekli bir merak duygusuyla izlememize neden oluyor. Süresi boyunca asla sıkmıyor, asla düşmüyor. Her an yeni bir şeyle karşılaşabileceğiniz hissi, tırnaklarınızı kemirten bir tempo yaratıyor.

İşte sinema bu!

From Dusk Till Dawn'ı tanımlaması zor ama, tür sinemasının sınırlarını zorlayan, kara mizah, aksiyon, suç ve korkuyu bir çırpıcıya atıp ortaya çıkan garip ve çılgın kokteyli önünüze koyan bir yapım olduğu rahatlıkla söylenebilir. Kimi zaman midemizi bulandırıyor, kimi zaman kahkaha attırıyor, ama çoğu zaman tedirgin ediyor. Ve her daim de sizi o koltukta tutmayı başarıyor.

Sinemada risksiz işler her zaman daha çok kabul görür. Bu film ise tam tersi bir yolu seçiyor. Riskli, öngörülemez, tuhaf… Ama en azından samimi. Rodriguez ve Tarantino burada "sadece eğlenmek" için değil, "nasıl eğlenilir" onu göstermek için yola çıkmış. Sonuç? Yıllar geçse de üzerine konuşulmaya devam eden, kültleşmiş bir yapım var karşımızda.

Karanlığın içindeki parıltı

From Dusk Till Dawn, benim şimdiye kadar izlediklerim arasında unutulmaz bir yer edindi. Hem suç sinemasına hem de korku janrasına dair kurduğu iki ayrı dünya, izleyicide farklı ruh halleri yaratıyor ve bu duygusal iniş çıkışlar sayesinde son derece dinamik bir yapıya bürünüyor. Özellikle bu filmi yıllar sonra, başka türlere ve yönetmenlere aşina olduktan sonra izlemek büyük bir şans. Çünkü nereden esinlendiğini, kime ilham verdiğini, hangi damarı nasıl beslediğini daha iyi okuyabiliyorsunuz.

Bu yılın en çok konuşulan filmlerinden Sinners bile bu yapımın çarpıcı yapısını ödünç almış gibi. Kapanık karakterler, ahlaki bulanıklık, iblisle yüzleşme temaları… Artık birçok şey From Dusk Till Dawn’un öncülüğünde şekillenen sinema dilinin yankıları gibi geliyor.

“Başka Bir Gecenin Günahı”: ‘Sinners (2025)’ Film İncelemesi
Yalnızca bir vampir hikâyesi değil; Ryan Coogler’ın ‘Sinners’ı, aynı zamanda tarihin gölgelerinde kalmış bir dönemi sinematografik bir büyüyle yeniden var ediyor.

Bu filmi bir sinemasever olarak değil, sinemaya âşık biri olarak öneriyorum. Hazırsanız, gece başlasın.

🕺🏽

Paylaş