İçerisinde barındırdığı beklenmedik karamsarlıkla ilk başlarda yerin dibine sürükleyen fakat finaline ulaştığınız zaman da içine düştüğünüz çukurdan çekip çıkartan bir film It’s A Wonderful Life

James Stewart’ın bankacı George Bailey karakteriyle karşımıza çıktığı 1946 çıkışlı bu eser, efsane yönetmen Frank Capra’nın imzasını taşıyor.

Bedford Falls adlı küçücük bir kasabada baba mesleğini devam ettirmeye çalışan George’un, çocukluğunda yaşadığı unutulmaz bir an ile başlıyoruz filmimize. George'un, yanında yamak olarak çalıştığı eczacı Mr. Gower, oğlunun ölüm haberini almasının ardından dalgın kafayla hazırlamış olduğu ilacın içerisine koyduklarını fark etmiyor. Bu ilacı küçük bir çocuğa ulaştırmak üzere yola çıkmadan öncesinde ise küçük George, Mr. Gower’ın, bu ilacın içerisine zehir koyduğunu fark ediyor ve patronunu uyarıyor. Sonucu büyük bir dayak ile sonuçlansa da, küçük George Bailey’nin karakterinin şekillenmesi konusunda fazlasıyla etkili bir anı olarak aklımızın bir köşesinde yerini alıyor bu sahne.

Bir süreliğine kafamızı gökyüzüne çevirdiğimizde yıldızlar arasında George’un akıbeti hakkında sohbete tutuşan meleklere şahitlik ediyoruz. Sinema sektörünün ilk ve en iyi örneklerinden biri olan bu film, sadece anlattığı hikâyesi ya da mükemmel oyuncularıyla öne çıkmıyor. Bu ve bunun gibi birkaç sahne elbette seyircinin hayal dünyasına bırakılıyor ancak 40’lı yıllarda izleyici karşısına çıktığı hesaba katılırsa, döneminde sahip olunan teknolojiyi fazlasıyla efektif bir şekilde kullanabiliyor usta yönetmen Capra. 

Filmin ilk yarısı sıradan bir Hollywood filmi olarak ilerliyor. İlmek ilmek Amerikan rüyasını işliyor da denilebilir. Fakat son derece gerçekçi bir Amerikan rüyası. 🙃 Ufak bir zaman atlamasının ardından ise babasının vefatından sonra işini devralmak zorunda kaldığını öğreniyoruz George’un. Kardeşi Harry ile birlikte yürüteceklerini düşündüğü iş, bir süre sonrasında tamamen kendi üzerine kalıyor ve filmde, tüm dünyayı depresyona sürükleyen ekonomik sıkıntı olan Büyük Buhran'ın birkaç yıl sonrasında geçiyor olması dolayısıyla da finans adına fazlasıyla problemli yıllar olduğu detayına birkaç kez değiniliyor. 

Sadece enflasyon değil, kasaba sakinlerinden biri olan iş adamı Bay Potter'ın kendisi de Bedford Falls halkını ekonomik çöküntüye sürükleyen en büyük etkenlerden bir tanesi.

Bu sırada genç George, önünde birden fazla seçeneği olmasına rağmen gönlünü mahallenin hanımefendisi olan güzeller güzeli Mary’e kaptırıyor. Bana kalırsa hayatının en büyük dönüm noktasını da burada yaşıyor George. Çünkü eğer Mary olmasaydı, onun gibi bir adamın mutlu sona ulaşma gibi bir ihtimali de yoktu diye düşünüyorum.

Zor da olsa bir aile kuran genç çiftimiz, ekonomik sıkıntılardan ötürü ne balayına gidebiliyor ne de normal bir evde yaşayabiliyor. George günden güne batağın içerisine çekilirken; Mary, güzelleştirmeye çalıştığı döküntü evlerinde, yetiştirdiği mükemmel çocuklarıyla birlikte George’u her zaman pozitif karşılamaya çalışıyor.

Fakat George'un çalıştığı banka bir noktadan sonra batma noktasına geliyor ki filmin bütün havası burada değişiyor dostlar. Ne kadar odaklanma probleminiz olursa olsun, buradan sonra bütün odağınızı toparlıyorsunuz çünkü George artık bu zor hayata dayanamayıp hayatına son vermeye karar veriyor. 

Gökyüzündeki yıldızları hatırlarsınız; meleklerden biri yeryüzüne, George’u yakından gözetlemek, daha doğrusu hayatını kurtarmak için gönderiliyor ve onu hiç doğmadığı bir gerçekliğe götürerek asla unutamayacağı bir deneyim yaşatıyor.

Kardeşi, eşi, babası, çocukken yanında çalıştığı eczacı ve hatta koca Bedford Falls kasabası dahi olmak üzere George’un var olmadığı bu gerçeklikte her şey şimdiye kadar izlediklerimizden çok daha farklı. Hayatının berbat gittiği, kimseye faydasının olmadığı ve hatta hiç doğmasa her şeyin daha güzel olacağını düşünen George, bu gerçekliği deneyimledikten sonra ne kadar haksız olduğu kanısına varıyor ve şikâyet ettiği her bir ana, her bir çirkin detaya kul köle olmaya hazır hale geliyor. 

Bu film gerçekten zor durumda olanlara, karamsarlığa fırsat arayanlara, kendini dünyanın en dertlisi sananlara, kısacası manevi anlamda yardım eli bekleyen herkese hitap ediyor.

Günümüzde dünya ekonomisinin geldiği durumla da ufak bir kıyas yaptırıyor çünkü sekiz bin dolar gibi bir meblağ ile iflas eden bir banka söz konusu. Fakat It’s A Wonderful Life, çok daha başka şeyler anlatıyor; eski bir film olmakla birlikte de insanlığa zamansız dersler veriyor. Bunlardan en önemlisi ise hayatın gerçekten de güzel olduğu ve her ne olursa olsun yaşamaya değdiği gerçeği.

Hayat gerçekten çok güzel.


Yaren’in Köşesi
muggle’lar mı? onlar hiçbir şey görmezler ama çatal batırırsan hissederler. merhaba, ben Yaren. çocukluğumdan beri tutkunu olduğum fantastik dünyalara, filmlere, kitaplara, dizilere ve çizgi romanlara dair videolar yapıyorum. ben bu videoları yaparken çok eğleniyorum, eğer siz de bana eşlik etmek isterseniz, kanalımı takip edebilirsiniz :)
Paylaş