2017 yapımı Get Out, korku türünün en taze ve sarsıcı işlerinden biri olarak sinema tarihindeki yerini aldı. Komedyen kimliğiyle tanınan Jordan Peele’nin ilk yönetmenlik denemesi olan film, Peele’nin tarzının dışında olması dolayısıyla seyirciyi şaşırtmakla kalmıyor; hem türün sınırlarını zorluyor hem de izleyicinin beklentileriyle ustaca oynuyor. 

👁️
Yazı, Get Out filmine dair herhangi bir spoiler içermeyecek.

Filmin yüzeydeki hikâyesi, klasik bir "sevgilinin ailesiyle tanışma" senaryosu gibi dursa da, katmanları açıldıkça çok daha karanlık ve rahatsız edici bir tabloyla karşılaşıyoruz.

Irkçılığa "farklı bir boyuttan" bakış

Get Out’un en büyük başarısı, ırkçılığı doğrudan parmakla göstermeden, yapının içine yerleştirerek anlatması. "Beyaz liberal" maskesi takan karakterler üzerinden, sözde iyi niyetli ama temelde sömürücü bir ırkçılığı deşifre etmesi, filmi sadece korkunç değil aynı zamanda düşündürücü kılıyor. Peele burada klasik ayrımcılığın ötesine geçerek, mikro ırkçılık kavramını sinematik bir kabusa dönüştürüyor.

Filmin gerilim dozunu ayarlama biçimi son derece ustaca. Gündelik diyalogların altında yatan huzursuzluk, sessizliklerin içinde patlayan bir tehdit hissi yaratıyor. Bu da izleyiciyi diken üzerinde tutan bir gerilime neden oluyor. İnce ince işlenen atmosfer, jumpscare gibi kolay numaralara yaslanmadan da izleyicinin içini ürpertebileceğini kanıtlıyor. Filmde hiçbir şey doğrudan korkunç değil ama ciddi anlamda her şey rahatsız edici.

"Hipnoz edici" bir hikâye

Filmimizin konusundan birazcık bahsedecek olursak, Chris adındaki siyahi genç, beyaz sevgilisi Rose’un ailesiyle tanışmak üzere onların banliyödeki evlerine doğru yola çıkar ve üzerinden çok da uzun bir vakit geçmeden bu ziyaretin sıradan bir tanışma olmaktan çok uzak olduğunu fark eder. Başta Rose’un ailesinin aşırı misafirperverliği ve politik doğruculuğu gergin ama alışıldık bir tanışma havası yaratır. Fakat zaman ilerledikçe, Chris’in çevresinde gelişen tuhaflıklar ve insanların garip davranışları, görünürdeki sıcaklığın altında çok daha rahatsız edici bir gerçeğin saklandığını ima eder.

Film, izleyiciyi Chris’in gözünden olayların içine çekerken, yavaş yavaş gerilimi artırıyor ve tedirgin edici sorularla baş başa bırakıyor: Gerçekten herkesin niyeti bu kadar iyi mi? Yüzeyin altında bambaşka bir şeyler mi dönüyor? Ya da âşık olduğum kadın için bunca saçmalığa daha ne kadar katlanabilirim?

Detaylarda gizlenen gerilim

Peele, korkuyu detaylarda saklıyor; bakışlarda, mimiklerde, tekinsiz cümlelerde. Küçücük jestlerle karakterler arasındaki güç dengesi sorgulanıyor. Örneğin bir karakterin çay kaşığıyla fincana vurması, basit bir hareketten çok daha fazlasına dönüşüyor. Bu tür küçük detayların hikâyeye verdiği katkı, yönetmenin hikâye anlatıcılığı konusundaki başarısını da gözler önüne seren ayrıntılardan sadece bir tanesi.

Başroldeki Daniel Kaluuya, performansıyla Get Out’u bir korku filminden fazlasına dönüştürmüş. Karakterin yaşadığı tedirginliği, gözleriyle, nefesiyle ve çoğu zaman sessizliğiyle hissettiriyor. Chris uyumlu, kendi halinde ve içine kapanık bir adam. Fakat Kaluuya, dünyanın en sıradan insanlarından biri olan bu adamı bile oyunculuğu ile, izleyicinin empati yapabileceği biri haline getiriyor ve anlatması zor, hissetmesi güç olan trajik hikâyesiyle büyük, sarsıcı bir deneyim yaşatıyor.

Türler arası geçiş 

Filmi sadece bir korku filmi olarak etiketlemek yetersiz kalır. Get Out, psikolojik gerilim, kara mizah ve toplumsal eleştiri öğelerini harmanlayarak kendi türünü yaratan imza bir eser. Filmin izleyiciyi sürekli diken üstünde tutarken bir yandan düşündürmesi de türler arasındaki bu geçişin başarısını kanıtlıyor.

Peele, filmi korku türünün sınırları içinde bırakmak istememiş belli ki. Get Out, sadece korkutmayı değil, sistematik baskıların görünmezliğini göstermek, bilinçaltımıza kazınmış önyargıları yüzümüze vurmak istiyor. Finaliyle birlikte, yalnızca bireysel bir hikâyenin değil, bir sistemin ortaya çıkışı, kısmen de çöküşüne tanıklık etmiş oluyoruz. En azından yerel çapta bir çöküş diyelim...

Çıkış eseri

Jordan Peele, uzun metrajlı ilk filmi olan bu yapımla yalnızca yönetmenliğe güçlü bir giriş değil, aynı zamanda ne anlatmak istediğini çok iyi bilen bir sanatçı portresi çizmiş oldu. Anlatıdaki kontrol, temposundaki istikrar ve izleyiciyle kurduğu doğrudan bağ, onun sadece bir film değil bir deneyim yarattığını gösteriyor. Yönetmenin Us ve Nope gibi başarıyla anılan diğer projeleri de bu sağlam açılışın izlerini taşıyor diye düşünüyorum.

Get Out’un arkasındaki en önemli güçlerden biri de şüphesiz yönetmenin senaryoya tamamen hâkim oluşu. Kendi yazdığı senaryoyu, yönetmenlik göreviyle bir araya getirip avantaja dönüştürüyor ve onu da sonuna kadar kullanıyor. Bu da anlatıyı içselleştirmiş bir bakış açısıyla, her sahneye bilinçli bir katman kazandırıyor.

Nihayetinde

Get Out, izleyicisini yalnızca koltuğa bağlamıyor, (üzgünüm Chris, umarım yanlış anlamazsın), film bittikten sonra da zihninizde yaşamaya devam ediyor. Gündelik hayatın sıradan ayrıntıları artık başka anlamlar taşıyor. Artık bir fincan içerisinde içilen çaya ya da içinde dönüp duran kaşığın çıkardığı sese ben bile tepki göstermek istiyorum mesela. İzleyiciyi bu denli etkileyebilmek de onu klasik korku filmlerinden ayırıyor. Jordan Peele’nin bu filmi, sadece korkutan değil, fark ettiren bir yapıt olarak kesinlikle unutulmayacaklar arasında.

Paylaş